[email protected]

 

Bir gazetenin son baskısı der gibi “mahalle baskısı”. Madem ki bu kavram İstanbul’un sırça köşklerinde yaşayanlar tarafından icat edildi o halde biz de Ankara’nın resmiyet kokan sokaklarından cevabını verelim.

 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki “mahalle” kültürü Osmanlı’dan beri İstanbul halkının içinde yaşadığı ve devletin çok da değer verdiği bir sistemdir. Öyle herkes mahalleye gelip yerleşemezdi. Bir mahalleye ait olmak için en az beş yıl o mahallenin kenar köşelerinde yaşanır sonra mahalle yöneticileri hakkında olumsuz bir tutanak oluşturmazlarsa mahalle sakinleri arasına katılmaya hak kazanırlardı.

 

Yani her mahallenin kendine has bir yönetim şekli ve yaşam kültürü vardı. Şimdi mahalle baskısı diye inanan ve inandıkları gibi yaşayan insanların diğerlerine karşı mahalle baskısı oluşturur dedikleri şey, sanki her mahalle Müslüman mahallesi de gayri Müslimlere yer yokmuş gibi algılanıyor.

 

İyi araştırırlarsa eskiden beri hem İstanbul’da hem de Anadolu’da gayri Müslimlerin çok yoğun yaşadıkları mahalleleri fark ederler. Ama onların asıl derdi o değil. Mahalle baskısı derken bile kendi sınırlarını inanan insanlara çizmişler çoktan.

 

Neden mi? Çünkü, Müslümanlar ancak mahallede yaşar mesajını bilinçaltından işliyorlar bizlere. Ha, ara sıra mahalleye yolları düşerse taşlanmamak için güvenlik tedbirlerini de bu şekilde alıyorlar akıllarınca.

 

Peki bu ülkede Müslümanlar mahallede yaşıyorsa diğerleri nerede yaşıyor? Çok basit “merkezlerde”. Evet, diğerleri tam da merkezde yaşıyor. Neye ihtiyacınız varsa bu ülkede hizmet alanında size hizmeti sunacak merkezi yerlerde de mahalleli olmayanlar yer almakta.

 

Büyük şehirler için söylüyorum özellikle: ramazan gününde hangi resmi kuruma gittiniz de karşınızdaki memur gözünüzün içine baka baka su içer, kahve içer. Üstelik teklif ettikten sonra siz, utana-sıkıla oruçlu olduğunuzu belli ettikten sonra bol kahkahasının üstüne bir yudum su içmez. Ankara’da nereye girerseniz bu sahneyi sizler de yaşarsınız.

 

Kimse çıkıp da bu ülkede Müslümanlar yönetime tamamen hakim olursa diğerlerine baskı uygular demesin. Bir baskı varsa inanan insanlara yıllardır zulmediliyor, gerek psikolojik ve gerekse de sosyolojik olarak. Hatta haklar noktasında da.

 

Bugün AK Parti iktidarı döneminde Robert Kolejinden bir genç mülakatlar sonucunda en üst kurumlara dahi yerleştirilmektedir. Hatta bu partililer tarafından da sıklıkla eleştirilmektedir. Ama sekiz yıl önce hangi İHL’li bir öğrenci adli hakimlik sınavını kazansa bile ataması yapılıyordu ? Ayrımcılığı bizler onlardan öğrendik. Ama içimizdeki mahalle sevgisi ve kültürü bakımında kimseye de farklı davranmamayı öğretti bize analarımı-babalarımız.

 

Belki onlar sırça köşklerinde, boğazın serin suyu karşısında rakılarını yudumlarken bizleri fazlalık olarak görüyorlar. Ama bilmeleri gerek ki bizde onlarda olmayan bir şey var. Yani korkmaları gereksiz. Çünkü “insanlık” denen bir kavram var bizde. Henüz onların ne sosyoloji ne de psikoloji kitaplarında tanımı olmayan bu kavram sayesinde bizden zarar gelmez efendilere.

 

Eğer insanlık kavramını bilselerdi ne olurdu biliyor musunuz? Ramazan gününde Ankara sokaklarında kimse elinde sigarası dumanını yüzüne üflemezdi. Tıp ki küçük şehirlerde olduğu gibi oruçlu değilse bile oruçluya olan saygısından kendine has bir mekanda yerdi içerdi.

 

Ama ne demiştik yazının başında: mahalle bizim, merkezi yerler de onların yaşam yeriydi. O zaman sokaklarda ve resmi kurumlarda oruçlu girmek onların alanına girmek oluyor. Onların borusu ötüyor anlayacağınız. O yüzden sesimizi çıkarmamamızı öğütlüyorlar.  

 

Hani olurda ramazan günü mahalleden geçecek olurlarsa ellerindeki sigaraya yazık olmasın diye söndürmeden geçmek için de “mahalle baskısı” icadıyla hala tahakkümlerini sürdürüyorlar. Şu insanlığı bir öğrenemediler ama neyse…Ne acınacak hal ki -insan doğup, kökünü maymunda arayanlara…