Son yıllarda kulağımızın aşına olduğu ve doğal olarak sık sık duyup kullandığımız kavramların anlamını yazarak makaleye öyle başlamak istedim…

Mülteci kime denir?

BM'nin tanımı ile mülteci, "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişidir.

Sığınmacı kime denir?

Sığınmacı, ülkesinden ayrılmış olan ve zulüm ve ağır insan hakları ihlallerinden korunmak için başka bir ülkeye sığınan, ancak hukuki anlamda henüz mülteci olarak kabul edilmeyen ve sığınma başvurusunun sonucunu bekleyen kişidir.

Sığınma hakkı verilen kişi mülteci olmaktadır.

Göçmen kime denir?

Doğup büyüdüğü kendi yurdunu “gönüllü olarak”bırakıp, yerleşmek üzere başka bir ülkeye göçen (kimse, aile ya da topluluk)

Kaçak göçmen nedir, kime denir?

Kaçak göçmen; gittikleri ülkenin otoritelerine kendilerini bildirmeden veya iznini almadan o ülkede yaşayanlardır.

Muhacir kime denir?

Muhacir, Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonlarından itibaren Balkanlar'dan mecburi göç yaşayıp Anadolu'ya gelenlerin genel adıdır.

Türkçeye "Mekke'den Medine'ye göç eden" anlamındaki Arapça sözcükten geçmiştir.

Onun içindir ki, Türkiye de göçmen yerine muhacir tabiri de kullanılabilmektedir.

Kelime anlamı itibarıyla bir yerden başka bir yere göç eden kişi olan muhacir, İslam fıkhına göre bir durum ve statü ifade eden bir kavramdır.

Adı ne olursa olsun, ister mülteci, ister sığınmacı, isterse göçmen ya da muhacir, bu insanlar yanı başımızda; sokaklarda, caddelerde, toplu taşıma araçlarında ve alışveriş merkezlerinde zor şartlar altında bizim gibi hayat mücadelesi veriyorlar.

Üstelik çoğu çok zor koşullarda yaşıyor.

Yeterli beslenemiyor, büyük bir çoğunluğu sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, eğitim göremiyorlar ve çoğu “çöp konteynerlerinin” içindeki çöpleri toplayarak hayat mücadelesi veriyorlar.

İzmir’de yaşayan birisi olarak her gün bunlara şahit olduğumu söylemeliyim.

Metro istasyonlarının girişinde, otobüs duraklarında, alışveriş merkezlerinin önünde kucağında ve yanındaki birkaç çocukla “dilencilik” yapan anneleri görüp üzülüyoruz!

Cadde ve sokaklar bağıra çağıra, sağa sola sataşarak “toplumun huzurunu” kaçıran çocuk ve gençleri de görüyoruz!

Ekmek paralarını kazanmak için özelikle imalat sektöründe sigortasız ve ucuz ücret karşılığı kaçak çalışmak zorunda kalan ve “haklarını” alamayan insanların varlığını da elbette biliyoruz!

Suiistimale uğrayan “kadınların” varlığı asla göz ardı etmiyoruz!

Eğitimden mahrum kalan gencecik çocukların sokak aralarında annelerinin kucağında dilencilik yaptığına üzülerek şahit oluyoruz.

Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesinin bir bölümü dışında bu insanlar her yerdeler!

Kimisi Suriye’den, kimisi Afganistan’dan, kimisi Irak ya da başka ülkelerden “kaçak yollarla” ülkemize gelmiş, “sığınmacı” olmuş, “mülteci” konumunda olmuş ve bizimle aynı havayı teneffüs etmeye başlamışlar.

Bu insanlara savaştan dolayı ülkemize sığındıkları için uzun yıllar “misafir gözüyle” baktık!

Misafirlik savaşın uzamasıyla uzadıkça uzadı ve sonunda; “sığınmacılar” meselesi siyasetin ve siyasetçilerin ana gündem konusu olmaya başladı!

İktidar ve ona gönül verenler zaman içerisinde milyonlarca kişiye ulaşan bu sığınmacılara “muhacir” gözüyle baktı!

Muhalefetin bir kısmı uzun bir süre bu bakış açısına itiraz etmedi!

Son zamanlarda bütün siyasi partilerdeki bu düşünce kökten değişmeye başladı!

Prof. Ümit Özdağ  “Zafer Partisini” kurduktan sonra; “Suriye başta olmak üzere, ülkemize gelişigüzel “göçle” gelen kim varsa geldikleri ülkelerine geri gönderilecektir…” siyasetini dillendirmeye başlayınca başta iktidar partileri olmak üzere tüm muhalefet partileri de “ülkemizde yaşayan sığınmacıların” geri gönderilmesini dillendirmeye başladılar.

Yeri gelmişken şu bilgileri vermek ve “elma ile armudun” nasıl karşılaştırıldığına da dikkat çekmek isterim.

Yıllar önce o gün ki ismiyle Batı Almanya’nın talebi üzerine 1961’de Sirkeci’den Münih’e kalkan trenler, beraberinde umudu, sılayı ve hasreti de taşımıştı Almanya’ya.

Türklerin ilk etapta Almanya’ya geri dönüş amaçlı yani “misafir işçi” olarak düşünülen bu maceralı gidişleri, sonraki zamanlarda şartların değişmesine paralel olarak yerini kalıcılığa bırakmıştı.

Almanya’nın istatistik verilerine göre bugün itibariyle Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türk yaşamaktadır.

31 Ekim 1961’de Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde hayata geçen ülkemizden giden işçilerin yarım asrı geçen bu Almanya macerası sonucu, gurbette beşinci kuşak nesil oluşmuştur.

Bu konu ile savaştan kaçarak Suriye ve Afganistan’dan bilinçsizce akın akın sınırları geçip ülkemize gelenleri aynı değerlendirmek ancak ve ancak kötü niyetle açıklanabilir!

Yarım asrı geçen süre zarfında ancak 3 milyon nüfusa ulaşan Almanya’daki Türklerin aksine, daha on yılda Suriyelilerin ülkemizdeki nüfusu bazı rakamlara göre 7-8 milyona ulaşmıştır.

Denetimsiz biçimde ülkemize giriş yaparak ilk önce sınır şehirlerini mesken tutan daha sonrada büyük şehirlere dağılan bu insanlar, ekonomik, siyasi, sosyal ve güvenlik sorunları yaşatmaya başlamıştır.

Bu durum böyle devam ederse ileriki senelerde göçmenlerden kaynaklı güvenlik sorunlarının artacağı, vatandaşlarımız ve her ülkeden gelen göçmenler arasındaki gerginliklerin ve çatışmaların olabileceğini, göçmenlerin yasa dışı sektörlere dağılarak mafyalaşmaların da olacağı kaçınılmaz bir gerçektir!

Makalenin girişinde özelikle “mülteci, sığınmacı, göçmen, muhacir” kavramlarının karşılığını verdim.

Yani siyasetçilerin bu konulardaki tutumu ve duruşu üzerine yorumlar yapmak derdinde değilim ve zaten aklını kiraya vermemiş herkesin neyin ne olduğunu bildiğini düşünüyorum!

Bu kavramlarla çok benzediğine inandığım, bizim bölgemizde çok kullanılan “yad” kavramı ile olup biteni karşılaştırarak anlatmak istedim.

“Yad’ın” sözlükteki karşılığı “yabancıdır!”

Çayeli Senoz Vadisi yaylaları sadece bu vadinin köylerinde yaşayan insanlar tarafından gidilen ve hayvancılık yapılan yaylalardır.

Atadan dededen bir yaylası olmayan ya da başka köylerde olup, kendi yaylasına değil de başka bir yaylaya gidip hayvancılık yapmak isteyenlerin gittikleri yaylada ki  “statüsü”“yad” ismiyle izah edilirdi.

Gittikleri yaylalarda “yadstatüsünde” kabul gören bu insanlar inek başı ücret öderdi yaylanın asıl sahiplerine.

Yaylalardan “geriye göç” başladığı an “yad” olan insanların “statüsü de”sona ererdi!

Başta Suriye olmak üzere ülkemize gelişigüzel göçle gelen insanların sayısı milyonları aştı.

Devletimiz bu güne kadar ülkemize gelen “yad’lara” milyarlarca dolar harcadı!

“Medeni Batı!” kapılarını çaresiz kalan bu insanlara kapamasına rağmen akın akın ülkemize gelen insanlara devletimiz kucak açtı, milletimiz ekmeğini bölüştü.

Bugün geldiğimiz noktada deniz bitmiştir!

Bu insanların doğum oranları öyle yüksek ki, on yıl, on beş yıl sonra ülkemizin “demografik” yapısı tamamen “yad olan” insanların lehine değişeceği aşikardır!

Onun içindir ki iş işten geçmeden önlem alınmalı ve ne gerekiyorsa bu konuda yapılmalıdır.

Ve bütün bu olumsuzlukları görüp önlem alınsın diyen insanlara; kiracısına fahiş zam yapan, sigortasız göçmen işçi çalıştıran, köydeki akrabası ya da komşusu ile arazı kavgası yapan, sokakta yaşayan göçmenlerin perişanlığını görmek istemeyen, yaylalarına ise ancak “geçici statü” ile “yad” kabul edenler, daha Türkçesi “elini taşın altına koymayanlar”  her şeyi devletten bekleyenler tarafından “muhacir” edebiyatı yada “iktidar dalkavukluğu” yapılarak hakaret edilmesi gerçekten trajikomiktir!

Hele hele bu insanların; “siz ırkçısınız!” demeleri yok mu?

İnsan gerçekten çileden çıkıyor!

Son olarak şunu söylemek isterim.

Kimisi “muhacir” edebiyatı yapsın, kimisi “iktidar dalkavukluğu” yapsın umurumda değil.

Bizim hakikati ifade eden düşüncelerimize itiraz edenler sadece şunu bilsinler; “ben ve benim gibi düşünenler ırkçı değiliz, sığınmacı, mülteci ya da göçmen” adı altında ülkemize gelenler “yad’lardır!”

Bu insanların sağ salim vatanlarına dönmeleri hem en insanı hem de en mantıklı çözümdür.

Ve ülkemize gelen başta Suriyeli ve Afganlı olmak üzere tüm yabancıların “yad’lık statüleri” bitmiş ve ülkelerine geri dönmelerinin zamanı da çoktan gelip geçmiştir!

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.