Yanında iki küçük çocukla birlikte “Çayeli 9 Mart İlkokulunun” yolunu tutan amca, müdür muavininin odasına girerek önce selam veriyor, sonra da;
-Hocam, benim çocuklarım yaşları tutmadığı için köyde bir sene kayıtsız okula gittiler. Fakat ikisi de okumayı söktüler, acaba ikinci sınıfa kayıtlarını yapmanız mümkün müdür?
Müdür muavini, amcaya dönerek;

-Önce bir imtihan yapalım, bakalım dediğiniz gibi okuma yazmayı öğrenebilmişler mi? Öğrenmişlerse elbette ikinci sınıfa kayıtlarının yapılması mümkündür…
O güne kadar imtihan sözcüğünü hiç duymamış olan çocuklar birbirlerinin yüzüne endişeli bir çaresizlikle bakakalmışlardı! Anlamını dahi bilmedikleri bu sözcük, ömür boyunca aslında karşılarına çıkacak hayatın bir gerçeğiydi. Köyde afacanlıklarıyla tanınan çocuklar, tanımadıkları bilmedikleri şehir hayatı ve okulun atmosferi içerisin de sus-pus olmuş haklarında verilecek kararı bekliyorlardı!..

Müdür muavininin önünde bir iki gazete vardı ve çocuklar konuşmalar esnasında gözlerini onlardan alamıyorlardı. Gazetelerin bir tanesini çok iyi tanıyorlardı. Zira amcaları köyden şehre geldiklerinden beri her akşam bu gazeteyle eve geliyordu. Çocuklar bütün bunları düşünürken, müdür muavini, sevecen bir tavırla, kendisine daha yakın duran çocuklardan bir tanesine amcanın her akşam eve getirdiği gazeteyi göstererek,
- Oku bakıyım evladım burada ne yazıyor? çocuk yüzü kızararak;
-Tercüman! Deyiveriyor.
-Aferin oğlum!
Sonra öteki çocuğa dönerek diğer gazeteyi gösterdi ve sordu;
-Sende oku bakıyım evladım?
Diğer çocukta tabir caizse tık yok! Kelimeler boğazına düğümlenmişti. Hâlbuki ki köyde ne güzel de okuyordu! Şimdi ne olmuştu da okuyamıyordu. Uğraşıyor, yutkunuyor kendisini toparlamaya çabalıyordu ama nafileydi bütün bunlar, anlaşılmıştı ki gösterilen gazeteyi okuyamayacaktı…

Birkaç dakika sonra, müdür muavini, veli olan amcaya dönerek, gazeteyi okuyan çocuğu işaret ederek;
-Bu evladımız imtihanı kazandı, ikinci sınıfa kaydını yapabiliriz. Maalesef diğeri birinci sınıfa devam edecek! Bir ay içerisin de okuma-yazmayı sökerse onu da ikinci sınıfa yükseltiriz diyerek açık bir kapı bırakmıştı okumayı başaramamış çocuğa!

Amca, müdür muavinine teşekkür ederek çocuklarla birlikte okuldan ayrılmışlardı ve yapacak bir şey de yoktu şimdilik!

Eve geldiler. Hayatının bu ilk imtihanını kaybeden çocuk mutsuz diğeri mutluydu! Aslında birazda gurur etmiyor değildi! Hayatının bu ilk imtihanının şokunu üzerinden bir türlü atamıyordu. Köyde bölük pörçük de olsa öğrendiklerini tamamen unutmuştu! Amca her akşam ders çalıştırıyor, istiyor ki verilen sürede yeğeni okumayı söksün ki amcasının oğluyla birlikte ikinci sınıfa devam etsin…

Günler gelip geçiyordu... Maalesef imtihanı kaybeden çocukta okumaya dair bir ilerleme kaydedilmiyordu… Yine böyle bir akşam, amca ile ders çalışırken, okuma kitabının bir yerinde takılıp kaldı. Amcası oku ne yazıyor dediğinde cevap veremiyor ve her defasında da “amcanın şamarı” ensesinde patlıyordu! Çocuk Nuh diyor peygamber demiyordu bir türlü. En sonunda amcası çocuğa sinirli bir ses tonuyla, daha önce imtihanı kazanan yaşıtı amcaoğlu Osman’ı göstererek;
-Git Osman abine sor bakalım burada ne yazıyor!
Bir tarafta dayak bir tarafta gurur kararını veriyor, gururunu yenecek ve gidecek amcaoğluna soracaktı…

Öyle de yapıyor, gidiyor amcaoğluna ve soruyor;
-Osman abı burada ne yazıyor?
Amcaoğlu çalıştığı okuma kitabından başını gururlu bir şekilde kaldırarak uzatılan yazıya bakıyor ve;

-Burada oh yazıyor, cevabını veriyor. Çocuk mahcup bir şekilde amcasına dönerek ;
-Osman abım dedi ki burada “oh” yazıyor!
Amca sinirleniyor ve bir şamar daha yapıştırıyor yeğenine! İşte bu son şamar kendisine getiriyor yeğenini tabiri caizse!

Bu tatsız akşamdan sonra imtihan kaybeden çocuğun nutku birden açılıyor. Öyle ki, bir sonra ki akşam kendisinden üç sınıf önde ki diğer amcaoğullarıyla girdiği okuma yarışını bile kazanabiliyor. Tabii sınıfta da aynı başarı devam ediyor ve öğretmeninin dikkatini çekiyor bu durum…
Bir gün öğretmeni, evladım amcana söyle yarın okula bana gelsin onunla konuşacağım dediğinde dünyalar onun oluyor. Amca okula gelip öğretmenle konuşuyor. Öğretmen yeni talebesinden çok memnun olduğunu, çocuğu kendisinin okutmak istediğini, bir sene kaybın önemli olmadığını falan söylüyor amcaya. Çok seviniyor amca bu sözlere ve öğretmene ; “hocam eti senin kemiği benim”  diyerek okuldan ayrılıyor! 

Rivayet odur ki; bu olay hasta Beşiktaşlı olan Ahmet Amcamla, o güne kadar hastalık derecesinde Fenerbahçe’yi tutan amcaoğlu Osman’ı daha bir yakınlaştırmış ve iler ki günlerde bu yakınlaşma Osman’ın Beşiktaş’a geçmesiyle sonuçlanmıştı!
Bu yazı vesilesi ile İlkokul hocam sevgili Cavit Bodur’a ve sevgili Ahmet Amcama sağlık sıhhat temenni ediyorum Yüce Rabbimden…

Bütün imkânlarını seferber ederek okumamız için elinden gelen tüm gayreti gösteren Ahmet Amcama vefa borcumuz var tüm yeğenleri olarak bizlerin. Hakkını ödeyemeyiz bunu da son olarak ifade etmek istiyorum…

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…