Çayın Tarihçesi

Çayın tarihçesinin ve tesadüfen ilk kullanımının milattan önce 2.000’li yıllara kadar uzandığı düşünülmektedir. Rivayete göre hastalık bulaşmasından çok korkan Çin İmparatoru Shen-Nung sürekli kaynamış su içmektedir ve bir gün rüzgârın savurduğu çay yaprağının fincanına düşmesi ile insanlık çay ile tanışır ve ilk zamanlarda ilaç olarak onda şifa arar. Tabiatta bulunan vahşi çayın ıslah edilmesi ile Çin’de zamanla çay sektörü oluşmaya başlar ve Zen Rahiplerinin Japonya’ya götürmesi ile yayılma sürecine girer. Japonya’da çok sıkı korunan bahçelerden çalınan çay milattan sonra 800 ve 900’lü yıllarda ipek yolu üzerinden Avrupa’ya ulaşır. Çayın damga vurduğu en büyük tarihsel olay ise 16.Aralık.1773 günü Amerika’nın Boston Limanı’nda yaşanır. Yedi yıl savaşlarından çıkan Birleşik Krallığın bütçe açıklarını kapatmak için vergilere boğduğu kolonilerde ki vatandaşları sembolik olarak İngiliz Sömürge Sistemi’nin bir organı olan Doğu Hindistan Ticaret Şirketine ait üç gemide bulunan çay çuvallarını Kızılderili kıyafetine bürünerek denize dökerler ve “Boston Tea Party” olarak adlandırılan bu olay Amerikalıların İngiltere’ye karşı giriştikleri bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı sayılmaktadır.

Türklerin Çayla Tanışması

Türkler her ne kadar ilk olarak Orta Asya’da çay ile tanışmışlar ise de çayın Türk toplumunda sevilmesi 19.Yüzyılda İstanbul’a getirilen ithal çaylar ile başlamıştır. Osmanlı döneminde Bursa’da yapılmak istenen ilk çay üretimi başarısızlıkla sonuçlanmış, daha sonra Çinli bir girişimcinin çay yetiştirmede Gürcistan’da sonuç alması ve bu gelişme üzerine Doğu Karadeniz bölgemizde yapılan araştırmalar neticesinde 1923 yılında Zihni Derin tarafından Rize’de bir fidanlık kurulmuş, ancak ilk başlarda halkın ve devletin gereken önemi vermemesi üzerine dağıtılan çay fidanlarının telef olmuştur.

Savaş öncesi para kazanmak üzere Rusya’nın çeşitli yörelerine giden Rizelilerin savaştan sonra bu olanaktan mahrum kalmaları, ülkenin içerisinde bulunduğu zor koşullar, işsizlik ve yoksuzluk nedeni ile bölgede huzursuzluk artmıştır. Bunun üzerine çözüm arayan devrin hükümetinin konuyu TBMM’ne getirmesi ve yapılan yoğun görüşmeler sonucunda 6.Şubat.1924’de çıkarılan 407 Sayılı ‘Rize Vilayeti ile Borçka kazasında Fındık, Portakal, Mandalina, Limon ve Çay Yetiştirilmesi hakkında ki Kanun ile bölgede ki tarımsal üretim desteklenmeye ve geliştirilmeye çalışılır. 1935 yılında bölgeyi ziyaret eden dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün çay üretimine sahip çıkması, gönderdiği heyetlerin çalışmaları ve 1938 yılında Rize Çay ve Fidanlıklar Müdürlüğü’nün canlandırılması neticesinde bölgenin makûs talihi değişir. İleriki yılarda çıkarılan 5684,6133 ve 6757 Sayılı Kanunlarla çay üretimi teşvik edilmiş, çay ekili alan artmış, ilk çay fabrikası 60 Ton/Gün kapasiteli olarak 1947 yılında Rize Merkezde faaliyete geçmiştir. Günümüzde takriben resmi rakamlara göre 767.000 dekarlık bir alanda ikiyüzdörtbin civarında üretici çay tarımı yapmakta ve sayıları bir milyona ulaşan Türk İnsanı geçimini çaydan sağlamaktadır. Kafkas Dağlarının korumasında özellikle Rize’nin mikro klimasında hâkim ılık ve bol yağışlı iklimi çok seven nazlı çay bitkisi kimi zaman bin metreye ulaşan engebeli arazide çok zor şartlar altında yetiştirilmekte, bakımı ve toplanması büyük cefa gerektirmektedir. Çay bitkisi ekili olduğu alanlarda başka bir ürün yetiştirilmesine izin vermez ve çay tarımı yapılan eğimi yaklaşık %80’e ulaşan Doğu Karadeniz’in tipik arazileri de başka ürünün yetiştirilmesine uygun değildir. Bu özellikleri itibariyle ve bölgenin coğrafi yapısı nedeniyle çay ülkemizin çok önemli bir tarımsal zenginliği, Rize’nin vazgeçilmez değeri, Rizelinin ise alternatifsiz ekmek teknesidir.

Türkiye’de Çay Üretimi ve Önemi

Çay zaman içerisinde Türk İnsanının sofrasının en önemli unsuru “ekmek somunu”, ile özdeşleşmiş, yemeklerin, sohbetlerin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Çaya ülkede artan talep önceleri yerli üretimin yanı sıra ithalat ile karşılanmaya başlansa da 1965 yılından itibaren yerli kuru çay üretimi iç piyasa ihtiyacını karşılayacak seviyeye ulaşmıştır. 1971 yılına kadar çay yetiştirme, alım, işleme, paketleme ve pazarlama faaliyetleri Tekel Genel Müdürlüğünce yürütülmüş, bu yıldan itibaren çıkarılan 1497 Sayılı Kanunla kurulan Çay Kurumu bu görevleri üstlenmiştir. Fiilen faaliyete geçmesi 1973 yılında gerçekleşen Çay Kurumu daha sonra 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tadil edilen 2929 Sayılı Kanunla 1982 Yılında Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür. Daha önce Çay Tarımı, Üretimi ve Satışı Devlet Tekelinde olan çay piyasası 1984 yılında çıkarılan 3092 Sayılı Kanun ile serbest bırakılmış ve daha önce çıkarılan 3788, 4223 ve 6133 Sayılı Kanunların ilgili hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. 1994 yılında çıkartılan 4046 Sayılı “Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanunun 35. Maddesi” uyarınca bir Kamu İktisadi Kuruluşu olan Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (ÇAY-KUR) statüsü İktisadi Devlet Teşekkülü olarak değiştirilmiştir. Bugün ÇAY-KUR 46 Adet fabrikası, 3 adet paketleme tesisi ve yıllık 110.000 Ton düzeyinde ki kuru çay pazarlama potansiyeli ile sektörün %65’ini elinde tutan dev bir kuruluş, çok önemli milli bir değer ve çay üreticisinin en büyük sigortasıdır. İleride değineceğimiz konuya bir parantez açacak olursak, ÇAY-KUR bu yapısı ve potansiyeli, ilaveten tüm yurt sathına yayılmış bayileri, pazarlama ağı, satış olanakları ile aslında kendi başına bir ürün ihtisas borsasıdır.

Ülkemizde çay pazarının yılda bir milyar ABD Dolarını aştığı tahmin edilmektedir. İrlanda’dan sonra dünyada en fazla çay ülkemizde içilmekte ve yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 100 kişiden 96’sı her gün çay içmekte, yıllık kişi başı çay tüketimi 2,80 kg düzeyine ulaşmaktadır. İrlanda’da ise bu rakam yıllık kişi başı 3,00 kg’ dır. Kabaca bir hesapla Türkiye’nin yıllık kuru çay talebi 200.000 Ton civarındadır. Tüketimin bu oranda yüksek bir düzeyde bulunduğu ülkemizde çay üreticisinin sıkıntıya düşürülmesi, sistemin tıkanması hayrete şayandır. 1980’li yılların başında çayların denize dökülmesi ile başlayan yanlış politikalar, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlı Araştırma Enstitüsünde yeterli teknik eleman ve donanımın bulunmaması, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Araştırma Enstitülerinde çay ile ilgili araştırmaların yapılmaması, yanlış makine parkı ve ekipman seçimi, kalitesiz kuru çay üretimine göz yumulması, gerekli AR-GE faaliyetlerinde bulunulmaması, stratejik planlamanın yapılmaması, fabrikaların elzem rehabilitasyon ve yenileme işlemine tabi tutulmaması, yanlış istihdam gibi ülkemizin klasik sorunlarından kaynaklanmaktadır. Girdilerin arttığı sorunların çoğaldığı ortamda gerekli tedbirler alınmayarak, sağlıklı, üreticiyi destekleyici çözüm yolları aranmayarak çay kaderine terk edilmek istenmektedir.

Ülkemizde Tarımın Bilinçli Olarak Yok Edilmesi ve AB ile ABD’de Durum

İki başbakanı ile övünen Rizelinin çayının bugün içine düştüğü bu açmaz ülkemizde tarımın bilinçli olarak yok edilmesi projesinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir.  Özellikle 2002 Yılının Kasım Ayında AKP iktidara gelmesi ile hız kazanan bu politikalar AB ve ABD’nin Türkiye’yi içerisine düşürmek istedikleri bağımlı, kendine yetmeyen zamane sömürgesi bir Türkiye yaratma çabalarına yöneliktir. Aç kalan çiftçilerin büyük şehirlerin varoşlarına göç ederek kömür, makarna yardımları ile oy kullanmalarının yönlendirilmesi ise ülkemizde tarımı çok bilinçli olarak yok etmek isteyen küresel güçlerce AKP’nin teslimiyetçi ve işbirlikçi iktidarını devamının bir sigortası olarak değerlendirilmektedir. Bugün Atatürk ne dedi ise tam tersi yapılmaktadır; Atatürk1923 yılında yaptığı bir konuşmada “ Milletimiz çok büyük elemler, mağlubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır. Çünkü Türk Çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elinde ki sapanla topraktan ayrılmadı. Eğer Milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık” demekte ve “milli ekonominin temeli ziraattır, Türk Köylüsünü Efendi yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez” sözleri ile bugün AB ve ABD’nin kendi çiftçilerine uyguladıkları desteğe işaret etmektedir. Anadolu coğrafyasında bulunan Türk Milleti’nin zirai üretim olmadan, tarımda kendi kendine yetmeden payidar olması mümkün değildir.  Pahalı, çok kaynak tüketiyor, nüfusunuzun sadece %8’i tarımda kalsın, siz üretmeyin biz size para verelim şeklinde ki AB ve ABD söylemleri ile yok edilecek tarımsal üretim ve ürün zenginliği sonucunda bağımlı hale gelecek toplumun yarın doğacak gıda ihtiyacının bedeli yoktur. Dünyada görülmeyen bir örnekle Türk Çiftçisine sen üretme oturduğun yerden para al ne gerek var ekip biçeceksin diye maaşa bağlayıp, tembelleştirip, üretimden koparanların kendi çiftçileri sağlanan desteklerle refah içerisinde yaşamakta, AB ve ABD kendi üreticisinin yaşam standardı düşmesin diye büyük mücadele vermektedir. Bazı ülkelerde çiftçilere ürün bazında sağlanan destek tutarları şu şekildedir,

AB         114 Milyar ABD Doları

ABD         54 Milyar ABD Doları

Japonya   58 Milyar ABD Doları

Hindistan   7 Milyar ABD Doları

Zirai gayrisafi hasıla yani tarımsal üretim değeri temel alındığında oransal olarak sağlanan sübvansiyon

İsviçre     % 73,00

Japonya   % 65,00

AB           % 49,00

ABD         % 24,00

Hindistan   %6,50

Örnek olarak verecek olursak çiftçilerine Fransa’nın 9,5 Milyar Avro, Yunanistan’ın 3 Milyar Avro düzeyinde destekleme primi sağladığı ortamda Türkiye’de iki başbakanlı Rize’de ve çevre illerde hükümet ikiyüzdörtbin üreticisinden, bir milyonu aşkın vatandaşından ileride detaylı bir şekilde ele alınacağı üzere kabaca bir hesapla 50 Milyon Avro sübvansiyonu, yani desteklemeyi esirgemekte, üreticinin teminatı ÇAY-KUR’u sessizce ortadan kaldırmak için çare, yol aramaktadır. Hatta daha da ileri giderek 2008 yılında açıkladığı zaten çok yetersiz olan destekleme priminin bir kısmını üreticinin cebinden geri almakta, mağduriyeti daha da artırmaktadır. Çay üretimi konusunda göz boyamak amacıyla borsası örnek olarak alınmaya çalışılan Hindistan üreticisine yıllık 7 Milyar ABD Doları destek sağlamasının yanı sıra ülkesinde yetişen ve kendi kendine yeten tarımsal ürünlere %2000 (yüzde ikibin)  gümrük koruması uygulamaktadır.

Türkiye’de AB ve ABD talimatı ile kademeli bir şekilde tarımın yok edildiği ortamda AB’den aldığı kaynaklarla birlikte tarımına 55 Milyar Avro doğrudan sübvansiyon sağlayan Almanya çiftçilerinin yanı sıra tarımsal üretim yapan işletmelere ve fabrikalara da ayrıca destek sağlamaktadır. Bizde şeker pancarı üreticisinin açlığa terk edilmesini isteyen AB Üyesi Almanya Şeker Üreticisi Südzucker AG’ye (yani Güney Şeker Fabrikaları A.Ş.) 82 Milyon Avro, August Töpfer Hamburg Tarımsal Ürünler Ticaret’e 60,8 Milyon Avro, ülkenin en Mandırası Nordmilch 52 Milyon Avro doğrudan destekleme primi almaktadır. Listede en ilgi çekici üretici ise 5,6 Milyon Avro sübvansiyon alan, bizde de market raflarında çokça görünen Merci ve Nimm2 Çikolatalarının üreticisi August Storck şirketidir. Dünya endüstriyel ve kimyasal ürünler ihracatında ilk üçte bulunan ağır sanayi devi Almanya’nın kendi tarımının idamesi, çiftçisinin bekası  için  bizdeki zihniyetle tarımsal üretime ne gerek var ucuza ithal ederiz, çiftçi çok masraflı oluyor zihniyetinin aksine izlediği yol örnek olmalı ve ibret alınmalıdır. Ülkemizin milli çıkarlarının teslimiyet, bölünme, teröristlerle kucaklaşma, Türk Dünyasından uzaklaşmada olduğuna inanan on iki kötü adam misali Almanya’da bazı basın kuruluşlarının devletin bu tarım politikasını ve özellikle tarımsal üretim yapan özel şirketlere sağlanan doğrudan desteği eleştirmesi üzerine hükümet ülkede sağlanan tarımsal sübvansiyonlar hakkında yayın yapılmasını ve rakamların açıklanmasını yasaklamıştır. Bu yasaklama üzerine AB Organlarından ve Komiserlerinden yükselen itirazi sesleri ise Alman Bakan bu benim Milli Meselem siz karışamazsınız şeklinde çok sert bir açıklama ile susturmuştur.

Onların zirai ürünlerinin ithali neticesinde bizim çeltik, mısır pamuk üreticimizin yokluğa terk edilerek bir bakanın oğlunun cebine bir gecede yaklaşık 500.000.-TL konmasına karşın ABD orta halli bir çiftlik işletmesine yılda 360.000.- ABD-$ destekleme primi vermekte, ayrıca doğrudan tarımsal ürün alımı da yaparak sektöre kaynak aktarımını daha da genişletmektedir. ABD’nin bu tarım politikalarını savunan bir siyasi ileride petrol bittiğinde araçlarımız durabilir, taşımamız felç olabilir, ancak bilim açlığa ve çıplaklığa çözüm bulamaz, yarın aç kalan insandan talep edilemeyecek bedel yoktur, onun için topraklarımızda hayvansal ve zirai üretim sürekli kılınmalı, çiftçilerimiz ilelebet payidar olmalıdır demekte, Yüce Önder Atatürk’ü bağımsızlığın ve milletin bekasında tarımın önemi anlayışı açısından adeta örnek almaktadır.

Bizde ise hükümet teslimiyetçi anlayışından kaynaklanan büyük bir ön görüsüzlük içerisinde düşük fiyattan çay ithal edip Rizelinin daha da mağduriyetine sebep olan aşırı kar düşkünü çay ithalatçısını veya kaçakçısını korurcasına yakalanan kaçak çayların imhasından vazgeçerek bunları açık artırma ile satmaya yönelik uygulamalara imza atmaktadır.  Böylelikle koruma daha da gevşetilmekte, Dünya Ticaret Örgütü karşısında %145 düzeyinde ki gümrük korumasının yıllık %10 indirilmesi taahhüdü ile Türkiye’de çay üretiminin ortadan kaldırılması hedefine adım adım yürünmektedir.

I.BÖLÜMÜN SONU, DEVAM EDECEK, DİĞER BÖLÜMLERDE ELE ALINACAK KONULAR, SÖMÜRGECİLİK VE ÇAY TİCARETİNİN GELİŞİMİ, EMTİA YANİ ÇAY İHTİSAS BORSALARININ KURULMASI, TARİHSEL GELİŞİMLERİ, AMAÇLARI, DİĞER ÜLKELERDE ÇAY ÜRETİMİ, RİZELİ’YE VE ÇAY ÜRETİCİLERİNE KURULAN TUZAK, ÜRETİCİNİN TEMİNATI ÇAY-KUR’U SESSİZCE ORTADAN KALDIRMA PLANI, ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER.