Dr. Ali Rıza SAKLI

         Fuzuli’nin meşhur sözüdür; “Aşk imiş her ne var âlemde, ilim bir kıyl-u kal imiş ancak.” İfadenin ilk yarısı tamamen günümüz Türkçesiyle anlaşılır olduğundan izaha ihtiyaç yok. İkinci yarısı ise, bizim bütün çabalarımızı boşa çıkaracak kadar sert ve vurucu; “ilim boş sözlerden ibarettir” anlamına geliyor. Bu ise, bizim Rize Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne hoca olarak geçişimizi anlamsız gibi gösterebilir.

         Ben kendi konumumu savunmak için, “Şair Fuzuli, ‘fuzuli’ bir laf etmiş” deyip işi şakaya vurabilirdim. Ancak, Fuzuli’nin boş şeyler yazan biri olmadığını bildiğim için, bu sözünün nasıl anlaşılması gerektiğini biraz irdelemek istiyorum. Konunun daha iyi anlaşılması için, bir Hollandalı uzmanla aramızda geçenleri size aktarayım.

         Yıllar önce, Hollandalı uzman Ruud van Renesse ile görev icabı birkaç günü İstanbul’da birlikte geçirmiştik. Kendisi Türkiye’ye ilk defa gelmiş olmanın merakı içerisinde her şeyi öğrenmeye çalışıyordu. Akşam, Beşiktaş’taki –şimdi başka bir kuruma devredilen- Çaykur misafirhanesinde otururken, İngilizcemi geliştirmeyi de amaçlayarak bolca sohbet ediyoruz. Sohbeti açmak için kendisine bir soru sordum; “Bay Renesse, bizden öncekiler; babalarımız, dedelerimiz, onlardan öncekiler vb dünyaya gelip gittiler. Biz de geldik bir süre sonra gideceğiz. Size göre bu dünyanın anlamı nedir, neden dünyaya gelip gidiyoruz?” dedim.

         Muhatabım zor bir soru ile karşılaşmış olduğu izlenimi vererek, aynı soruyu bana yöneltti; “Senin bu konuda bir izahın var mı?” dedi. Ben seni dinlemek istemiştim, ama izin verirsen kendi görüşümü anlatayım dedim. Sonra da anlatmaya başladım.

         Allah (CC) evreni ve bizi yarattı, sonra da kendini gizledi. İçimize bir arama, araştırma, inceleme duygusu yerleştirdi. Şimdi O’nu bulmamızı istiyor. İnsanoğlunun her alandaki arayışı, başka kılıflar içinde olsa da, aslında Allah’ı arayıştır, dedim. Bilinçli ya da bilinçsiz; yazar kalemiyle, ressam fırçasıyla, müzisyen mızrabıyla aynı arayışın içindedir. Sosyal bilimci düşünme ve araştırma gücüyle, fen bilimci deneylerle ve teknik cihazlarla arayışını sürdürüyor.

         Sözlerim bittiğinde, Renesse’de bir hayret ifadesi görüm; “Gerçekten doğru, aynen böyle oluyor, bunu daha önce nasıl düşünemedim?” dedi. Sohbet başka konulara kaydıkça, Renesse arada sözü tekrar yukarıdaki izaha getiriyor ve bu tespitin çok çarpıcı olduğunu söylüyordu. Sabahleyin Renesse’yi uçağa yetişmesi için uyandırdığımızda, gözlerinin kızarmış, adeta kan çanağına dönmüş olduğunu gördüm; gece bu konuları düşünmekten hiç uyku uyuyamadığını söyledi.

         İstanbul’daki son gününde bir ara tarihi mekânlara gitmiştik. Sultanahmet Camii’nin içerisine girince; “Sizin camilerinizin içi hep böyle mi?” diye hayranlıkla sordu. Daha önce bir camiyi içeriden hiç görmediğini anladım. “Hepsi farklı renk ve üslupta ama bu şekilde süslenmişlerdir”, dedim. Sultanahmet onu büyülemişti, muhakkak kartpostalını ve tanıtım broşürünü alıp eşime göstermeliyim dedi ve bunları temin etmeye çalıştık.

İlk defa “Doğu”ya gelmiş olan bir “Batılı”nın, doğunun bilgisi ve irfanı karşısındaki şaşkınlığı beni de şaşırtmıştı. Batılıların, kendi alanlarını çok iyi bilen uzmanlara sahip olmakla birlikte, metafizik izahlarda pek de iyi olmadıklarını düşünmeye başladım.

 Üstat Fuzuli’nin ifadesi çerçevesinde tekrar düşündüğümüzde; bilim insanı, filozof, sanatçı vb., içindeki arama duygusunun gereği sürekli araştırmaktadır. Ancak onun aradığını bulmuş olanlar karşısında, Fuzuli’nin bu alaylı ifadesine muhatap olmaktadırlar. Âşıklar, dervişler insanoğlunun özünde yer etmiş olan arayışı sonuçlandırmış; varlığın sahibine aşkla bağlanmışlardır.

Ne demiş Yunus:

Cennet cennet dedikleri,

Birkaç köşkle birkaç huri,

İsteyene ver anları,

Bana seni gerek seni.

Herkesin elde etmek için dua ve niyazda bulunduğu, hayatını ona göre tanzim ettiği cennet için Yunus’un dediğine bak; isteyene cenneti ver diyor, ben seni istiyorum.  Yunus’u bu noktada doğru anlamak gerekir. O, cenneti de yaratan ve dilediğine dilediğince cennetler yaratma kudretine sahip olan Allah’tan cenneti değil de zatını dilemektedir. Fakat, O’nu kazanırsam bana nice cennetler bahşeder gibi bir düşüncede, bir menfaat hesabı içinde değildir. Yunus, sevdiğine kavuşmanın ötesinde bir hayal ve arzu peşinde değildir.

Bir de aşağıdaki dörtlüğüne bakınız:

Yunus ne hoş demişsin,

Bal u şeker yemişsin.

Ballar balını buldum,

Kovanım yağma olsun.

         Herkesin aradığını, arayıp da layığınca bulamadığını bulunca, Derviş Yunus daha önce kıymet verdiği her şeyi bir tarafa bırakıyor; “kovanım yağma olsun” diyor. Çünkü bulduğu “bal” karşısında kovandaki diğer balların bir kıymeti yoktur.

         Fuzuli, elbette kimse bilimle fenle uğraşmasın, bunlar boş işlerdir demek istemiyor. Ama bilim ve fennin anlam itibariyle aşk karşısındaki yerini veciz bir şekilde ifade ediyor. İnsan olarak, kendimizi içinde bulduğumuz dünyayı, evreni ve bizzat insanı anlamak ve anlamlandırmak için bilimsel çalışmaların yapılması gerekiyor. Her alanda arayışın sürmesi; düşüncenin, bilimin ve sanatın ilerlemesi gerekiyor.

         Fatih’in tasavvufa girme arzusu karşısında, hocası Akşemseddin bunu uygun görmemiştir. “Sen bizim tattığımız lezzeti tadarsan saltanatı bırakırsın, seni dervişliğe kabul edersem devletin düzeni sarsılabilir” diyerek, onu devlet işlerine yönlendirdiğini biliyoruz. Bilim insanları için de, buna benzer bir yaklaşım konu edilebilir.

         Şimdi biz biraz “kiyl-u kal” ile uğraşacağız. Fuzuli’nin (1480-1556) asırlar öncesinden savurduğu taşın değerini bilip, bilimi anlamsız bir uğraş olmanın ötesine taşımaya gayret edeceğiz. Aslında bilimsel çalışmalarımız hep vardı, ama artık işimiz bilim üretmek ve bilim öğretmek oldu. Bir yandan insanoğlunun arayış macerasını yaşarken, diğer taraftan da inanmış ve bulmuş olmanın emsalsiz değerine talibiz elbette.