Son günlerde medyada beslenme ve gıda çeşitleri ile ilgili haberlere oldukça fazla yer veriliyor. Gün geçmiyor ki organik gıda, tabii gıda, katkılı gıda, hormonsuz gıda, zararlı ve bozuk gıdalarla ilgili bir haber çıkmasın. Bu haberlerden biride genetiği değiştirilmiş bitkisel ve hayvansal gıdalardır.

Yüksek verim ve kaliteli ürünler elde edebilmek için, bitki ve hayvan türleri üzerinde ıslah çalışmaları, eskiden beri yapılmaktadır. Klasik ıslah çalışmalarından elde edilen verimlilik artışı, artan dünya nüfusunun temel gıda ihtiyaçlarının karşılamamaktadır. Elde edilen gıdaların tüketicilere ulaştırılmasında karşılaşılan zorluklar, gıdaların bozulmasına yol açmaktadır. Bilim adamları bu problemi çözebilmek için yeni arayışlar içerisine girmişlerdir. 1953 Yılından itibaren biyo-teknoloji ve gen mühendisliği sahasındaki araştırmacılar, genetik bilgiyi taşıyan, yaşamın şifresi DNA molekülünün keşfedilmesi bilim dünyasında devrim olarak kabul edildi. Böylece canlıların genetik yapısında değişiklik yapmayı mümkün kılan sırlı mekanizmaları keşfetmeye başlamışlardır. İnsanoğlu bu şifreleri çözdükçe, varlıkların sırlı dünyasına daha çok girmişler, Allahın bize sunduğu nimetlerin daha çeşitli ve bol olanlarına kavuşma imkânı bulmuşlardır. Genler, organizmaların özelliklerinin kodlandığı şifreli bilgilerdir. Bir canlı türüne başka bir canlı türünden gen aktarılması veya mevcut genetik yapıya müdahale edilmesi yoluyla, yani genetik yapısı değiştirilmiş yeni canlı organizmalar elde edilmesi, yeni genetik özellikler kazandırılması olayına transgenik organizma ya da genetiği değiştirilmiş organizmalar ( GDO )diyoruz.

1980’li yıllarda başlayan gen mühendisliği (rekombinant DNA teknolojisi) yaptığı çalışmalarla DNA molekülünün farklı parçalarını birleştirerek yeni özellikler kazandırılmış organizmalar elde edilmeye başlandı. Gen mühendisliği yöntemleri kullanılarak bir DNA parçası bir canlıdan başka bir canlıya aktarılabilmekte, doğada uzun yıllar süresince oluşan genetik değişimler bu yöntemler sayesinde çok kısa sürede gerçekleştirilmektedir.

 Biyo-teknoloji hangi alanlarda kullanılıyor?

Biyo-teknoloji ve gen mühendisliği yoluyla geliştirilen teknikler ve yaklaşımlar, başta gıda sektörü olmak üzere birçok uygulama alanı bulmaktadır. En geniş kullanım alanını, hayvancılık ve ziraatta bulmuştur. Biyo-teknoloji araştırmacıları, gıda üretiminde kullanılan bitki ve hayvan mikroorganizmaları ile besinlerin kalitesini, miktarını, güvenliğini, üretim kolaylığını artırmak ve maliyetini azaltmak maksadıyla, genetik farklılaştırma tekniklerini yoğun bir şekilde kullanmaktadırlar. Son yıllardaki gelişmelere en çarpıcı olanları, hayvanların kopyalanması ve transgenik bitki ve ürünlerde ortaya konan yeniliklerdir. Hastalığa dirençli hayvanlar ve zirai bitkiler, besin değeri yüksek lezzetli gıdalar, biyo-teknolojik metotlarla daha kısa sürede üretilebilmektedir.

Biyo-teknolojik uygulamaların tıp alanındaki çalışmaları ise kanserin ve genetik hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılan ölçüm testleri, aşı ve hastalığa göre hususi ilaç üretimi çalışmaları örnek olarak verilebilir. Biyo-teknolojik yolla üretilen ilaçların, dünya ilaç üretimindeki payının 2005’ten itibaren % 15’e çıkacağı tahmin edilmektedir

 Genetiği değiştirilmiş organizmalar zararlımıdır?

Daha çok ABD, Kanada ve Avrupa da üretilerek piyasaya sürülen genetiği değiştirilmiş ürünler, farklı görüşlere yol açmakta ve tartışmalara sebep olmaktadır. Dünyada mutlak doğruyu gerçekleştirmemiz mümkün olmadığından, yapılan bu çalışmalarda da şimdilik olumsuz bir netice görülmemiştir. On beş yılı aşan laboratuar incelemeleri ve saha araştırmaları, yüzyıllardır bilinen metotlarla üretilen besinlerle, genetiği değiştirilmiş ürünler arasında, riskler yönünden bir farklılık olmadığını göstermiştir. Ancak bunun ileride de böyle olacağı kesin olarak söylenemez.

 Mesela araştırmalar, bazı özel durumlarda ciddi alerjik reaksiyonların meydana geldiğini, antibiyotik dirençliliğinin ve toksisite seviyesinin artabildiğini göstermiştir.

Bundan dolayı bu çalışmadan vaz mı geçilsin. Bu konuda sağduyulu davranmak lazımdır. Faydası zararından çok olanı tercih etmeliyiz. Bilim adamları bu sorunların çözümü içinde çalışmalar yapmaktadırlar. Teknolojinin gelişmesine karşı olan lobilerce genetik kirlilik gibi korkutucu bir üslubun kullanılması çokta makul değildir. Organik besin üreticileri de, marketlerdeki Pazar payını artırmak için bu lobileri desteklemektedir. Oysaki genetiği değiştirilmiş ürünlerde, genetik kirlilik, radyoaktif madde ve zararlı kimyevi katkı maddeleri gibi konularla doğrudan ilgili değildir. Çünkü burada dışarıdan herhangi bir yabancı madde ilave edilmemekte, sadece mevcut genler arasında yer değiştirmeler yapılmaktadır.

Genetiği değiştirilmiş organizmalarda ki ahlaki problemler nelerdir?

Genetiği değiştirilmiş yiyecekler, ahlaki ve hukuki problemlere yol açabilmektedir. Vejetaryenlerle, Hıristiyan, Hindu ve Budistlerden bazı gruplar, içinde böcek, hayvan ve insan geni olabilecek meyve ve sebzelerden tüketmek istemiyorlar ve genetiği değiştirilmiş yiyecekleri şüphe ile karşılıyorlar. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla ( GDO ) ilgili çalışmalar yasal olduğundan istemediğimiz halde GDO’lu ürünler yiyor olabiliriz. Bu ihtimali göz önünde bulunduran Avrupa Birliği kanunları, GDO’lu ürünlerin etiketlenmesini mecburi hale getirmekte, tüketicilerin bilgilendirilmesini istemektedir. Aynı şekilde bizim ülkemiz de bu ürünlerin ithalatında ithalatçı firmadan GDO’lu ürünlerin etiketlenmesini zorunlu tutabilir. İslam toplumunda da haram olan bir hayvanın geninin bir bitkiye aktarılmasından haberimiz olmadan bu tür ürünler yiyor olabiliriz. Bu konuda devletimizden talebimiz odur ki:  Müslüman Türk halkının bu hassasiyetlerinin göz önünde bulundurularak bu çalışmayı yapmasıdır.

Sonuç olarak; İlmi çalışmalarda, insanların sadece biyolojik ihtiyaçları değil, ahlaki, dini, kültürel hassasiyetleri de dikkate alınmalıdır ki elde edilen faydalar şüphe ile karşılanmasın.