Yolculuk yapmayı çok severim… Hele kafa dengi arkadaşlarım olursa, tabiri caizse bu yolculuğun tadına  doyulmaz  benim için… 

Hafta sonu kuzenlerimle birlikte İstanbul’a gittik…

Orhan Okumuş, Romyn Teksil Firması sahibi Mehmet ve Cemal Toplak Kardeşlerimle yaptığımız bu İstanbul seyahati gerçekten İzmir’de yaşayan bizler için hem tecrübe hem de İzmir’in kıymetini yeniden hatırlamamız açısından çok verimli geçti! 

İstanbul’da yaşayan dostlarım kızmasınlar ama geri dönüş yolunda yol arkadaşlarımla hemfikir olduğumuz nokta, İstanbul’da yaşayanlara Allah kolaylık versin olduğuydu! 

Ama gülü seven dikenine katlanır misali, İstanbul’da yaşayanların tarihle iç içe olan yaşam mücadelesini de kıskanmamak elde değil tabii ki! 

Cuma gününden geriye dönüşümüz olan Pazar gününe kadar yaşadıklarımızın kısa bir panoramasını yapmak istiyorum... 

İzmir’de doğup büyüyen kuzenlerimin İstanbul’a bakışlarını bizzat gözlemek ve onların üzerinden bu düşüncelerimi sizlerle paylaşmamın sağlıklı olacağını düşünüyorum… 

İstanbul da ki her attığımız adımımızın onlar tarafından hayretle karşılanmasını bizzat gördüm! Öyle ki, ilk gün İstanbul’un konumunu kuzenlere anlatana kadar göbeğim çatladı! 

Gidiş sebebimiz tekstil ticaretiyle iştigal eden kuzenlerimin İstanbul piyasasını daha yakından tanımak isteği olduğundan dolayı, çok fazla dolaşma imkânımız oldu bu seyahatimiz de… 

Onların isteği üzerine, her gittiğimiz yerin tarihi mekânlarını da gezme imkânımız oldu. Merter’de başlayan startla birlikte İstanbul’u tabiri caizse tam manasıyla tavaf ettik diyebilirim! Merter de, yılardır görmediğim sınıf arkadaşım Suat Salihoğlu’nun misafiri olduk ve harika bir kahvaltıyla koşuşturmamıza da başlamış olduk… 

İş dışında ki ilk durağımız Taksim ve civarıydı… Taksim meydanında ki saygı duruşumuzdan sonra İstiklal caddesini bir boydan bir boya yürüyerek Galata Kulesine ulaştık. Kuleden İstanbul’u seyretmenin doyulmaz keyfini yaşadık. İstanbul dışarıdan bakanı kendisine hayran bırakacak harikulade bir tarihi dokuya ve güzelliğe sahip. Ama içine girdiğinizde size bıkkınlık hısı veren bir karmaşanın da merkezi! Arabamızı Taksim meydanın da bir otoparka bıraktığımızdan dolayı geri dönmek durumu vardı ve biz tarihi Tramvaya binerek İstiklal caddesinin bitmek bilmeyen kalabalığını arkamıza bırakarak Beşiktaş’a indik… 

Dolmabahçe’den geçerken Beşiktaş’ı tutan Mehmet ve Cemal’e, Pazar günü sizi çimlere gömeceğimiz yer işte burası diye İnönü Stadyumunu gösterdim! Beşiktaş meydanından sonra Boğaziçi Köprüsüne yöneldik. İstanbul’u boğazdan seyretmenin keyfiyle birlikte Beylerbeyine indik. Amcaoğlum Mustafa ile ayaküstü sohbet ettik ve Üsküdar’dan Kadıköy’e geçtik… 

Otel işini uzun uğraşlardan sonra hallettikten sonra Kadıköy altı yolda bulunan meşhur “Ramız” köftecisin de köftelerimizi yerken saat gece 23’sular civarıydı. Oradan Bağdat Caddesi ve Moda ya indik. 

Cumartesi sabah kahvaltısını kaldığımız otelin üst katında boğaz manzarası eşliğin de yaparken geçtiğimiz günlerde talihsiz bir şekilde yanan Haydar Paşa Garını ve sabah sabah insanların koşuşturmalarını izledik… 

Arabamızı Kadıköy’de bırakarak Vapurla Eminönü ne geçtik. Boğazdan geçerken ben kuzenlere mihmandarlık yapmaya çalışıyordum. Her gördükleri tarihi yapıyı soruyor ve okkalı cevaplar istiyorlardı! Nihayet Eminönü ne geldiğimizde asıl gitmemiz gereken Mercan yokuşuna giderken tarihi Kapalı çarşıyı da gezme imkânımız oldu. 

Mercan yokuşu bittiğin de bizde bitmiştik! Mercan yokuşunun bitiminde ki tarihi “Kılıç Paşa Camii” ve hemen karşısın da bulunan Beyazıt Meydanını gezdik. İstanbul Üniversitesinin meşhur kapısında resim çektirme telaşına düşen Orhan kardeşime inat biz diğer kuzenler meydanın etrafında ki tarihi dokuyu temaşa ediyorduk! 

Beyazıt den sonra ki durağımız İstanbul’un bir diğer uzak yeri İsçot çarşısıydı. Bizim gibi İzmir’den gelenlerin anlamakta güçlük çektiği İstanbul trafiği içerisin de gideceğimiz yerlere en kısa zamanda ulaşmak isteği, insanı canından bezdiriyor doğrusu!

Oradan geri dönüşümüz Karaköy oldu. “Yerebatan Camisi” İstanbul’un gizli kalmış hazinelerinden bir tanesi doğrusu. Camii gezdikten sonra Eminönü ne balık ekmek yemeye geçtik. Doğrusu o kadar özlemiştim ki burada balık ekmek yemeyi anlatamam… Daha sonra yol arkadaşlarımla birlikte geç vakitlerde Kadıköy’e vapurla geçtik Eminönü’nden…

Şu hakkı da teslim etmek istiyorum. İstanbul’da ki tarihi eserlerimize çok güzel bakılıyor. Tarihi eserlerimiz restorasyon ve çevre düzenlemeleriyle birlikte geçmişte ki izbe görüntülerden kurtulmuş olması benim gibi tarihe ve tarihi eserlere değer verenleri memnun eden bir gelişme doğrusu… 

Gece saat 03 e kadar Kadıköy de zaman öldürdükten sonra İzmir’e geri dönüş yoluna girdik. İzmir’e geldiğimiz de kuzenlerin sevincine diyecek yoktu doğrusu! Öyle ki, Mehmet Kardeşim “Ey İzmir bir daha senin gecekondularından, beceriksizce yöneltildiğinden bile şikâyet etmeyeceğim” diye felsefi bir söz bile etti! 

Ama kuzenler bu duygudayken ve “İstanbul’un en sevilen yanının İzmir’e geri dönüşü olduğunu” düşünürlerken, ben bir tarafımın “Payitahta” kaldığını açık yüreklilikle ifade edebilirim!... 

Görüşmek üzere, Allaha emanet olunuz…