Eleştiri kültürümüz üzerine makale yazmaya karar verince Türk Dil Kurumunun “Türkçe Sözlüğündeki” “eleştirinin” sözlükteki karşılığına yeniden baktım.
Eleştirinin anlamının; kısaca gerçekler ışığında “tenkit” ederek “doğruyu aramak” olduğunu bir kez daha gördüm!  
Tenkit etmek veya eleştirmek hususu; yapılan bir işin, doğru ve yanlışlarını bulup bunu muhatabına göstermek gayesiyle bir insanın düşüncelerini ifade etmesi olarak tanımlanmıştır.

Tenkit; bir kişinin, herhangi bir siyasi partinin yapıp ettikleri üzerine ya da yazılan bir kitap hakkında, konuyu kendi bakış açısıyla irdeleyip, doğru ve yanlışlarını göstererek anlatması ve ya yazıya dökmesidir de aynı zamanda.
Eleştirinin önemi, muhatabımızda gördüğümüz yanlışların, kendisi tarafından bir kez daha görülerek düşünülmesini sağlaması açısından da çok değerlidir.
O kişi eleştirimizden ikna olmuşsa, gerekirse yanlışına son verebilir ya da ortaya koyduğu her ne düşünce ise ona çekidüzen verebilir.
Son zamanlarda herhangi bir konuda eleştiri yapmak neredeyse imkânsız hale geldi. 
İnsanlar, özellikle siyasetçilere ve siyasetin ortaya koyduğu icraatlara yönelik eleştirilerinde, muhatapları ve onları savunan geniş kitleler tarafından çok büyük “ağır eleştirilere” ve “ağır hakaretlere” maruz kalmaya başladı.

Eğer sizde benim gibi pozitif eleştiri yapan birisi iseniz, eleştirileriniz karşısında almış olduğunuz “negatif cevaplardan” dolayı muhakkak üzülmüş, kırılmış ve öfkelenmişsinizdir!

Daha makalenin başında, şu kanaatimi üzülerek ifade etmek istiyorum.
Maalesef, ülkemiz insanı, eleştiri kültürüne çok ama çok yabancı kalmıştır!
Yapıcı ve objektif bir bakış açısıyla dahi meselelere baktığımızda göreceğimiz gerçek şudur.
Yapmış olduğumuz her eleştiri; adı, sanı, unvanı ne olursa olsun, çok geniş bir kitle tarafından tahammül edilemez bir şekilde hakarete ve ağır eleştirilere muhatap olmaktadır.

Ülkemiz insanının büyük bir çoğunluğu; 
“Haklı olabilirsin, ben bu meselenin üzerinde biraz düşüneyim” veya “eleştirin için çok teşekkür ederim fakat, ben bu noktada sana katılmıyorum" düşüncesinde değildir.

Hâlbuki size hakaret etmeden, aşağılamadan, daha iyisi olsun diye çabalayıp düşüncelerini ifade eden insanlar, sizin düşüncelerinizi geliştirmeniz konusunda size yardım etmiş olmaktadır.

İnsanların “eleştiri karşısındaki duruşu” son zamanlarda ipin ucunu kaçırmış, toplumda adeta “ötekileştirme” nasıl yapılıra dönüşmüştür!
Siyasetçiler başta olmak üzere, aklını ve fikrini birilerinin emrine veren gazeteciler, yazarlar ve sivil toplum kuruluşlarının yetkilileri “yapıcı eleştirilere” kulak kapatarak kendi yandaşları üzerinden hakaret etme yarışına girmişlerdir.
Bu konuda Napolyon’un güzel bir sözü var yeri gelmişken paylaşmak isterim.
“Yapıcı bir tenkit, akıllı insanları güçlendirir. Ahmakları öfkelendirir.”
Bütün bunların hiç kimseye bir faydası olmadığını anladığımız an iş işten geçmiş olacaktır.
Eleştirmek, tenkit etmek bir kültürdür. 

Bu kültürün gelişmediği toplumlarda maalesef önemli bir ilerlemeden bahsedilemez. 
Çünkü eleştiri olmayan bir yerde, ne kadar yanlış yaparsanız yapın, toplumca kabul görür ve üstelik bu icraatların cansiperane bir şekilde savunucuları da bulunur!
Böyle bir cemiyette, insanların huzuru için gerekli olan “eleştiri kültürü” git gide yozlaşır ve bugünkü gibi çirkin bir hal alır.
Okuduğunuz bu makaleyi bana yazdıran nedenlerden birisi, son zamanlarda insanların yapmış oldukları eleştirilere karşılık iktidar yanlıları tarafından haksız bir şekilde; “Fetöcü musun?  ve ya “Vatan haini misin?” şeklinde ifade edilen ipe sapa gelmez yakıştırmalardır! 
Bu durumun terside elbette doğrudur. 

İktidarın ya da kendimiz gibi düşünmeyen bir insanın güzel bir icraatını gördüğümüzde yapmış olduğumuz olumlu eleştiriye; “siz iktidar sever misiniz?”  ya da “bir beklentiniz mi var?” şeklinde, ucuz ve sıradan eleştirilere de tahammül etmek sağduyu sahibi bir insan için bile gerçekten çok zordur. 
Bütün bunlardan bağımsız olarak gözlemlediğim bir durumda şudur.
Sırf “eleştirmek için eleştiri” yapan insanların yaşadığımız toplumda hiçte az olmadığını söylemeliyim.
Düşmanlığından, çekemezliğinden, yetersizliğinden ve sadece kendisi gibi düşünmediğinden dolayı iş olsun diye eleştiri yapan milyonlarca insan var cemiyetimizde.

Bu hastalıklı kişiler makalemin konusu değildir, bunu da ifade etmek isterim.
“Benim gibi düşünmüyor” öyleyse söylediklerinin ve yaptıklarının hiçbir değeri yok, o halde eleştiriyi sonuna kadar hak ediyor düşüncesi üzerine inşa edilen her görüş, tıpkı, haklı olarak getirdiğin eleştirilere karşı söylenen, “sen fetöcüsün” ya da “sen vatan hainisin” cümlesi kadar “hastalıklıdır!”
Yani “bizden olanlar ve bizden olmayanlar” düşüncesi ile eleştiri yapmaya başladınız mı, hiçbir düşüncenizin önemi ve ağırlığı kalmıyor bunu ifade etmek istiyorum!
Bu konuda ülkemizin bir başka açmazı da, insanların her konuda bilgi sahibiymiş gibi eleştiri yapıyor olmalarıdır. 
Hâlbuki insan bildiği konuda ayağı yere basan tenkitler yaptığı zaman daha çok itibar görür.
Bugün hemen hemen her konuda görüş bildiren, haksız eleştiriler yapan bir kesim var. 

Özellikle televizyonlardaki tartışma programlarında “boşboğaz” gibi konuşan bazı insanlar, aklı başında hiçbir kimse tarafından da ciddiye alınmamaktadır.
Araştırmadan, okumadan, incelemeden, eleştiri yapacağımız konu hakkında bilgi sahibi olmadan konuşup yazmak, çamur atmak ne kadar yanlışsa, adil, olumlu ve fayda sağlayacak eleştirilerde bulunmak bir o kadar doğru ve cemiyetin yararınadır. 

Toplumun gözü önünde hayat bulan yanlış bir icraata, ya da dün söylediğinin bugün tam aksi yönünde görüş ifade eden insanlara karşı, şahsi çıkardan kaynaklı gösterilen “cömert teslimiyet”; yaşadığımız cemiyetin en hafif tabir ifade ile söyleyecek olursam, kabul edilemez “ahlakı sorunlarındandır!”
Ayrıca, yapıcı eleştiriler ortaya koyan insanlara karşı, sırf güce yaranmak için haksız ithamlarda bulunmak “dalkavukluktur!”
Unutmayalım ki; dalkavukluktan münafıklığa giden yol, insanın günlük çıkarları için dizayn edilmiş menfaat taşlarıyla döşenmiştir!

Son olarak;
Temennim odur ki; bu makaleyi okuyanlarımızın içinde, en azından bir kısmımız önümüzdeki ve bundan sonraki seçimlerde siyasi partilere ve onların liderlerine körü körüne oy vermez! Yaşadıklarımızı “iyi veya kötü “anlamında sorgular ve seçeceğimiz yöneticilere karşı cömert bir teslimiyet göstermemiş oluruz!
Özellikle içinde bulunduğumuz aşırı kutuplaşmış ortamda ülkemiz tarihi bir seçime giderken; adil bir seçimin hayati önemde olduğunu ve sonuç ne olursa olsun her siyasi düşüncenin milletin kararına saygı duyması gerektiğini hatırlatmak isterim.