Ordu, Polis ve Yargı dışında, kamu örgütlerinde başörtüsünün serbest bırakılması devrim niteliğinde bir olaydır. Yaşanan 28 Şubat sürecinde, başörtülü hanımlara yapılan “cüzzamlı” muamelesi sebebiyle, buna “başörtüsü bayramı” da denilebilir. Türkiye bir kamburunu düzeltmiş ve milletimize yakışan bir uygulama hayata geçirilmiştir. Kutlu olsun!

Başörtüsünün serbest bırakılmasına neden bu kadar önem verdiğimi, 28 Şubat döneminde başörtüsü sorunlarını bizzat ve yakından yaşamayanlar anlamayabilir. Başörtülülere karşı; soruşturma, kovuşturma, sürgün, eğitim hakkını engelleme ve ikna odaları gibi pek çok maddi ve manevi eziyet yapılmıştır. Ama en kötüsü, bu ülke için canını veren şehitlerin torunları, ülke için “en büyük tehlike“ olarak yaftalanmıştır. Bu durum onların onurunu kırmıştır.  Bu sebeple, 28 Şubat sonrasında yaşanan siyasi gelişmeler, hep 28 Şubat’ın bu onur kırıcı muamelesine reaksiyon mahiyetindedir.

Bizzat tanık olduğum bir olayı burada anlatmak istiyorum. Çaykur’da görev yaparken, Rize Meslek Yüksek Okulu öğrencilerinden 3-4 tanesi, ithalat-ihracat işlemleri ile ilgili ödevlerini yapabilmek için bizden yardım istediler. Başörtülü olan bu öğrencilere, odamda ödev konularının uygulamada nasıl gerçekleştirildiğini anlatırken, benimle aynı katta odası olan asker emeklisi Savunma Sekreteri kapıya geldi ve “burada ne oluyor” dedi. Öğrencilerden rahatsız olabileceğini aklıma bile getirmemiştim. “Burada biraz ders yapıyoruz” dedim. Bu defa, “bunlar burada fazla duramazlar” dedi. “Ne demek istiyorsun” dedim. “İşte öyle, bunlar başörtüsüyle burada fazla duramazlar” dedi. Kendisine benim misafirlerime karışamayacağını söyledim. “Ne kadar duracaklarından size ne?” dedim. Odasına gitti ve oradan telefon ederek sert bir ses tonuyla; “Ali Rıza Bey, onlar orada fazla duramazlar, lütfen onları gönderir misin?“ dedi. Ben de aynı ses tonuyla, “misafirlerimin odamda ne kadar duracağına karışamayacağını” söyledim.

Bana diş geçiremeyince Daire Başkanı’nı aramış, biz çocuklarla artık bozulan atmosfere rağmen ödev konusunda konuşmaya devam ederken Daire Başkanı aradı, Savunma Sekreteri başörtülü öğrencilerin gitmesi gerektiğini söylüyormuş… Kendisine “bu çocuklar ödev yapmaya geldi, burada çalışmıyorlar, sadece misafir olarak geldiler, buna kimde karışamaz” dedim. Çocuklardan birine; bir üst kata çıkıp ödevleri için lazım olacak ithalat beyannamelerine fotokopi çektirmelerini söyledim… Korkudan titreyen çocuk tek başına gidemedi, ona bir arkadaşını katıp iki kişi gönderdim, “korkmayın size bir şey diyemez” dedim. Fotokopileri de kendilerine verdikten sonra öğrencileri uğurladım. Odamdan ayrılıp bir saat kadar sonra geri döndüğümde, masamda bir çiçek buketi gördüm. Üzerinde “Desteğiniz İçin Teşekkürler” yazılı bir kart vardı. Bu zor günlerde, benim için en büyük ödül bu çiçeklerdi.

Muhafazakâr görüşlere sahip olduğu halde, 28 Şubat sürecinde yöneticilik yaparken dik duramayan; sefil uygulamalara imza atan pek çok kişi gördüm. Sonraki dönemde “kahraman” edasıyla ortaya atılan bu tipler, o karanlık günlerde sistemin bir parçası olmuşlardı. 28 Şubat döneminde, başörtülü kesime karşı yürütülen kampanyada görev alan ve zulmün bir parçası olan her kim ise utanmalı ve vicdan muhasebesi yapmalıdır.

Bir devlet kuruluşuna misafir olarak dahi girmelerine izin verilmeyen veya girmeleri hoş karşılanmayan başörtülü insanlarımız, artık örtüleriyle görev yapacaklardır. Askerlik gibi bazı mesleklerde, memur eşinin başörtülü olması bu meslekteki erkek için soruşturma sebebi sayılmıştı. Artık başörtülüler memur olabildiğine göre, memur eşi olmaları herhalde yadırganamayacaktır. Kurtuluş savaşında başörtüleriyle askerimizin yanında cepheye koşan annelerimizin ve vatan için, din için, namus için şehit olan atalarımızın ruhları artık incinmeyecektir. Bu konuda alınan siyasi kararı ve yeni uygulamayı ayakta alkışlıyorum.

28 Şubat’la ilgili bir başka yazımda, bu dolaylı darbeye niçin girişildiğini anlatmıştım. Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inmemesi için, ABD ve Batılı güçler Türkiye, İran ve Pakistan’da İslami eğilimleri desteklemişlerdi. Türkiye’de gençliğin komünist olmaması için İmam-Hatip Liseleri’(İHL)nin önü sistem tarafından açılmıştı. En fazla İHL açanın Süleyman Demirel olması bunun ispatı için yeterlidir. 1992’de Sovyetler Birliği çöktüğü halde ve Batı sisteminin yeni düşmanı “Fundamentalist İslam” olarak belirlendiği halde, Türkiye’de eğitim sistemi hala geniş kontenjanlarla İHL’li yetiştirmeye devam etmekteydi. İşte 28 Şubat’ın aktörlerine sistemin verdiği görev, İHL’lerin önünü kesmesi ve İslami gelişmeleri önlemesi olmuştur. Bu durum, 28 Şubat’ın dış bağlantısını teorik olarak tespit etmek için yeterlidir.

Bir kişinin münevver olup olmadığı, “vur abalıya” havasının estirildiği karanlık dönemlerde bu havaya uyup uymamasıyla anlaşılır.  Başörtüsü karşıtlığının zirve yaptığı dönemde, bu atmosfere uyan “avam” mahiyetindeki zevatı fazla kabahatli bulmamak gerekir. Sürü psikolojisinden kurtulmak, böylesine yönlendirilmiş kamuoyu etkisinin hâkim olduğu dönemlerde hiç de kolay olmayabilir. Ancak bu tür dönemler, insanların anlaşılmasında turnusol kâğıdı gibidir.