Önce boş vaktin olacak, sonra boş vaktin için daha önceden hazır planın olmayacak. Bir de keyfin olacak; kahve, çay vs. masanda olacak. Unutmadan hava biraz kapalı yada yağmurlu olacak. Sonra sen “okur” olacaksın.

 

Okur olmak için çok şart aranmakta, evin salonu gibi eşyalar özenle yerleştirilmekte ve uyum olunca da kitap okumaya hazır olmakta insan. Okumak bir ihtiyaç ama neyin ihtiyacı şimdilerde; entelektüel görünümlü olabilmenin.

 

Kütüphanemizdeki kitap sayısıyla gelen itibar.

 

Kimi halde okur olmak, yazarın yüzdürdüğü geminin peşine takılmak bilmediğin ufuklara yol almak. Sonra uzun bir seyahatten sonra yeniden kendi mahallemize dönebilmek okumak. Bazen de okumak, yazarın kelimelerine bayrak açıp, “oldu mu” şimdi diye reddiyelere başvurmak. “Yorumlamak” yazarı ve yazdıklarını, ah ne çok bilgi gerektirir.

 

Bir de hatası var okurun; “bütünlüğü” kaybetmek. Yazının ana manasından çıkıp okurun aklının almadığı bir iki yere takılı kalmak ve koca bir düşünce ürününü takılıp kaldığı yerden eleştirmek. Eleştirmek deyince şu da var ki; okur okurken illa “eleştirmeli” anlayışıyla okumakta. Sanki eleştirmese okumamış  gibi olacak. 

 

Bir de “okumuş gibi” olmak var. Nasıl o hallerimiz; elinde kitap taşımak. Kitap hamallığı yapmak. Mahalleden geçerken, pencereden bakan genç kızların ellerimizde kitap görmesi ile  “okumuş çocuk” düşüncelerini onlara salmak.

 

Düşünceleri salmak yazarın görevi elbet, ama eline kitap alan herkes bunu bir şekilde yağmakta. Çay ocağına girdiğinizde, otobüse bindiğinizde yada parkta bir kitap açtınız mı elinizde, etrafınıza bazı düşünceleri salarsınız: “Adam okuyor” düşüncesi.

 

Düşünemeyiz ama ne okunduğunu, veya neyin neden okunduğunu. Çünkü önemli değil. Diplomalar ve kurslar ülkesinin eğitim kurbanlarıyız. Bu bakımdan önemli değil ne okuduğumuz. Önemli olan  kağıt üzerinde aldıklarımız.

 

Okurluk yazarın düşünceleri ile birlikte düşünmektir çoğu zaman. Bazı köşelerde inersiniz onun aracından bir sonraki sokak başında yine yakalar sizi ve tekrar atlarsınız yazarın aracına. Bu güle oynaya bir oyun misali koşturur bizi.

 

Çocuk gibiyizdir yani, terli ve kirli geliriz satırların arasından evimize, koltuğumuza, sonra bir duş almak gerekir; okuduklarını özümseme duşudur bu. Özümsemek körü körüne biat değildir yazara, özümseme okurun kendi iç alemine yolculuktur. Fikriyatı ile ne kadar uygun bir hal ve davranış içinde olduğunu özümser okur.

 

“Okumak, özgürlüğe uçmaktır” der Merhum Aliya İzzet BEGOVİÇ. Evet okumak özgürleşmektir. Yeni fikirler edinerek, içinde bulunduğumuz dar fikirleri genişletmek ve kabuğumuzu kırarak alanımızı büyütmektir kafamızın içine dair.

 

Bazen de kafamızın içine takılır kalırız, kıramayız yeni ile eskinin arasındaki zincirleri. Ya bizden yana yazanlar vardır, yada onlardan yana. Okunması gerekli olanlar vardır bir de gereksiz olanlar. Bu kanunu kim koydu diye sorarsanız, elbet bir fikir babası vardır her düşüncenin, her ideolojinin ve her gurubun.

 

Okumak, neyi okuduğunu bilmektir. İhtiyacını bilerek okumaktır. Ne yazarı haklı çıkartmak, ne fikriyatımızın kahramanlarını haklı çıkartmak ne de kendimizi haklı çıkartmaktır. Ortak bir insanlık kaderi içinde, Allah’ın yarattığı nefs’ler olarak okumak; Yaratana yaklaşmak, onu keşfetmek ve yaratılmışları anlamaktır.

 

Bu yüzdendir ki okumak, ideolojik bir eylem değildir. Bu yüzden ki okumak taraf olmak değildir. Bu yüzdendir ki okumak, saf tutmak değildir.

 

Okumak, sormaktır. Okumak, anlamaktır. Okumak, sabırdır. Okumak, tahammüldür. Okumak, feragattir. Okumak, sevmektir.

 

Okur olmak ise ne güzeldir.