Hayatın onca sıkıntısı arasın da öz benliğinden uzaklaşan inan, kendisini nasıl,ne şekilde yeniden toparlayacak?

 

Kendimizi, sürekli kendi dışımızda anlamak ve anlamlandırmak derdindeyiz maalesef. Doğal olarak bu anlayış bizi nefs muhasebesinden uzaklaştırmakta ve kendimizden kaçmamıza vesile olmaktadır!

 

Düşünürken, düşündüğümüzü ifade ederken de, kendimizi, vicdan kantarımızdan geçirmek derdimiz sanki nihayi düşüncelerimizin tezahürü değil gibi geliyor bana…

 

Yanlış düşünmek, hatalı tespitler yapmak, insan doğasında var olan şeyler. Öyle düşüncelerimiz ve onun yansıması öyle hatalarımız var ki, insanın kendisini ve çevresini zarar verebilmekte…

 

Kendimizin olmadığı düşünceleri ifade etmek, onunla her karşılaştığımızda bizi duygu ve düşünce bunalımına itmektedir…

 

İnsan kısa mesafe koşucusu değildir. Bu tespite her birimiz katılmamıza rağmen ,düşüncelerimiz de ve aldığımız kararlarda maalesef inandığımızın aksine davranmaktan da geri durmuyoruz!...

 

İnsanın kendini inanmadığı şekilde tarif etmesi ya da ifade etmesi,bana öyle geliyor ki,hayata dair sıkıntılarımızın asıl kaynağını oluşturmakta….

 

Bu durum, ben her ne pahasına olursa olsun, mutlu ve huzurlu olayım,benim dışımda ki dünya nasıl olursa olsun mantığının en barız şekilde yansımasının resmidir…Kendi inandıklarını unutarak,hayat sürdüğünü düşünmek insanı nereye kadar götürebilir ki?

 

Kendisiyle baş başa kalan insan, biliyor ki, inandığı şey, dışa yansıyan görüşleri değil, perdelediği,kendisini haps ettiği vicdanının sesinde duyduğu gerçekleridir!

 

İnsanın düşüncesi, hele vicdanı, onu, yaratılanlar arasında farklı kılan en önemli değeridir… Bu hikmetin sırrına varan insan,hayatı,onun manasını,bu hayatta ki dramları,sorunları,isyanları elbette görüyor ve görebilmelidir de…

 

Bu hakikatleri arayan insan bana göre imtihanın sırrına vakıf olmuş demektir. Düşünen insanın hikmet arayışında ki en büyük yol göstericisi onun vicdanıdır. Eğer vicdanımızı ,günlük gelişmelere ve menfaatlere peşkeş çektiriyorsak “insanın kendisini bilmesi” diye özetleyeceğimiz “şuurumuz” yok demektir….

 

İnsanın bu çıkmaz sokağı, günlük menfaatlerden, ihtiraslardan, taklitlerden kurtulamamış, sadece kendisini düşünen bir başkasını düşünmeyen insan profilinin cemiyete olumsuz yansımasının temel nedenidir.

 

İnsan bu hayat macerasında mutlu, huzurlu olmak istiyor bu doğru ama kendi hayatını yaşanılır kılmak için kendi dışındakilerin de mutluluğunu düşünmek zorunda değimlidir? Bu soruyu her insan kendi yüreğine  sormalı ve vicdanlı cevap vermelidir…

 

Böyle bir yazı kaleme almamın sebebini bana sorabilirsiniz elbette… Hafta da bir de olsa sizlerle bu sayfa aracılığıyla buluşuyor dertleşmeye çalışıyor düşüncelerimi aklı ve vicdanı süzgecimden geçirerek sizlere ulaşıyorum. Bu toplum maalesef, itirazı ve derdi olmayan bir kalabalıklar yığını haline geldi! Bu durumu irdelemek ve her birimizin fıtrattan gelen güzelliklerimize geri dönmemiz gerektiği konusunda ki umutlarımı sizlerle paylaşmak adına yazmaya çalıştığımı söyleyebilirim...

 

Yazdıklarımı daha veciz bir şekilde ifade etmesi bakımından yazımın sonunda Cemil Meriç’e sözü bırakıyorum “Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak,zekanın daha işlek,ruhun daha huzurlu olması demek. İçlerinde böyle bir canlılık, böyle bir hayat çoşkunluğu duyanlar dünyanın biricik hakimleridir”

 

Son günlerde vizyona giren ve Rize’miz de çekilen sinema filminin adın da olduğu gibi insan bu durumu anlamak ve anlamlandırmak için bir kez daha “yüreğine sormalıdır” çevresinde olup bitenleri….

 

Görüşmek üzere,Allaha emanet olun……