Gazete sayfalarından, TV ekranlarından ve yaşadığımız çevrede o kadar çok olumsuzluklarla karşılaşıyoruz ki; inanın bana ne yazasım ne konuşasım ne de her hangi bir sosyal faaliyetin içine giresim geliyor. Belki hayata dair kırgınlıklarımı sizlerde zaman zaman benim gibi yaşıyorsunuzdur. Riyakârlığın, çirkefliğin, adam kayırmalarının, menfaatperestliğin ben yaptım oldu anlayışının hakım olduğu bir cemiyette, bezginliğimi sizlerle paylaşmak istedim sadece. Şöyle bir düşünüyorum da yaşadığımız bu cemiyet sorunlarını ahlaki kaygılardan uzak sıradan insanların üzerinden halletme yanlışlığı içerisinde maalesef.

Hayatım boyunca hep olumlu düşüncelerin insanı olmaya gayret etmişimdir. Olumsuz düşüncelerimi canavarlaşmadan yok etmenin gayret içinde çırpınıp durmuşum. Gelin görün ki; artık geleceğe dönük umutlarımı yavaş yavaş kaybetmek üzereyim! Kendime bile bazen inanamıyorum dostlarım. Ne oldu da yirmili yaşlarda dünyayı kurtaracak, bir şeyleri değiştirebilecek umudu olan ben bu düşüncelerin adamı oldum. Ben bile kendi halime acımaya başladım inanın bana… Okumak, anlamak, sorgulamak ve uygulamak olarak idealize ettiğim hayat serüvenimi dumura uğratan kırgınlıklarım var artık benimde.

Bu durum bugünden yarına olan bir şey değil elbette. Etrafıma bakıyorum ve insanların umutsuz, karamsar geleceğe dair söz söyleme yeteneklerinin kaybolduğunu müşahede ediyorum maalesef. Şimdi sizi teferruatlı bir örneklendirmenin içinde boğmayacağım. Ama şunu ifade edeceğim sadece. Benim ifade etmeye çalıştığım bakış açısına eğer sizde katılıyorsanız, her gün aldığınız okuduğunuz gazetelere, seyrettiğiniz televizyonlara yaşadığınız çevreye lütfen birazda sorgulayan bir akılla bakın, neler ve neler göreceksiniz o zaman.

Bugün geldiğimiz noktanın tek bir izahı da yoktur ve bir sayfa yazıda bunu irdeleyemeyeceğimi de biliyorum. En azından benim böyle bir yeteneğim olmadığının farkındayım. Şimdi sorabilirsiniz, bu karamsarlığın arkasında ne var diye? Bir cümleyle de olsa şunu söyleyebilirim ki; maalesef insan olma erdemlerimizi yavaş yavaş kaybettik ve maddi çıkarlarımız için, bütün bir hayatımızın anlamını oluşturması gereken değerlerimize sırt çevirdik.

Şimdi diyebilirsiniz, tamam yazdıklarına katılıyorum ey yazar ama ne yapmalıyız nasıl bir yol izlemeliyiz ki; hayatımızı yeniden anlamlandıralım, dereyi yeniden yatağına sağ salım akıtabilelim diye? Bende size diyorum ki, yok öyle yağma, kel ilaç bulsa başına sürecek. Ama kendimle ilgili bir çıkış noktası bulmadım değil! En azından kendimle ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmak boynumun borcu olsun.

Ben şöyle düşünüyorum, üç çocuğumu alayım Çayeli’ne Senoza Başköy’e avdet edeyim. Eskisi gibi olsun her şey yanı… Tarlalarımızı ekip biçeyim, ormandan odunumuzu edelim, yaylalarımıza çıkalım hayvancılık yapalım! Yanı kısaca kaçayım köyüme diyorum… Ben bu düşüncemi hayata geçireceğim geçirmesine de, ya diyorum yarın oğlum büyür de, sevgili babacığım “mademki kendine güvenmiyordun, ne diye benim ismimi Necip Fazıl koydun” der diye endişe ediyorum!

Ruhumda ki bezginliğimi en iyi ifade eden Üstadın şu şiiriyle yazımı nihayetlendirmek istiyorum,

 

“Seni dağladılar değil mi kalbim, Her yanın, içi su dolu kabarcık

Bulunmaz bu halden anlar bir ilim; Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.

Sensin gökten gelen oklara hedef, Oyası ateşten işlenen gergef .

Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!

Allaha emanet olun, görüşmek dileğiyle…