Asırlık müttefik, Avrupa'da Türklerin yegane dostu ülke olarak bildiğimiz Almanya'ya bugünlerde ne oluyor ? Nedir bu düşmanca tavır ? Nedir  bu Alman Siyasetçilerin Türkiye'yi  bölmek ve parçalamak için terör örgütlerine adeta yardım ve yataklık yapmada  bir birleri ile yarışırcasına göz karartmışlık hali ? Bu sorunun cevabını bulmak için aslında üç tarihi kesişme noktasına gitmemiz gerekiyor. Ancak bunlardan en önemlisi 1980'li yılların başlarıdır. Bu dönemde 12 Eylül Askeri Darbesinden kaçan markist-leninist militanlar, bölücü hainler ve Atatürk Düşmanı radikal unsurlar Alman Devleti'nin aslında Polonya'da ve diğer Doğu Bloğu Ülkelerinde bulunan Soydaşları için hazırladığı son derece geniş ve liberal iltica hakkından faydalanarak bugün FETÖ/PDY terör örgütünün Türk Devletine nüfuz ederek kilit noktaları ele geçirmesi gibi Alman Toplumuna sızmışlar, yıllar içerisinde kanaat önderi pozisyonlarına, etkili sivil toplum örgütleri yönetimlerine, basın ve yayın kuruluşlarında önemli noktalara gelmişler, toplumun her kesiminde çok güçlü yapılar oluşturmuşlar, Almanya'yı bölücü terör örgütünün en önemli lojistik ve finansal üssü haline getirmişlerdir. Bunlardan bazıları ve çocukları daha da ileri giderek siyasete atılmışlar, tüm siyasi partilerde Federal Milletvekili, Bakan Konumlarına kadar yükselmişledir. Bunun en son örneklerinden bir tanesi de Ermeni soykırımı yalanına ilişkin tasarıya Federal Parlamento'da olumlu oy vererek kendi atalarına, dedelerine dahi  katil, soykırımcı damgası vurmaktan çekinmeyen on bir kansızdır. Bunlar sağ, sol, aşırı sol, yeşiller ve liberal bütün düşünce yapısında ki partilere eşit dağılmışlardır. Yani siyasi yelpazenin tüm noktalarında ki bu gafiller asıllarını inkar ederek Türk ve Türk Devleti düşmanlığı ortak paydasında buluşmuşlardır. Bu odaklara Almanya'da son derece güçlü bir yapıya sahip olan FETÖ de başta mali konular olmak üzere her alanda ciddi bir destek vermektedir. Bunun en son kanıtı ise Almanya'da ki yakınlarını ziyaret etme, onların özel günlerini paylaşma  yolunda türlü vize eziyeti çeken yüz binlerce Türk Vatandaşına adeta nazire yaparcasına FETÖ desteği aldığı Devlet Kurumlarınca çok güçlü şekilde iddia edilen bir gazetecinin Almanya'ya kaçtıktan hemen sonra Alman pasaportunu cebine koyarak ülke ülke dolaşıp tüm televizyon kanallarında Türk aleyhtarı programlarda boy göstermesi, Almanya'da "muhalif" gazete çıkarmaktan bahsetmesi, nereden bu değirmenin suyu sorusunu ise es geçmesi teşkil etmektedir.

Bu aşamada aklımıza gelen ilk sorular ise tüm bunlar olurken Türk Devleti neredeydi ? Neden bunlara göz yumdu ? Olacağı kuşkusuzdur. Hele Almanya'da yaşayan ezici çoğunluğu Milliyetçi-Muhafazakar olan 3,5 milyonu aşkın bir Türk Toplumu söz konusu iken. En son Diyarbakır'da PKK'lı alçaklarca gerçekleştirilen terör saldırısını ve hayatını kaybeden Şehitlerimizi zerrece anmadan, olayı kınamadan, başsağlığı dahi dilemeden doğruca hak ettiklerini bulan PKK terör örgütünün uzantısı HDP 'lilerin yardımına soluk soluğa koşan Alman Siyasetçileri adeta  bu bölücü uzantılarının üst aklına ve hamiliğine iten faktörler nelerdir ?  3,5 Milyon nüfusa sahip İsrail'in dünyanın süper gücü 350 Milyon nüfusa sahip ABD'nin politikalarını Yahudi Lobisi sayesinde nasıl etkilediği ve nasıl yön verdiği göz önüne alındığında 3,5 Milyon Türk'ün yaşadığı bunlardan yaklaşık 800 bininin vatandaş olduğu Almanya karşısında  düşülen durumun bir trajedinin ötesine geçemeyeceği kuşkusuzdur.  

Burada ki 35 yıllık asıl vebalin Turgut Özal döneminden başlamak üzere T.C. Hükümetlerinde, Dışişleri Bakanlığında, Almanya'da ki Büyükelçilik ve Konsoloslukların ilgili bölümlerinde olduğu kuşkusuzdur. Tüm bu Kuruluşlar elbirliği ile Türk Devleti düşmanları semirip palazlanırken adeta uymuşlar, gerek basın gerekse sivil toplum örgütleri nezdinde hiç bir kalıcı ve sağlıklı işbirliği, kuvvetli lobi  oluşturamamışlar, faaliyetleri sadece, Türkiye'den Diyanet İşleri Başkanlığından İmam getirilmesi, Camii Cemaati ve Camilere yönelik çalışmalarda bulunan DITIB ve öğretmen göndermek ile sınırlı kalmıştır. Bölücü hainlerin organizasyonları her geçen gün büyürken, devleşirken bunların karşısında Merhum Bağbuğ Alpaslan Türkeş'in eşsiz öngörüsü ile kurulan Almanya Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu ve Avrupa Türk Federasyonu yalnız bırakılmış ve burada örgütlenen Türk Vatandaşlarına sahip çıkılmamıştır. Almanya'daki 3,5 milyonu aşkın Türk Vatandaşını ise "hatırlayan ve sahip çıkan" sadece onları inanç sömürüsü yaparak yüksek kar, helal kazanç vaatleri ile aldatan ve alın terlerini, birikimlerini sömüren düzmece şirketler veya hortumcu yardım kuruluşları olmuştur.

Tüm bunlar sahnelenirken Temsilcilikler sadece Milli Günlerde Resepsiyon vermekle, Türk'lerin rutin nüfus ve vatandaşlık işlemlerini yapmakla vakit geçirmişler, Alman Basını ile sıkı ilişkiler kuran "olayları bir de benden dinleyin" diyebilen, hatta daha ötesi akıcı Almanca konuşan, Alman Gazetecilerin  yaşam  biçimlerini yakından tanıyan bir Basın Ataşesine ise tesadüf edilmemiştir.

Almanya'nın 2016 yılının kasım ayının ilk haftasında adeta bölücü terör uzantılarının hamisi ve üst aklı, FETÖ mensuplarının koruyucu meleği ve darbecilere dahi siyasi sığınma hakkı tanıyan emin liman haline getiren politik gelişmelerin vebali ve başlangıcı aslında 1980'li yılların ortasında dönemin Başbakanı Turgut Özal ve onun Savunma Bakanına aittir. Dış Siyasette, özellikle Avrupa Ülkeleri ile olanda onlar için kendi ülke çıkarlarının ve menfaatlerinin her şeyin, hatta kendi geçerli etik değerlerinin dahi üstünde olmadığını düşünmek, bu tür ikili ilişkilerde Avrupalılar ile dostluktan bahsetmek en hafif tabiri ile saflıktır.

İki Almanya'nın birleşmesini ve Almanya üzerinde ki başta silah ihracı olmak üzere tüm kısıtlamaları kaldıran 2+4 (iki Almanya + 2. Dünya Savaşı Galip Devletleri = ABD +İngiltere + Fransa +Rusya) Antlaşmasının 12.Eylül.1990 yılında Moskova'da imzalanmasından önce soğuk savaş döneminde Almanya'nın NATO Ülkeleri dışında silah satması yasaklanmıştı ve bu durum çok güçlenmiş olan Alman Silah Sanayi'ni rahatsız etmekteydi. Alman Ekonomisi de bu karlı pastadan payını alamamakta, çok önemli bir gelir kaynağından mahrum kalmaktaydı. İşte bu kısıtlamaya çözüm arayan Leopard Tankları Üreticisi Kraus Maffei Firması ile bu tankların motorlarını üreten MAN Şirketi Türkiye üzerinden üretim ve ihracat için bir arayışa girdiler. Zira MAN Şirketi'nin Türkiye'de çok eskilere dayanan bir üretim üssü bulunmaktaydı hatta Ortadoğu ülkelerine 1981 yılına otobüs, kamyon ihracına başlanmıştı. Bu kapsamda Alman Hükümeti de ikna edilerek öncelikle Türk Ordusu'ndan başlamak üzere  Leopard Tanklarının ihracının önünün açılması için Türkiye'ye Almanya tarafından yapılmakta olan yıllık 130 milyon Alman Markı Askeri Yardıma ek olarak 150'şer tanklık iki paket halinde Özel Askeri Yardım I ve II'nin (Sonderrüstungshilfe I und II) yapılması sağlandı.

Tüm ek donanımları ve yedek parçaları ile sevk edilen bu 300 tank o güne kadar Almanya'nın yurtdışına yapmış olduğu  en kapsamlı askeri yardımı teşkil etmekteydi. Burada asıl hedefin 1987-88 yılında sonuçlanacak olan Türk Ordusu'nun ihtiyacı 1700 adet Zırhlı Personel Taşıyıcı ihalesini Leopard Tankları ile aynı motorlara ve donanıma sahip Puma Modeli ZPT ile üstlenerek bunların üretimlerinin Türkiye'ye kaydırılması ve Ankara'da ki MAN Motor Fabrikasına yapılacak ilave yatırımlarla burada Leopard Tankları ve Puma ZPT'ların dizel motorlarının üretilmesi olduğu açıktı. Kraus Maffei ve MAN Şirketleri daha sonra buradan Leopard Tankları ve Puma ZPT'ların Ortadoğu Ülkelerine Almanya üzerinde ki kısıtlamaları aşarak ihracını planlamaktaydılar. Türkiye ise bu sayede karşılıklı menfaatler çerçevesinde çok önemli bir sanayi kolu olan dizel motorları üretim tesislerine sahip olacak, ciddi bir teknoloji transferinden daha 1980'li yıllarda faydalanmaya başlayacaktı.

Tüm ek donanımları ve yedek parçaları ile 300 adet dönemin son derece gelişmiş Leopard Tanklarını bedelsiz olarak vererek yüklü bir askeri yardımda bulunan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın Arifiye'de ki Tank Fabrikası'nda başta optik atölye olmak üzere  5. ve 6. Bakım Kademeleri hariç tüm altyapının kurulmasını destekleyen Alman tarafı rakiplerine nazaran çok üstün Puma Modeli ZPT'lar ile  ihaleyi alacağından çok emindi. Ancak tam bir ABD teslimiyetçisi politika izleyen, örneğin bugün THY Yönetiminin yaptığı gibi uçak alımını ABD'li Boeing ve Avrupalı Airbus arasında bölüştüren gerçekçi dengeli dış politika öngörüsünden zerrece nasibini almamış dönemin Başbakan'ı Turgut Özal'ı ve onun Savunma Bakanı'nı hesap etmemişlerdi. Genel Kurmay Başkanlığı'nın ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı 'nın da tercihlerini Zırhlı Personel Taşıyıcılar dışında Leopard Tankları'nı da içerecek tüm bu ortak üretim perspektifini ve üstün vasıfları dikkate alarak Puma'lardan yana kullandıkları dillendirilmekteydi. Ancak İhalenin tamamını ülke menfaatlerini ve dış politika gerçeklerini görmezden gelerek ABD Firmasına vermeyi kafasına koymuş olduğu anlaşılan dönemin Başbakanı Turgut Özal Genel Kurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanını kurdurduğu Savunma Sanayi Müsteşarlığı üzerinden aşarak Almanları saf dışı bıraktı, ihaleyi o güne kadar Türkiye'de arazisi, fabrikası bir tarafa torna tezgahı bile olmayan, Ticaret Tescilini ihaleyi aldıktan sonra yaptıran bir firmaya verdi. Hatta bu arada kulislere ve basına yapılan karşılaştırmalı incelemelere Alman, İngiliz ve Fransız Üreticileri ZPT Modelleri ile katılırken ABD Firmasının testlere zırhlı aracını sokmadığı ilgili ZPT Modelinin zırhının vasıfsız ve alüminyumdan olduğu için dayanıksız olduğu, Milli Savunma Bakanı'nın zırhlı araç ihalesinde firma kayırdığı  iddiaları yansımıştı. Diğer yandan Pumaların üretileceği fabrika ve Leopard Tankları ile ortak dizel motorlarının üretileceği tesisler Ankara yakınında hazırdı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Bakım Kademelerini kurmuştu.

Bu gelişme karşısında şoka uğrayan, menfaatleri ve planları sekteye uğrayan  Alman tarafı Türkiye ile olan siyasetinde bu aşamadan sonra ciddi bir değişikliğe gitmeye, Alman Derin Devleti ise Türkiye düşmanlarını desteklemeye yöneldi. Hatta bir üst düzey Alman Yetkili'nin "Kendimizi aldatılmış hissediyoruz, Türkiye tüm yaptıklarımıza ve verdiğimiz desteğe karşın, Puma rakiplerine nazaran çok üstün ve sonuçta ortak üretim ile teknoloji transferi sayesinde ucuz olmasına rağmen, kendi menfaatlerini de göz ardı ederek  daha niteliksiz bir ZPT Modelini seçti, elbet tüm hataların olduğu gibi bunun da ödenecek bedelleri olacaktır"  dediğine şahit olanlar vardır. Dış politikalarında büyük devletler fatura ödetme şekillerini öyle açık açık ilan etmezler, bedel ödendikten sonra bile bunun neyin karşılığı olduğu, neyin olup bittiğini bile anlamak zordur. Tıpkı bugünlerde yaşadıklarımız gibi.

Özellikle bu tarihten sonra Almanya ülkesinde ki Türkiye düşmanı bölücü oluşumlara sınırsız tolerans tanımaya başladı, onların kuruluşlarının önünü açtı, ülkede başta PKK olmak üzere tüm Türkiye Düşmanı Örgütler adeta cirit atmaya, sivil toplum kuruluşları maskesi altında diledikleri gibi faaliyetlerde bulunmaya başladılar, bunlara Türk Dışişleri Bakanlığı'nın yukarıda anlatılan yetersizlikleri ve vurdum duymazlığı da eklenince sonunda bu günlere gelindi. Asıl önemlisi Almanya Ortadoğu Politikalarında Türkiye'den önemli ölçüde uzaklaşarak ayrılıkçı hareketleri desteklemeye başlayan Kürt kartını çekti.

O. Cem Kazmaz