“Tençkap” kaymaya başlayınca, atın üstündeki gelinin utangaç yüzü yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı… Gelin olmak yakışmıştı, at sakin sakin taşlı yolda ilerlerken, görenler gelini usta binici sanırdı. At, yeni evine taşıdığın yükün değerini anlamış gibi alımlı çalımlı yürürken;  öndeki kalabalıktan silah sesleri yükseldi…

Geçmişin ayak seslerinden, yüreğinize bir iki kelime fısıldamak istedim. Gençler pek bilmez ama orta yaşlılar ve daha yaşlılar oldukça iyi hatırlar, atın sırtında, erhamlı, silahlı, tulumlu, horonlu düğünler. Çamlıhemşin’in şimdi yol olmuş ama bir zamanlar patika olan sarp, zorlu ve yorucu yollarında düğün alayları böyle giderdi gelinin yeni evine. Karadeniz’in doğası, insana galebe çalmıştır her daim. Diğer pek çok bölgelerde ve ülke olduğu gibi insana yenilmemiş ve asla dağlarının ve doğasının yıkılmasına izin vermemiştir.

Bu doğal yapının içinde, kadın hep kutsal sayılmış ve korunmuştur; hatta insani karakteri olmayan kadınlar bile analık vasfının arkasına sığınarak bu topluma kendini  kabul ettirmiştir çoğu kez. Toprak ve kadın, doğurganlığın ve bereketin sembolüdür binyıllardan beridir. Tarih öncesinden günümüze uzanan hikayelerin içerisinde bunu görebiliriz.

Sadece Karadeniz değil, tüm Anadolu ve tüm Türkiye, kadınının ve toprağının bereketiyle günümüze gelmiş, geleceğe de gider. Kadını her yerde kolayca görebilirsiniz her zaman. Örnekleri çoktur: Savaşta, erine mermi taşırken; Çayırlıkta, erinin yanında tırpan sallarken; Siyasette, eşiyle omuz omuza halka hizmet ederken… Saysam bitmez.

Kadın ve yaşam bir bütün.  Henüz doğmadan önce kaderi belirlenmiş, eşinin “eğe kemiğinden” yaratılan ve bütünlüğü daha yaratılış safhasında dünya yaşamına taşıyan “Havva anamız” dan almış bu yükü.  Bizlerde bunu seve seve taşıyoruz. Saflarımız ne olursa olsun “kadınlığın onuru” her kesimde dolu dolu mevcut. Sağcı, solcu; açık, kapalı; dinci, dincisiz; vb… ne olursa olsun bizler bu ülkenin onuruyuz ve bu hep böyle kalacak.

Peki meselem ne, derdim ne benim bu kadar… Zaman ve mekan, her şeyin kendi içinde yeni bir versiyona taşınmasını kaçınılmaz hale getiriyor. Zamanında, “erhamla”, “şayla-şifonla”, “kara lastik”, koknoç-kuşakla” kendi tesettür modasını yaşayan oysa şimdi yerini “başörtüsü kavgasına” bırakan ve Ülkemi karma karışık hale getiren “türban” meselesi…

Benim kimseyle derdim yok; zamanında başörtülü olduğum için beni gerici yobaz, “zavallı genç yaşında örtünmüş vah vah.” , “Tüm hayatı söndü zavallının, kendine yazık etti.” Dahası, “Yobaz, gerici, akılsız.” Yafta ve  nidalarıyla, hatta bu uğurda toplumun bazı kesimlerince şiddetli rehabilitasyona ve tecride tabi tutulduğum dönemlerden sonra daha bir radikal kararla, akademik kariyer yapmak için başımı açınca, gene aynı toplum tarafından eleştirilmeye tabi tutulup, aşağılama ve rencide etmeye başladım. Bu defa Eleştiren kesim farklıydı ama siz ne anlatmak istediğimi anladınız sanırım.

Yaşamımı özgür irademle sürdürmek en doğal hakkım. Kimseyle derdim yok benim. Tek istediğim çocukluğumdan beridir hayalini kurduğum akademik kariyerimi tamamlayıp akademisyen olmak. Lütfen, beni ve benim gibi düşünenleri kimse kendi tarafına çekmeye çalışıp, kendine “rant sağlama” çabasına girmesin. Benim “örtüm” kimsenin rant sağlama oyuncağı değildir. Zamanında olsaydı, koknoç kuşak dolanır erham giyerdim. Zaman geldi, örttüm ve yaşamıma bu şekilde devam etmek istedim ama ben örttükçe yaşam ve bilgi ve benim istediğim kariyer benden kaçtı ve dağ oldu adeta. Şimdi “dağ” bana gelmediyse ben ”dağ” a giderim dedim ve dağın dolambaçlı yollarında eşarbım dala takıldı. Bu dal, üzerine kar düşmüş ve eğilmiş bir daldı, kar eridi dal eşarbımı da aldı yerine döndü. Bende ise, yaşadıklarıma daha da beni üzen şeyler eklenmesin diye kendimi koruma kaygısı düştü. Neden insanların hayatını zorlaştırıyorsunuz. Ben, her inançtan; her siyası görüşten ve kültürden insanlarla çok rahat geçinebiliyor ve uzlaşabiliyorum. Geçinmeye gönlünüz varsa yaparsınız bunu…  Başörtüsü yüzünden bu ülkede o kadar polemiğe girilip, o kadar altında başka nedenler arandı ki artık illallah ettik hem de ne illallah etmek…

Lütfen, artık açsın kapatsın veya ne şekilde yaşamak isterse istesin insanları rahat ve özgür bırakın. Kraldan daha kralcı kesilmeyin. Allah, kuluna azap etmeyi sevmez ama edenleri de sevmez. Kapalılar açsın diye; açıklar kapatsın diye sorgulamadan ve anlamadan dinlemeden bilmeden uğraşanlarda yaptıklarına bir son versinler. Sanmayın ki sadece açsınlar diye uğraşanlar Allah tarafından ceza alır; Baskıyla, zulümle ve kendi iradesi dışında zorla örtü takılmak isteyenlerden de Allah hoşlanmaz. Allah, zalim değil, hiçbir zaman olmadı da. İslam’da kadın hiçbir zaman baskı görmez ama İslam’ı kendi kafasına göre yorumlayıp, gelenek-göreneklerin, eski kültürlerin ve ilahi ve insani kaynaklı dinlerin vb… etkilerin yoğrulduğu arı olmayan bir dinin olgusunu kimse bana ve bu topluma artık zorla kabul ettirmesin.

Açıp okuyun biraz, ne diyor ilk ayet “İkra,bismirabbikellezi halak…” diye başlayan ve kainatı okumakla emrolunan insanım ben… Kadın olmadan önce, anne olmadan önce, insanım ben ve lütfen, bırakın insan olma ve özgürce irademle karar alma hakkımı kullanayım. Açık veya kapalı, insan bir şekilde yaşayabiliyor ama bilgisiz ve cahil yaşayamıyor. Bana verilen yaşam hakkımı bilinçli bir şekilde yaşmak ve herkes gibi hakkım olan eğitimi almak istiyorum. Açık veya kaplı, genç veya yaşlı her ne isem ama ben böyle mutluyum çünkü yapmak istediğim bu. Neden Rabbimle atama giriyorsunuz. hesabı ben vereceğim ve inanıyorum ki rabbim benim okumamı benden fazla ister. Bu toplum, bilinçli insana muhtaçken neden cehalete itiliyorum zorla...

Örtü meselesine gelince. Daha fazla bu toplumu başörtüsü meselesiyle yormayın. Allah, okurken açın veya kapatın demiyor ayette sadece “ikra” yani “oku” “bismirabbikellezi halak” “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku”… Ayette, açık veya kapalı veya erkek veya kadın veya başka bir kuralda yok… Çok açık ve net: Oku diyor, Seni yaratan Rabbi’nin adıyla oku…

Anlasanıza artık, Allah cahil kul sevmiyor…