Yıllar yıllar önceydi, Hala ile Ayder arasına ki dinlenme yerlerimizden olan Sod’da oturur suyumuzu içer, “azuk” larımızı yerdik…

 Büyük bir gürgenimiz vardı altında dinlendiğimiz ve yol yorgunluğunu atmak için dinlenirken en tatlı sohbetlerimizi ettiğimiz ... Koskoca gövdesi, iri dalları ve iriliğine rağmen sevimli bir havası vardı. Hemen altından akan suyu ila susuzluğumuzu giderirken,  dalları ile de gölge olurdu üzerimizde, en sıcak anda bile altında püfür püfür rüzgar eser, adeta insanlara veya altında konaklayanlara döşek olurdu…

Yıllar önce tekrar köye gittiğimde uğradığım hayal kırıklığı inanılmazdı. Artık yürümüyorduk ama arabayla geçerken görmeye çalıştığım halde yerinde bulamadığım “gürgen” beni adeta yasa boğmuştu. Sanki bir akrabamı kaybetmiş ve neredeyse ağlayacak hale gelmiştim. Kesmişlerdi, acımadan. Hiçbir değeri olmayan basit bir odun parçası gibi, tıpkı diğerlerine kıydıkları gibi… yaşamı değersizleştiren ve anlamsızlaştıran bir yozluktu bu. Bunca hizmete ve bunca yaşına rağmen. Tadı kaçmıştı “sod” un hiç gitmedim ondan sonra ve başımı bile çevirip bakmadım. İnsanların yaşamı nasıl algıladıklarını anladığımda da bu tarz hayal kırıklıklarım devam etti hep. Ya asırlık bir ağacı veya hiç acımadan yabani bir hayvanı yok edişleri... Bumudur diye düşünürdüm hep. Neden bu kadar duyarsızlık..!

Şimdi bu satırları yazarken içim burkuluyor, yüreğim kabarıyor, ağlayasım geliyor. Size hiç olmaz mı? Köyünüze döndüğünüzde sevdiğiniz bir ağacın veya bir böceğin ya da bir çiçeğin yok olduğunu görmek,  üzmez mi? Değişim kaçınılmazdır ama bu değişimi şekillendirmek bizim elimizde değil mi? Elimize geçen fırsatları neden çevremizi katlederek modernize etmeye çalışıyoruz anlamıyorum. Oysa, kendi bünyesinde yapılandırma mantığı daha doğru değil mi? Dünyaya bakıyorum, insanların doğal yapılarını korumak için gösterdikleri çabalara. Biz nerdeyiz? Ne yapıyoruz? Nereye gidiyoruz? Attığımız adımların sonuçlarının farkında mıyız? Yaşamı doğaçlama yaşamaya o kadar alışmışız ki önümüze gelen her şeyi ihtiyaç diye düşünüp, arkasını önünü hesaplamadan kesmişiz, biçmişiz, istediğimiz gibi yapılandırmış, kullanmışız. İnsanız ya, bunu kendimiz hak görmüşüz…

Babaannem ile ormanda dolaşırken bana öğrettiği en güzel şeylerdir, “çiçekleri ezme, yaş dalları koparma veya çizme, ayağının altında bastığın yere dikkat et…” ve buna benzer nice öğütler. Eminim sizlerin büyükleri de böyle nasihatler etmiştir ama sanırım pek çoğunun bir kulağından girip diğer kulağından çıkmış…

Bir yanım çekiyor, özlem var hasret var; diğer yanım gitmek istemiyor, bumudur yani diyorum. Sevdiğim hayran kaldığım tüm doğayı katletmiş veya bunu kendine medeniyet adına görev bilmiş bir ortama gitmek. İnsanların gülen yüzleri ve mutlulukları bana tuhaf geliyor açıkçası. Hem bu kadar gaddar olup hem de bu kadar mutlu olmak. Acımasızlık, duyarsızlık, bilmiyorum artık ne derseniz deyin…

Çayırlıkta, “yaban ot” ayıklarken “orak” ı savurduğumda açılan delikten yılanlarla gözgöze gelişimi hatırlarım. Gözlerindeki ifadede düşmanlık değil, yuvasında dinlenen kendi halinde bir yaratık ifadesi var sanki ve bana gözleri ile, “korkma sana zarar vermem sen sadece beni rahatsız etme” diyen… Dönüp işime devam ettiğimi hatırlıyorum. Oralar hala bakir, el uzanmamış ve umarım hepte öyle kalsın diliyorum. İstemiyorum dağlarıma el sürülmesin, suniliklerle değil de doğal haliyle beslensin. Dost kalsın bana ve insanlara. İnsanlar sadece kullanacakları bir meta olarak görmesin canlıları ve diğer yaşamsal öğeleri.

İnsanlar teröre karşı şiddetle tepki gösteriyorlar ama kendilerine ve çevrelerine karşı uyguladıkları terörün farkında değiller. Vatansever olmak sadece, eline silah almak veya  günümüz de tanımlanan anlamı ile terörün önüne geçmek için sokaklarda slogan atmak değildir bence. İnsanın, kendi yaşam kaynaklarına uyguladığı katliamda bir çeşit terördür. Bunların elinde balta var, motorlar, projeleri ve daha bilmem ne tarz katleden alet edevatları veya otları bilinçsizce yolan elleri…

 Terörün her çeşidine karşıyım, ister insanın insan, ister insanın canlılara karşı veya bir ülkenin diğerine ya da insanları kendi acımasız ideolojileri için katletmelerine veya aklıma şimdi gelmeyen her çeşidine karşı. Ben terör dolu bir dünyayı gelecek nesillere bırakmak istemiyorum. Arkamdan beddua veya küfür almak istemiyorum. Bunları düşünüyor musunuz?  Eminim ki düşünüyorsunuz dur, öyle ya dünyanın tek düşünen varlığı ben değilim ama ortada düşünmenin yanında bir tepkisizlik var veya yanlış mi düşünülüyor acaba? Bilinç alt yapımızı oluşturan bu klasik düşünce yapısını değiştiremez miyiz? Yoksa irademiz o kadar körelmiş ve elimizden alınmış mı?

Ben dağlarımı seviyorum, derelerimi  ve içinde yaşayan tüm canlıları. Onları korumak ve geleceğe taşımak için bir şeyler yapmak istiyorum ama tek başına olmaz ki ve inanıyorum ki sizin yüreğiniz de  benimle aynı şeyi ister ve insanların yüreğinden gelen sese inanmaları yaşamlarında yaptıkları en güzel şeydir…