Abdurrahman Akın'ın kaleminden....
Tabiat güzelliği dillere destan olmuş, yalı boylarında, sırtlarında, tepelerinde yüzlerce minaresi, Türk-Müslüman İstanbul’da ezan sesi, bilhassa gürültülü motorlu vasıtaların ve düdüklü vapurların bulunmadığı devirlerde beş namaz vaktinde gökyüzüne yükselen ilahi bir terennüm olmuştu.
Güzel sesli erkek çocuklar ve delikanlılar için semtinin mescidi veya camisinin minaresinden ezan okumak, pek yakın zamanlara kadar aşk ile ve şevk ile fırsat olarak gözlenirdi, bu lütfa nail olmak içinde müezzinlere yalvarılırdı.
Hele sabah ezanları, güzel büyük beldeyi, istisnasız hepsi güzel sesli müezzinlerin avazı ile şairane uyandırırdı. Ezandan öncede sala verilir ve bir dini kaside okunur, ezanın musikisine ayrı bir revnak verilirdi.
Rumelihisarı’nın İstanbul’da Türk gücünü temsil eden azametli yapısı yanındaki “Aşiyan”ında sabah ezanları dinleyen Tevfik Fikret’in şu meşhur şiiri, ne manalıdır.
Sabah Ezanında
Allahü Ekber… Allahü Ekber
Bir samt-ı ulvi; Güya tabiat
Hamuşhamuş eyler ibadet
Allahü Ekber… Allahü Ekber
Bir samt-ı nalan; Güya avalim
Pinhan ü peyda, nevvar ü muzlim
Etmekdezikr-i Hallak’ı daim
Allahü Ekber… Allahü Ekber
Bir samt-ı ulvi; Kalb-ı tabiat
Bir samt-ı nalan; Ruh-ı avalim
Etmekte zikri Hallak-ı daim
Etmekte ra’şanra’şan ibadet
Yukarda terennüm ile tam tezad halindeki şu beyit de aynı şairindir.
Bende aşıktım ezan nağmesine
Bir koşardım ki o Allah sesine…
Bir sabah ezanı kasdedilerek yazılmış şu beyit ise, geçen asrın büyük kalender şairi Enderunlu Fazıl Bey’indir;
Naray-ı Hayrünminennevm’i uzatma ey hatip
Bister ü balına aguşumda ol canan yatar
Aşağıdaki manzumede yine sabah ezanı hatırlanarak genç ve güzel bir müezzin şanında yazılmıştır;
Bülbül olur şakır vaktı-ı seherde
Bir nigahıVallah deva bin derde
Uyan aşık uyan hab-ı gafletten
Nasibin al aşktan hem ibadetden
Zaman olmuştur ki İstanbul’un iki, dört, altı minareli büyük camilerinin ikişer üçer şerefeli minarelerinin her şerefesinden ezan okunmuştur. Bir namaz vaktinde, mesela Sultanahmet Camiinde 16 müezzin, Süleymaniye Camiinde 10 müezzinin ezan okuduğu olmuştur. Fakat o seçme güzel sesler öylesine talimli, öylesine ahenkli idi ki, minarelerin şerefelerinden yükselen ve müminleri namaza davet avazları bir ezan korosu halinde duyuluyordu.
Minarenin kapısı daima kıbleye açılır, müezzin de ezana yüzü kıbleye müteveccih olarak başlar, sonra şerefede daima sağa doğru yürüyerek her yöne seslenerek ezana devam eder.
İstanbul’da bir anane olarak; Sabah ezanı; Saba, Dilkeş-Haveren, Öğlen ezanı; Saba, Hicaz, Akşam ezanı; Hicaz, Rast, Yatsı ezanı; Hicaz, Bayatı, Neva veya Rast makamlarında okunurdu.
Sabah ezanından yarım saat ya da kırk beş dakika kadar önce verilen sala da Dilkeş-Haveran makamında verilirdi.
Saladan sonra da bir dini kaside okunurdu.
Zamanımızın en seçkin ve bilgili hafızlarından Sayın Fahri Tükel ezanın okunuşu hakkında bize şunları söylemiştir;
“Ezanda dikkat edilecek hususiyet, tavır ve üsluptur. Ezan nağmelerinin bazı kısımlarında keşide ve bazı kısımlarında kesiklik vardır. Ezanda müessir olan cihet kararlardaki kalıştır. Hangi makamda ve hangi perde ile ezana başlanmış ise aynı makam ve perdede tamamlanması şarttır. Zamanımızda buna riayetten gafil müezzinler vardır. Ezan okuyanlar makamların perdelerine hakkıyla vakıf olmakla beraber seslerin perdeli; güzel ve sürekli nağmeler yapacak kudrette olması lazımdır. Beş namaz vaktinde okunan ezanların mutlaka yukarda kaydedilmiş makamlarda olması icap etmez; musiki bilir bir müezzin, dilediği makamdan ezan okumada tereddüt etmez…”
Ezan mevzuunda tamamen şahsi olan kanaatimi de söylemeden geçemeyeceğim.
Zamanımızda minarelere hoparlör konulmaya başlanmıştır.
İnsan sesi, tabii kudretinin üstüne çıktığı zaman mekanik bir vahşet halini alır; son haddine kadar açılmış bir radyo, ancak bir işkence aletidir. Müezzinin sesini koca bir mahallenin üstüne yayan hoparlör de böyledir; hele sabah ezanlarında, alem derin sessizlik içindeyken salada, ezanda bülbül gibi şakıyan tertemiz insan sesinin yerine hoparlörün yaydığı ses, ancak demagoji ile müdafaa edilebilir. Kaldı ki ibadet bir gönül işidir.
Dergi arşivimi tararken; “Hayat Tarih Mecmuası”nın Aralık 1969 tarihli 11. Sayısında çok önemli bir tarihçi/yazar olan “Reşad Ekrem Koçu”’nun “İstanbul’da Ezan Musikisi” başlıklı makalesine rast geldim ve bu önemli yazıyı sizlerinde okuması gerektiğine inanarak paylaşmak istedim.
Yazı biraz daha uzundu, anlatmak istenilen düşünceye zarar vermeyecek şekilde biraz kısaltarak yazdım.
Yıllardır bu konuda çevreme anlatmaya çalıştığım ama bir türlü kimseyi ikna edemediğim “hoparlörden okunan ezanın” insanı rahatsız eden tarafını Reşad Ekrem Koçu’nun dert ederek yazmasına çok sevindiğimi söylemeliyim.
Hele birde sesi güzel olmayan müezzin tarafından vakit ezanları hoparlörden okunuyorsa rahatsızlığın boyutu daha da artmaktadır.
Bu durum caminin içindeki “iç ezan” okunurken de aynıdır, mikrofon ününde olmasına rağmen, kürsüden vaaz veren ve ya minberde hutbe okuyan hocanın bağıra çağıra yüksek sesle cemaate seslenmesi de aynıdır.
Bu yazıyı herkesin tarafsız ve objektif bir bakış açısıyla okumasını gerçekten çok istiyorum.
Niyetimiz üzüm yemek olduktan sonra korkmayalım bu gibi konularda konuşmaya.
Çünkü, doğruyu ve güzeli aramak bizim en doğal hakkımızdır.
Makaleyi yazarken, yapmış olduğum araştırmada, hükümeti tarafından hazırlanan 14.11.2019 tarihli 75718882-216-E.716418 sayılı “Cami hizmetlerinde verimliliğin artırılması” genelgesiyle, ezan sesinin “70 ile 85 desibel arasında” tutulmasına karar verilmiştir bilgisine ulaştım.
Şahsen bu genelgeye uyulduğunu da sanmıyorum. Bana kalsa bütün camilerin minarelerinden hoparlörleri söker atar, sadece güzel sesli müezzinlerin çıplak sesle okuyacakları ezanlara müsaade ederdim!
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…