Bu yazıyı yazarken sadece Çayeli insanlarını düşünerek yazdım. Az bir genelleme Rize ve daha geniş bir bakışla Karadeniz’i kapsar ama sadece yerel olsun istedim. Burada Çayelili erkekler ile farklı bölgeden kimseyi kıyaslamadım. Zaten kıyaslasam Çayeli ağır basar.

 

Şimdi diyeceğim şu ki Çayeli erkeği çalışkandır ama aslında tembeldir!

 

Neden mi tembeldir? Çünkü Çayeli kadını erkeğinden daha çalışkandır da ondan tembeldir erkekler.

 

Bu tembellik aslında zekiliktir de denebilir: Yılın dört ayı çalışıp bütün yıl geçinebilir mesela (Çaykur’u sorgulamıyoruz aklınız kaymasın sağa sola). Günde bir saat çalışarak bütün gün kahvede oyun oynayabilir mesela (işsizliği de sorgulamıyoruz). Ciddi bir işi olmaksızın arabasının modelini güncelleyebilir mesela (gayri meşru işlere yapıyor demiyorum; yazıdan çıkmayalım).

 

Evet. Zekilik biraz ataleti beraberinde getirmiş. Ama aynı zamanda öz güveni de beraberinde. Zekâsını kısa bir süre işleyince bütün günü, ayı ve yılı çıkartabiliyor. Ama gel gör ki kadınlarımız

 

Kadınlarımız sürekli, bağda bahçede; çay toplamada, ot biçmekte… Bütün gün, yağmurda güneşte (pek çıkmaz ama) hep dışarıda kadınlarımız. Peki, onlar hak ettiklerini gerçekten alabiliyorlar mı?

 

Dinlenmek, gülmek, değer verilmek, gezmek, saygı duyulmak onların da hakkı değil mi?

 

Daha yakın günlerde bu siteden okumadık mı gencecik bir ablamızın Sırt Köyü’nde sırtında yüküyle yuvarlanıp hayatını kaybettiğini (Allah’ın rahmeti üzerinde olsun).

 

Neredeyse köylerde yaşayan bütün kadınlarımız her gün aynı kaderi yaşıyorlar ama ya eşleri, erkek kardeşleri… Kimisi alnının akıyla işinde (saygı duyuyoruz), kimisi ganyanda hadi kızım nidalarıyla hayali zenginlik peşinde (kim bilir, oynadığı at gelirse çay bahçesindeki eşini yalılarda yaşatacaktır…), kimisi okullar caddesinde kız peşinde (bu söz bekârlara), kimisi kahvede kaçan papazı ansızın basmanın telaşında (yandan bakmak yok, kızar sonra), kimisi… Uzar bu liste…

 

Genç yaşta Allah nasip etti ülkemin 56 ilini gezip görme fırsatını yaşadım. Gittiğim birçok yerde köylere kadar çıktım ve köy-tarım hayatını gözlemledim haddimce. Ama şu bir gerçek ki kadınını tarlada, bahçede tek başına çalıştıran tek erkek biziz. Sanırım bunun dışında da diğerlerinden hiçbir kusurumuz yoktur.

 

Güzel ilçemde çok kahvehane var (n’lur işsizliği bahane etmeyin), birçok delikanlımız topluma buralardan katılıyor. Vakit geçmiş, gece olmuş, evde çoluk-çocuk akşam yemeğini yemiş ama bizimkiler bir tost, bir meyve suyu, bol sigara ve kahkaha derdinde…

 

Rahmetli babamın bir kuralı vardı ev reisi olarak (Nur içinde yatsın): 1988 yılında eve telefon aldı ve herkese dedi ki “Çok önemli bir şey olmadığı müddetçe herkes akşam yemeğinde sofrada olacak. Mazeret varsa telefon aldım. Bu da jetonlarınız”.

 

Aile olmak kolay değil. Bakıyorum da erkeklerimize çok severek ve ne zorluklara göğüs gererek evlendikleri eşlerini sevgisiz bir dünyanın zindanına hapsediyorlar. Yazık. Topluma yazık. Kazına yazık. Çocuklara yazık. Kendimize yazık.

 

Sevmek; eve ekmek götürmek değildir sadece. Sevmek; karınca gibi eve kendimizi taşımaktır…