Biz millet olarak hem genel anlamda milliyetçiyiz. Hem de bölgesel ve şehir özelinde de çok milliyetçiyiz. Memleket genelinde, vatanımızı, milletimizi ve bizi biz yapan milli değerlerimizi sevmek ve yüceltmek anlamındaki Milliyetçiliğe, ırkçı ve kafatasçı olunmadığı müddetçe bir diyeceğimiz yok. Hatta gururla söyleyeyim ki bende böyle bir milliyetçiyim

         Bölgesel ve İl bazındaki milliyetçiliğimiz, sağduyu ölçüleri içinde kaldığı müddetçe o da güzel, en azından fena bir şey değil. Fakat dediğim gibi akli selim ve sağduyu sınırlarımızı aşmamak suretiyle. Bu meyanda, Mesut Yılmaz ta 80 yıllarda ANAP döneminde Rahmetli Özal tarafından siyaset sahnesine genç bir Bakan olarak çıkarıldığında, bende sevinmiş ve bir Rizeli olarak heyecanlanmıştım. 

         Ben Rizeliyim, Karadenizliyim, Türküm. Bütün bunlar gurur duyduğum aidiyetimdir. Ama her şeyden önce ve her şeyin Üstünde Elhamdülillah Müslümanım.  Dinim gereği ne kadar Rizeli olmaktan gurur duysam ve hemşerilerimi çok sevsem de, Yüce dinime çok barız bir şekilde ters düşen birini ALLAH için sevmemem lazım. ANAP ta Bakan olan genç Mesut Yılmaz’ın daha ilk günlerde ismi, O zamanlarda çok kullanılan ifadesiyle Milliyetçi muhafazakârların arasında değil de, Batılı zihniyete sahip olanların arasında geçmesi bende ilk antipatiyi oluşturmuştu.

         Hemşerimiz Mesut Yılmaz. İlerleyen süreçte önce ANAP Genel Başkanlığı ve Özal’ in Cumhurbaşkanlığında 48. Hükümetin Başbakanlığını yapmış. Daha sonra da hiç seçim kazanamadığı halde kısa ömürlü 53. ve 55.  Hükümetlerinin Başbakanı olmuş.  57. Hükümet' te de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Özellikle Özal sonrası dönemlerde çok barız bir şekilde, Derin devlet ve onun siyasi felsefesi olan Statükodan yana tavır takınmıştır. Bu özelliğinden dolayı Sayın Yılmaz’ ı eleştirmeden önce “Derin Devlet” ve Statüko hakkında bir iki şey söyleyip, hemşerimizin, maalesef ne kadar büyük bir yanlışın içinde olduğunu daha iyi vurgulamak istiyorum.

         1950 yılına kadar ülkemizi, tek parti tek lider olarak yöneten CHP, bu uzun iktidar dönmenin verdiği imkânlarla, bir yandan kendi yandaşı; sivil, asker ve yargı bürokrasisini oluşturmuş. Bir yandan da ağırlığını İstanbul sermayesinin oluşturduğu kendi iş adamı ve iş âlemini yanı sol jargonla kendi burjuvasını kurmuştu. Bütün bunlardan oluşan guruba kısaca, CHP elit takımı veya  “SEÇKİNCİ ZÜMRE” hatta son zamanlarda ortaya çıkan tabirle “BEYAZ TÜRKLER” de denir. Asker sivil bu CHP elit takımı, 27 yıl gibi uzun süre ülkemizi, siyasi ve adli hiçbir şekilde hesap vermeden yönettikleri için, memleketimizin idaresinin sadece kendilerine ait olduğu vehmine kapıldılar.  Onlara göre bu ülkeyi yönetmek sadece onların hakkıydı. Onun dışındakiler; eğitimsiz, kültürsüz, bilgisiz kasketli, şalvarlı birer halk yığınıydılar. Onlar ne anlardı ülkeyi yönetmekten. 

         Bu elit takımının, Devletin içinde oluşturduğu bürokrasi ve onu destekleyen başta İstanbul sermayesinden oluşan sivil unsurların meydana getirdiği gizli, yapılanmanın adıdır derin devlet. Bu gizli, derin yapılanmanın kendilerine göre oluşturdukları siyası değerlere, yanı milletimize dayattıkları, değişmesini hiç istemedikleri kendi doğrularına, STATÜKO denir. 

         Esas özelliği batılılara benzemek olan, Statüko:

Batılılar gibi, yemek, içmek, giymek gezmek, eğlenmek vb. kısacası bizi biz yapan bütün milli ve manevi değerlerden uzaklaşıp batının kültürel değerleriyle birleşip bütünleşmek, yanı biz olmaktan çıkmaktır.

Statüko, 1950 seçimlerinde milletimizden ağır bir tokat yemiş, 50 li yılları kayıp yıllar olarak yaşamıştır. Sonra, milletin iradesiyle asla iktidara gelemeyeceklerini anlayınca,  27 Mayıs 1960 darbesiyle devleti ele geçirildiler. Çok kişinin gözünden kaçtığı gibi, Devletimizden önce şanlı ordumuzu ele geçirdiler. En büyük zarar verdikleri kurumlardan biride ordumuzdu. 27 Mayıs 1960 darbesinde 235 general ve 4 binin üzerinde subay ordudan uzaklaştırıldı. Sadece bununla kalmadı Statükoyu anayasal bir koruma altına alacak şekilde 1961 anayasasını hazırladılar. Yanı CHP parti olarak değil ama zihniyet olarak Anayasal güvence altına alındı. 1960 tan sonraki üst düzey bürokratların konuşmalarını dikkatle dinlerseniz görürüsünüz ki, konuşan devletin tarafsız bir bürokratı değil, sanki CHP nin üst düzey bir sözcüsü.

4 siyasi eğilimi bünyesinde başarıyla birleştiren fakat bu eğilimlerden birinin bile kendileri olmamsı rahmetli Özal tarafından Statükoya atılmış ikinci büyük bir tokat gibiydi

 I996 larda hayâlı bile onlar için korkunç olan bir muhafazakâr partinin koalisyonla da olsa iktidara gelmiş olması Statükoya vurulmuş üçüncü büyük, siyasi bir halk tokadıydı. Nihayet Statüko daha fazla tokat yiyip gücünü büsbütün kayıp etmeden karşı hamlesini yaptı.  28 Şubat 1997 yılında post modern bir darbeyle bir yandan; sevmediği, nefret ettiği bir siyasi hareketi yok etme sürecini başlattı. Bir yandan da daha kötüsünü daha korkunç olanını yaptı:

Dini-İslami eğitime büyük bir darbe vurarak âdete maneviyatımızı budadı.

- Kesintisiz 8 yıllık eğitimi mecbur ederek,

- Meslek okullarının üniversitelere giriş puanlarını yüksek tutarak, İmam Hatip liselerinin önünü kapadılar.

- 8 yıla çıkartılan ilköğretim okulunu bitirmeden, çocukların cami ve kuran kurslarına giderek dini eğitim almalarını yasakladılar. Böylece hiçbir çocuk 15 yaşından önce her hangi bir yerde dinini öğrenemeyecek ve isterse orta eğitimde dini eğitim alarak üniversiteye gidemeyecekti.

         Bu yapılanlar Müslüman milletimize, Cumhuriyet dönemi yapılmış en büyük dini tahribatlardan biriydi. Bu büyük dini-İslami tahribatı yine kendilerinin ayak oyunlarıyla iş başına getirdikleri 55. Hükümete ve onun başbakanına yaptırdılar. Kimdi bu Başbakan. Bazı hemşerilerimizin ne hikmetse sevmekten desteklemekten geri kalmadığı sevgili hemşerimiz, Karadenizli, Rizeli Çayelili,  Mesut Yılmaz’dı bu kişi.  Kimse bana, Rahmetli Erbakan kararları imzaladığı için Sayın Yılmaz bunu yapmak zorunda kaldı demesin. Bu yalana inanmak için siyaseten çok saf olmak lazım.  O günlerde bu kanunlar hazırlanırken halkımızda büyük bir infial uyanmış bunun sonucu çok yüksek sesle yurdumuzun dört bir yanından itirazlar ve tepkiler yükselmişti.

Anadolulun dört bir köşesinden yükselip Ankara ovasını adeta paralayan,  bu milletin yükselen sesine bakın hemşerimiz, işini ne kadarda gönüllü yaptığını ve bu konuda milletin tepkisine rağmen Statükonun yanında olmakta ne kadar kararlı olduğunu belirten şu sözleri söylemişti.

Sayın Yılmaz, o günlerde bu düzenlemeleri kast ederek İmam Hatip Liseleri ile Kur'an Kurslarının kapatılması anlamına gelen 8 yıllık eğitim için  Siyasi hayatıma mal olsa da, 8 yıl zorunlu eğitimi, kesintisiz olarak çıkartacağız” demişti. Ayrıca bu düzenlemeye, yanı dini eğitimin kıyımına karşı çıkanları Sayın Hemşerimiz, “Aydınlığa,  karşı gözü kamaşan yarasalara” benzeterek bana göre hem bu konuda hassasiyet gösteren Müslüman milletimize hakaret etmiş. Hem de, Allah’a karşı günah işlemiştir.  Bu büyük hatasından dolayı kendisine çok kırgın ve kızgın biri olmama rağmen, yinede kendisine bir hemşeri tavsiyesinde bulunacağım.

Lütfen bir gün evinde yalnız kaldığında bir gece veya bir seher vaktinde, aklını başına alsın elini vicdanına koysun… Önce Âlemlerin rabbi hesap, gününün sahibi ALLAH’ a tövbe etsin. Sonra bir basın toplantısı düzenleyerek, medyanın karşısına geçsin ve kameraların içine baka baka Müslüman milletimizden özür dilesin. Helallik istesin.  Bunu, âcizane olarak kendisine tavsiye adıyorum. Bu tavsiyeme uyarsa; hem Allah indinde, hem de millet nezdinde kendisi kazanır. Yok, uymasa kendisi kayıp eder.  

Şimdi değerli kardeşlerim. Yukarda saydığım bu büyük hataları yapan Sayın Yılmaz’ ı sırf hemşerimiz diye sevmeye desteklemeye çalışsak, ALLAH bunu bizden sormazımı elbette sorar. İşte bunun içindir ki, dinime bu kadar zarar veren birini değil sadece hemşerim, aynı ilçeden olmamıza rağmen zerre kadar savmıyorum, onu kınıyorum… Çıkıp çok makul ve mantıklı, inandırıcı bir şekilde bizden özür dilemedikçe onu asla sevmeyeceğim ve onu kınamaya devam edeceğim.

Şimdi bu kişi son zamanlarda adı CHP ile anılmaya başladı. Son çıkan haberler doğruysa ki muhtemelen öyledir. Kendisi Rize’ mizden aday olmayacak ama Karyalçın CHP den Rize Milletvekili adayı olursa onu destekleyecekmiş.  Şimdi soruyorum size, Statükoya karşı en büyük mücadeleyi veren Rahmetli Özal’ in siyasete soktuğu ve yükselmesine çok büyük payı olan biri:

Statükonun anası CHP ile

Milli manevi değerlerimize karşı ve aynı zamanda müstehcen heykelleri Ankara caddelerine diken Karayalçın ile ne ilgisi olabilir?

 Bunun cevabı çok basit. Mesut Yılmaz sadece ekonomik anlamda sağcıydı, ekonomide devletçi değildi o kadar. Onun dışında tam bir bir CHP li gibiydi ve siyasetteki son anlarını, gönlündeki partiye hizmet etmekle geçiriyor.  28 Şubat sürecine hala destek veren Demirel gibi o da yıllardır. Milliyetçi muhafazakârım diye bizi kandırmış.

 Biz bu ve benzeri sıyası saflığı gösterdiğimiz müddetçe daha çok kandırılırız. Gerçek, doğru ve Statükonun karşısında dim dik duran, cesur ve mert siyasilerimizi anlayabilmek ve onları destekleyebilmek temennilerimle hayırlı günler.