Yaylalara ilk çıkışımızdan yaklaşık üç ay sonra, daha doğrusu “Ağustos Ayında” özel hazırlıklar yapılarak ve gurbetten gelenlerinde katılımıyla birlikte, köylerden yola çıkılarak “Şemkehot Yaylasına” gidilen muhteşem yolculuğun adıdır; “Behur.”

“Behur Yolculuğu“; köyde yaşayanlarla yaylada yaşayanları buluşturan, yazının akışında anlatacağım gibi, içinde olağanüstü birçok güzelliği barındıran; “özleyenlerin birbirleriyle kavuşmasının” adıdır da aynı zamanda.

Makalenin daha başında rahatlıkla diyebilirim ki; bu olağanüstü yolculuk bugüne kadar en ince ayrıntısına kadar, kare kare zihnimde ve kalbimde heyecanını yitirmeden muhafaza edilmektedir!

“Behur Yolculuğunu” anlatmaya başlamadan önce “Behur” isminin nereden geldiği bilgisini sizinle paylaşmak isterim.

Osmanlı Coğrafyasında “Behur” tütsü yerine kullanılan bir kelimeymiş.  

Birde, yaz mevsiminin en sıcak ve en boğucu günlerini ifade etmek için kullanılan “eyyam-ı bahur” ismi var coğrafyamızda kullandığımız.

Bu günler “Temmuz ve Ağustos Ayları” içindeki sıcak günlerdir.

O yüzden “Behur” isminin bu sıcak aylar dolayısı ile verildiğini düşünmekteyim.

Her yıl Temmuz ayının sonu ile Ağustos ayının başına ve ortalarına rast geldiği için “eyyam-ı bahur” günleri, “sıcaklığı” ifade etmesinden dolayı, “Senoz Vadisinde” yaşayan insanların bu aylardaki “yayla yolculuklarının” adı olmuştur diye Behur, düşünmekte ve inanmaktayız.

Kanımca, zaman içerisinde “Bahur” ismi Senoz Vadisinin lehçesine uygun olarak ta “Behur’a” dönüşmüştür.

Bahur/Behur isminin Türklerin yaşadığı Coğrafyalarda kullanıldığını ve yüzlerce yıllık göç yolculuğu ile Anadolu Coğrafyasına geldiği ve kullanıldığı de bir hakikattir.

Şimdi muhteşem “Behur Yolculuklarımızı” yazmaya tam anlamıyla başlayabilirim!

Çocukluğumda yaylalara ait hafızama kazınan hatıraların en önemlilerinden olan “Şemkehot Yaylasına” Ağustos Ayında yapılan ve “özleyenlerin özlediklerine kavuştuğu” kucaklaşmanın adı olan “Behur Yolculuğunu” dilimin döndüğünce, yüreğimin izin verdiği ölçüde anlatmak gelecek kuşaklara miras bırakmak isterim.

Doğrusunu isterseniz, gönlümdeki “Behur Yolculukları” eskiye özlemin “mihenk taşlarından birisidir” dersem hiç de abartmış olmam!

Orta Asya’dan uzun bir yolculuktan sonra geldiğimiz Anadolu Coğrafyasındaki Rize Kaçkar Dağları eteklerine kadar getirdiğimiz, kadim “Behur/Vartovor” Geleneğimiz” yaylacılığın bitme noktasına gelmesinden sonra artık hayat bulmamaya başladı!

Bu durumun benim gibi yaylalarımızı sevenlerimizi üzdüğünü ve yaylalarımızın geleceği adına hepimizi ümitsizliğe düşürdüğünü de rahatlıkla söyleyebilirim.

Acaba kaçımız hatırlıyoruz “Ağustos Ayında”  yapılan “Behur Yolculuklarımızı?..”

Bu öyle muhteşem bir yolculuktur ki; hakkıyla bir sahnesini bile anlatabilirsem kendimi bahtiyar sayarım.

Behur Yolculuğunu; hayalime/şuuruma işlenen haliyle olabildiğince özgün ve doğal cümlelerle anlatmak bile beni son derece mutlu ediyor.

İlk önce bu ruh halimi bilmenizi ve inanmanızı isterim.

Muhteşem “Behur Yolculuklarının” iki tarafı vardı.

Bir tarafı “köylerden yola çıkan behur kafileleri” diğeri ise köyden gelecek kafileyi bekleyen, göçle birlikte yaylalara çıkan ve aylardır yaylalarda nefes alıp veren “ yaylacıların tarafı.”

“Şemkehot Yaylasına” “Behur Yolculuğu” yapacak olan; “Ormancık, Uzundere, Şen(Tererenk) ve Başköy Köylüleri” günler önceden hazırlıklarına başlamış olurlardı.

Tüm Senoz Vadisi köylülerinin “çimenliklerini biçmesi” ile “çay toplama günleri” arasında aynı yaylaya giden köylerin, önceden kararlaştırılmış bir günde ve herkese uygun ortak bir noktada buluşularak yola çıktıkları günün adı “Behur Günü” idi.

O gün yolculuğa çıkılacağı için en güzel elbiseler giyilirdi.

Katırlar güzelce süslenir, yüzlerine “aynalı alınlık”, boyunlarına çırnıklar ve her renkten oluşturulan “püsküllü ve boncuklu boyunluklar” takılırdı.

Yol boyunca tulumcu eşliğinde horonlar oynanır, karşı beri atma türküler söylenirdi.

Yaylalardan görünmeyen bir toplanma yerinde tüm köyden gelen insanlar birbirini beklerdi ve tulum eşliğinde yaylaya doğru yolculuk başlamış olurdu.

İsmini verdiğim bu köylerin “Behurculeri” gidecekleri günü kararlaştırdıktan sonra, aynı gün hep birlikte Senoz Vadisinde bulunan köylerinden yola çıkarak; buluşma noktaları olan “Haçipos Yaylasında” tüm köylerden gelen “Behur Kafileleri” bir araya gelirdi.

“Kuycili ve Saaklı (saatlı) Çağçor Yaylalarının” altından geçilerek önce Pelat, Cenlipos ve Becer Yaylaları ile “Tükeripos” otlağının olduğu bölgeyi geçerek, “Behur Yolculuğunun” sona ereceği “Şemkehot Yaylasına” kadar hep birlikte; tulumun eşliğinde türküler söyleyerek, bazen dinlenerek bazen de sohbet ede ede yol alırdı Behur Kafilesi.

“Salerasın Yokuşunu“ bilenler bilir.

Burası “Marbudam Köyünün” tam üst tarafına denk gelen bir bölgedir.

“Behur Kafilesinin” Şemkehot Yaylasından bulunan “Şehitlik Bölgesinden” ilk göründüğü yer olan “Salerasın Yokuşundan” başlayalım istiyorum Behur yolculuğunun son saatlerinin anlatımına.

Genç ve çocukların büyük bir çoğunluğu, uzaktan gördükleri Behur kafilesini izlemek için Şemkehot Yaylasından çıplak gözle bakardı gelenlere.

Daha yaşlılarımız ise elden ele dolaşan çok az sayıdaki irili ufaklı dürbünlerle kafilenin gelişini an be an izlerdi.

Aslında her evden “Behur Yolculuğuna” kimin gelip kimin gelemeyeceği aşağı yukarı bellidir önceden; ama olsun, yine de yayladakiler, gelenleri daha doğrusu misafirlerini her adımda kare kare izleyecek ve heyecanlarına heyecan katacaklardı!

Bu muhteşem seyir töreni her yıl aynı zaman dilimleri içerisinde, aynı heyecan ve aynı umutla tekrarlanırdı!

Köylerden “Behur Yolculuğu” için yola çıkan insanlar en güzel elbiselerini giyerlerdi.

Kadınlar ve genç kızlar,“püşilerini” özenle çemberlerinin üzerine bağlar, renkli eteklerinin üzerine bağladıkları peştamallar ve ayaklarına giydikleri renkli cızlavet lastikleriyle “Behur Kafilesinin” en önemli yolcularından olurlardı!

Yolculuk esnasında yüklerini taşıyan katırlara da “aynalı alınlıklar ve çırnaklar” takarak hayvanlarında bu yolculuğa heyecanla katılması sağlanırdı!

Saatlerce süren yolculuktan sonra kalabalık Behur Kafilesi “Heyiligin Sırtı” dediğimiz bölgeye ulaştığında resim biraz daha netleşmeye başlardı.

Çünkü “Heyilig’in Sırtına” ulaşan Behur kafilesi mola vermiş ve yayladan izlendiklerini de bildikleri için, şehitlik adı verilen yerden kendilerini izleyen yaylacı akrabalarına, komşularına “tabanca atarak” artık yaylaya ulaşmak üzereyiz selamını verirlerdi.

Daha sonra “Heyiliğden” kalkan kafile önce “Boronduğun Taşı” denilen yere gelir ve yol boyunca her “serkeni(yar)” geçe geçe biraz daha yaklaşırdı yaylada kendilerini büyük bir heyecanla bekleyen özleyenlerine.

Tabii her “serken” geçildikçe yayladan kafileyi izleyenler açısından resim biraz daha netleşirdi.

Önce “Korucu Pag’ına” daha sonra da “sıcak suya” gelindiğinde artık tek tek gelenlerin isimleri zikredilmeye başlanırdı “Şehitlikte” toplanan kalabalık tarafından.

Kafile “İki Derenin” arasına ulaştıktan sonra, Şehitlikte bekleyenlerin sayısı, paglardan(evlerden) çıkıp gelen “Yaylacı Analarımızla” birlikte giderek daha da artmış olurdu.

“Paglarda“ hemen hemen kimseler kalmamış herkes gelecek misafirlerini karşılamak için büyük bir heyecanla “Hoveniçe” doğru yol alamaya başlamıştır artık!

Hele kafile “Salağpurun Puğarına” ulaştığı zaman iki taraf içinde sevinçle birlikte kavuşma arzusu doruk noktasına çıkmış olurdu.

Zira, yolculuğun son halkasını tamamlamak üzeredir gelen “Behurcu Kafilesi!”

“Hoveniç’te” bekleyen yaylacılarla gelen yolcu kafilesinin “Behur Kucaklaşmasının” son anları adım adım yaklaşmaktadır.

Burada iki ayrıntıyı da yazmak ve sizlerinde gönül teline dokunmak isterim.

Birincisi ; “Salerin Yokuşundan“ Hoveniç’te ki kucaklaşma anına kadar geçen yaklaşık üç saat boyunca, karşılıklı atılan silahların Şemkehot Yaylasının semalarında yankılanması inanılmaz bir şenliğe dönüşürdü.

Yaylalarda tabanca olmazsa olmazdı bir zamanlar.

O tabancalardan atılan kurşunların boş kovanlarını toplamak (fişek toplamak), çocuklar için müthiş heyecanlı bir eğlenceydi!

Ve benim için daha önemli olan ve her “Behur Yolculuğunu” düşündüğümde tebessüm ettiğim ikinci ayrıntı da şuydu.

Kafilenin görüş alanımıza girdiği ve yanımıza gelene kadar geçen zaman içinde; kafiledeki insanları tanıma konusundaki tahminlerimizin hiç tutmamasını her düşündüğümde, hüzünle karışık bir tebessümle hatırlarım o anları.

Çünkü, yayladaki insanlar kimi bekliyorsalar, ailelerinden kimin gelmesini istiyorsalar yaylaya gelenlerden biri odur diye tahmin yürütmelerine rağmen, bu durum genelde yanılma ve hayal kırıklığıyla sonuçlanırdı!

Nihayet en önde “süslenmiş katırlar” yanlarında ve arkalarında “Behur Kafilesi” Hoveniç’e yaklaşmış olurdu.

Şehitlikte kafileyi izleyenler Hoveniçe doğru gelerek Behur Kafilesinin önüne çıkar, “çalan tulum” ve tabancaların arka arkaya ateşlenmesi ile ortaya çıkan gürültülü ama bir o kadarda heyecanlı “Behur kucaklaşması” gerçekleşirdi.

Yaylacı Anneler gurbetten gelen evlatlarına, genç evliler eşlerine, sevdalı kızlar sevdiklerine kavuşmuştur Behur Yolculuğu sonucunda.

Bu samimi kucaklaşmadan sonra yaylada çobanlık yapan çocukların kafiledeki katırların yularından tutarak paglarına/evlerine doğru götürmesiyle Behur yolculuğu nihayete ererdi.

Yaylaya gelen “Behur Kafilesi” bir hafta ile iki hafta arasında yaylada kalırdılar.

En renkli elbiseleri giyerek yaylaya gelen buligler ile uzun paçalı pantolunu, ceplerinde ayna-tarak olan, uzun saçları ve ellerindeki küçük radyolarla Behura gelen genç delikanlıların yayladaki geçirdikleri süreler başlı başına muhteşem güzellikler barındırırdı içinde.

Birkaç köyden gelen Behurciler, sayılı günlerde Şemkehot Yaylasının içinde ve yakın çevresinde bol bol hasret giderirler, birbirlerini paglara davet ederek “yaylacı analarımızın” yapmış oldukları “muhlama, süzme yoğurt ve her çeşit katıkla” birlikte yemekler yenirdi.

Yayladaki pehlivanı belirlemek için “öküz dövüşleri de” yine Behur Kafileleri geldikten sonra yapılırdı.

Her köyden özel yetiştirilen, zaman zaman da “Pornak” ismini verdiğimiz öküzlerin yetiştirildiği yerlere gönderilirlerdi bu hayvanlar.

Burada tabiri caizse pişen öküzler aynı zamanda köylerde “çeyirleri/tarlaları” bahar aylarında “koşarlardı.”

Daha sonra ise, gelenek halini almış olan Baldaş Dağını aşarak, “Hemşin Bölgesinde” bulunan “Sulak” denen yere gidilirdi.

O gün geldi mi, Behur Kafilesi hep birlikte büyük bir coşku ile “Baldaş Dağına” çıkarak Hemşin Vadisinin başlangıcı olan “Sulak” dediğimiz yerde “karnaval görüntülerini” aratmayan renkli bir ortamda, yemek yer, horon oynayıp karşılıklı türküler söylerlerdi.

Oynanan oyunların içinde,  “alıp kaçmak”,“met-değnek” ve “kör ebe” oyunları da olurdu.

Sulağa gelen kafilede bulunan her yaştaki insanlar kendilere uygun oyunları oynarlardı.

Şemkehot Yaylasından Baldaş Dağına doğru yaya yol alan “Behurci Kafilesini izlemek” gerçektende dünyalara bedeldi!

Sadece Şemkehot Yaylasına gelen Behurciler değil, aynı kültürün ve aynı geleneğin insanı olan “Hemşin Yaylalarının” insanları da “Sulak bölgesine” gelir, iki taraf arasında yeni dostluklar kurulurdu.

O kadar muhteşem görüntüler yaşardı ki Behur Kafilesi; insanların duyguları birlikte yaşanılan bu güzellikler sonunda “tertemiz olurdu!”

Genç kızlar ve delikanlılar bu ortamlarda birbirlerine “sevdalanır” ve yine bu ortamlarda “atma türküler” karşılıklı “ismarlaşmalar(göz kırpma)” yaşanırdı.

Bu yüzden yaylalarımız “türkülerimize ruh veren” en önemli yerlerdendi.

“İşmar ettum gelmedi, mendililen el ettum…” türküsü gibi binlerce türkü bu muhteşem yayla ortamlarda hayat bulmuştur.

Senoz Vadisinde yaşayan insanlarının bir kısmının “Behur”, Hemşinlilerin ise “Vaytovor” adını verdikleri bu yolculuk, yayla kültürü içinde yaşamış bizler için; geçmişimizde “masal tadında” yaşanmış hikâyelerimizdi.

Elimden geldiğince sizlere bu hikâyenin önemli noktalarını anlatmaya çalıştım.

Ya şimdi!

Kavuşmaların, kucaklaşmaların ve kaynaşmaların adı olan ve “bekleyenlerle, beklenenlerin muhteşem buluşmasını” adı olan “Behur Yolculuklarımız” “yaylacılık bittiği” için günümüzde maalesef yaşanmamaktadır!

Günümüzde, birçoğumuz yaz ayları geldiğinde programlar yapıp zamanın el verdiği ölçüde; Şemkehot, Tahbur,Cocon,  Eğnaçor, Zargistal, Gundeğon, Arkınç, Şarınçor, Pilunçut, Pelat, Lazlakar, Abelat, Yediçukur, Çağcor gibi yaylalarımıza günü birlik gidiyor hasret gidermeye çalışıyor.

Gördüğümüz ve tespit ettiğimiz manzara şudur;

Son otuz yıl içinde; yaylalarımız bakımsız, yaylacısız, ineksiz ve ıssız kalmıştır!

Maalesef, son birkaç senede bu kısır döngü tersine dönmeye başlasa da istenilen seviyede değildir yaylalara çıkışlar ve yayla evlerin bakım onarımının yapılması.

Çok az olsa da yeni evler yapılıyor bu durum benim gibi yayla aşığı olan birisini sevindiriyor ama bu bile yeterli değildir.

Daha çok insanımız duyarlılık göstererek yayla evlerini yeniden elden geçirip mümkünse yenisini yapmalıdır.

Tabii bunu yaparken doğaya ve yayla kültürüne uygun evler yapma duyarlılığını göstermeliyiz.

Maalesef, yaylalarımıza gezmek için gitsek bile, eski gelenekleri yaşatacak toplumsal bir duyarlılık gösteremiyoruz!

Hâlbuki imkânlarımız bugün çok daha fazla.

Yaz gelmeden bahar aylarında bu gezileri organize edebilirsek toplu olarak bu güzellikleri hala yaşayabiliriz diye düşünüyorum.

Ağustos Ayı gelince aklımıza “Behur Yolculuklarımız” geliyor. 

Özlem ve hasretle yâd ettiğimiz o güzelim günleri düşünürken yıllar öncesine giderek Senoz Vadisine, köyüme, yaylalarımıza bir selam vereyim istiyorum.

Benim gönül dünyamdaki izleri hiç silinmeyecek olan “Behur Yolculuklarına” katılan tüm ölmüşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Eski günlerdeki gibi olmasa da; hep birlikte yeni, yepyeni “Behur Yolculuklarında” buluşmak umudu ve temennisiyle.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.