Dilimizde bugün mecazı manada bir tıynet, ruh haletini belirten isim olarak kullandığımız dalkavuk sözü, “menfaati için bir zengine veya devlet kapısında bir yüksek mevki sahibine yardakçılıkta bulunan adam” manasınadır. 
Dalkavuk, şerefsiz, köleden zelil bir tiptir. Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur. Ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş ihtilalcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavuğu da beslemiştir.
Toplum hayatımızda Tanzimat’tan evvelki devirde, bugünkü mecazı manası ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lügat manasına göre isim almış loncasıyla, kâhyasıyla ve efradıyla, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir “dalkavuk esnafı” vardı.

Tanzimat’tan önce başa ya külah, ya kavuk giyilirdi. Külahı, külahın çeşidini ayak takımı ile esnaf ve asker ocaklarında efrad giyerdi. Külahın üzerine, işlerinin, mesleklerinin, alamet-i farikası olarak beyaz tülbent yahut renkli, çember sararlardı; bazı gençlerle, bilhassa asker dalkülah olurdu, yani külahlarını, üzerine herhangi bir şey sarmadan giyerlerdi. 
Kavuk ise,  tüccarın,  memurun, kibarın, ricalin, ulemanın serpuşu idi…
İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafına zelil adamlar kabul edilmişti ve onlara serpuş olarak ayak takımının ve esnafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkânı bulunamamıştı. Zira, külahlarına ne sararsalar sarsınlar, yahut dalkülah da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karıştırılacaktı. Kavuk ise daima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmeleri için de “dalkavuk” olmaları, yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu. Bu suretle kendileri de alamet-ı farikaları olan serpuşlarına nispetle “dalkavuk” adını aldılar.

Dalkavuk esnafı, zamanımızın mecazi mana ile isim almış dalkavukları yanında yedi sefer zemzemle yıkanmış bir takım biçarelerdi; tekrar ediyoruz, başkalarını türlü yollarda eğlendirmeyi alenen iş, meslek edinmişlerdi. Nizamnameleri vardı ve iş, hizmet hastalığı alacakları ücretin narhları vardı. Hürriyetlerin alabildiğine kısıldığı mutlakıyet-ı mutlaka devrinde, yazın yalısına ve kışın konağına kapanmak zorunda olan devletliler için dalkavuk kullanmak bir ihtiyaçtı…

Merhum Reşat Ekrem Koçu’nun yıllar önce çıkan “Tarih Mecbuası”nda,“Osmanlı Devleti Döneminde”  “dalkavukluğun” geçmişi ve hayat bulduğu alanları yazdığı makalesini okuyunca doğal olarak bugün yaşadıklarımızı düşündüm ve her iki dönemi karşılaştırmak istedim.
Bu girişi uzun tutmamdaki neden, dünü daha iyi bilmek ve anlamak içindi.
Hayatın bana öğrettiği bilgi ve tecrübeye dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; bugünkü insanın “dalkavukluğunun”  her türlü derecesi beni artık hiç ama hiç şaşırtmıyor!
Beni hayrete düşüren ve üzen asıl şey; dalkavukluk yapan insanların yüzlerinin hiç kızarmaması ve utanma duygusunu kaybetmiş olmalarıdır.

Padişahlar cemiyetin diğer iş alanlarındaki insanlarının makam sahiplerine “dalkavukluk” yapmalarının önüne geçmek için “Saray Dalkavukluğu” icat etmiştir! 
Eğer dışarıdan herhangi bir kişi Padişaha dalkavukluk yapıyor diye hissedilirse, padişah, “benim özel dalkavuğum var, sizin dalkavukluk yapmanıza gerek yok” diye azarlarlardı her halde! 


Dalkavukluk bugün hemen hemen her alanda hayat buluyor. 
Maalesef, gazeteci, iş adamı, kamu çalışanı, esnaf, siyasetçi, bilim insanı, sanatçı, sporcu aklımıza gelecek her meslek sahibine bulaşmış dalkavukluk hastalığı. 
“Kraldan çok kralcı olan insanların” gözümüzün önünde arzı endam etmeleri, dün olduğu gibi bugünde “dalkavukluğun” bir kurallar bütününe bağlanmamış olmasına rağmen, günümüzde de bir meslek haline geldiğini bize gösteriyor! 
Özelikle, bilim insanı ve sanatçı kişiliği olan insanların dalkavukluğa tevessül ediyor olması çok itici geliyor. Hâlbuki bu iki mesleği yapan insanların bir ağırlığının ve duruşunun olması hem topluma değer katar hem de geleceğe dair umudumuzu da diri tutar.
Onun için dünya görüşü/ideolojisi ne olursa olsun hiçbir sanat erbabına ve bilim insanına “dalkavukluğu yakıştıramıyorum!”

Merhum Reşat Ekrem Koçu, yazısında dalkavukluğun mesleki noktalarını yazıyor ve bu mesleği icra ettikleri yer ve zamanları tarifesiyle birlikte yazının ileriki bölümlerinde ifade ediyor. Mesela; “dalkavuklar”, kibar rical huzuruna girdiklerinde etek öperler. 
Oturacakları yer trabzan yanındaki küçük minderdi. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zihri müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktı. Hane sahibi ne söylerse, fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısından söz söylemeyeceklerdi. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır, verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir.

Günümüze ne kadar benziyor değil mi bu yazılanların içeriği. 
Sadece zaman ve mekân farkı var yaşanılanların arasında. 
Bugünün dalkavukları da, sadece “biat ettikleri” gücün isteklerini söylerler ve asla doğruları konuşamazlar! 
Gücün sırtından geçinen dalkavukların ülkesi olduğumuzu söylerken ne kadar üzgün olduğumu söylememe gerek yok sanırım!

İmam-ı Şafi’ye atfedilen bir söz var; “Haksız sözü tasdik eden dalkavuk ve ikiyüzlüdür.”
Bugün ülkemizde mesleklerinde başarı ve saygınlık kazanmış insanların sözlerinin ve davranışlarının karşılık bulmamasının sonuçlarını yaşadığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. 
Kendine ait bir duruşu, sözü ve başarısı olmayan; ama , “siz bilirsiniz efendim” duruşunu hayat haline getirmiş “dalkavuk tıynetli insanları” her gün televizyonlarda ve basının diğer mecralarında, ya da yaşadığımız gündelik hayatın içinde bol bol görüyor ve memleketimizin bu insan manzarasından fevkalade üzülüyoruz!

Giriş cümlemde Reşat Ekrem Koçu’nun tespitinde olduğu gibi; “…Ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş ihtilalcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavuğu da beslemiştir” ifadesinin karşılığı olan anlayış, görünen o ki kıyamet kopana kadar devam edecektir!

Son olarak, Amerikalı ünlü besteci Steve Reich’in; “Gerçekten büyük olmayan “büyük adamlar” çevrelerini küçük adamlarla doldururlar” tespitine, yazıda anlatmak istediğim gerçekleri veciz bir şekilde ifade ettiği için yer vermek isterim.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.