[email protected]

 

Çok değil on yıl önce, daha dünyayı yeni yeni tanıma arifesinde iken vardık ÇAYKUR’un kapısına. Hani önceki yazımda da kapı var ya bu kapı da onlardan biriydi. Bu defa erken açıldı kapı girdik binaya.

 

Öyle iş için değil kapı aralama derdimiz, bir dilekçe verip çıkacağız; zati dilekçe bendenizi de ilgilendirmemekte. Hani o zaman başlamışız ya üniversite okumaya okuyan çocuktur eli kalem tutar diye bana yazdırmışlar arzuhali.

 

Bereket versin ki imzayı da bana attırmamış bizim oralılar. 

 

“Bir arzuhalimiz var Müdür Bey”, dedik, önce selam verdik. Sağ olsun bir sıcak çayını içtik, -    “Bak evlat”, dedi dostane şekilde. – “Bu elindeki dilekçe var ya, gelen evrak bölümünden sıra no ister. Hele oraya girdisini yapıver gerisi kolay inşallah”.

 

Sıktı elimizi, sıvazladı omzumuzu, doğrudan tuttuk birinci kat sağ taraf gelen evrak yolunu. Kaç kapı geçtim hatırlamıyorum ama nihayet elimdeki dilekçeyi oradaki yetkili memura veriyorum (memur dedim alınmasınlar, devlette herkese bizim orada memur gözüyle bakarlar).

 

Uzatınca elimdeki dilekçeyi; - “Olmamış bu delikanlı, demesin mi” ben hayret içinde. –“Müdür Bey evrakta kaydettir dedi hatta okudu sorun da yok dedi, şimdi n’oldu ki iki kat aşağı inene kadar”, dedim.

 

- “Olmaz”, dedi, “sen bunu bilgisayarda yazmışsın, dilekçe öyle yazılmaz, el yazısı ile yazman gerekir” demez mi bana. O ana kadar okuduğuma mı yanayım, modern Türkiye masallarına mı uyuyayım. Ne yaptıysak anlayacağınız anlatamadık “Türk Dili ve Edebiyatı” dersinde dilekçe yazma formatına aykırı olmadığımızı.

 

On yıl önce tanık oldum, devlet kapısında bir memurun kendi kafesinde hapis yaşamasına. Şimdi ise bakıyorum da değişen ne var diye, sanki aynı manzara.

 

Bir kanun çıkar meclisten halk olarak seviniriz hatta o kanun uğruna oy bile veririz çıkartanlara. Ama gel gör ki kanun hayatımıza ne zaman yansır, en az beş yıl sonra. Tıp ki “TC Kimlik numaramızla” hala rahat gezemediğimiz gibi. Hala kimlik fotokopileriyle, kırtasiye ile devleti kağıt yüküne boğarız.

 

Kabahat yöneticilerde mi yoksa vatandaşta mı bilmem ama bu ülkede bir de “kabahatler kanunu” var sanırım onu da bilmeyiz. Bilmediğimiz daha ne kadar kanun var bu ülkede.

 

Ama bilmemek çok da sorun olmasa gerek asıl dert edindiğim bir ülkede başbakanın ayrı hizmet alanında yer alan memurların ayrı dilden konuşması.

 

 Birilerinin vatandaş için çalıştığının, vatandaş olmazsa kendisinin de bir anlamının olmayacağının farkına varması lazım. İnşallah o da olur. Zira mevcut sistem hala; “Zorlaştırınız, devletten uzak tutunuz” anlayışına dayalıdır.

 

Bu zihniyet öyle her yere “beyaz masa, hakla ilişkiler birimi” gibi göstermelik makamları açarak iş bilmez ve alanında eğitim almamış torpillileri istihdam etmekle de değiştirilemez.