Bir parmağınız yara aldığında sanki bu büyük bir yaraymış gibi sancır ve acısı tüm bedenimizi sarsar… herkes bu durumu küçük kazalarla da olsa yaşmıştır. Hemen dağlarımız yıkılır, acıdan için için sızlayan azalarımıza aldırmadan en yakın ecza dolabına koşarız veya ilk yardım yapmaya çalışırız. Bazen elimizde olmayan nedenlerle yaranın kanını durduramaz ve sigara “tütünü” bastırırız belki yara durur ve canımızın yanması geçer. Hep deriz ya hani Türk aklı…

Bize öğretilmiştir, kocakarı çözümleri ve kendi kafamızın dikine gitmek ya da körü körüne hani adı hükümet adamı ya baş eğmek. Büyük adamdır ağzından çıkan her laf doğrudur, kes diyorsa parmağını keseceksin,  sonra dönüp yaraya tütün bastıracaksın…

Evet, büyük adamlar doğru söyler. Peki büyük adamları, büyük yapan nedir ki..? Ben bilmiyorum bunun cevabını. Onlarda sizin benim gibi insanlardır, herkes gibi acıkır susar, yer içerler, hatta bizde onlar gibi ağzımızla yer, kulaklarımızla duyar, gözlerimizle görür, aynı yerden çıktı alırız…

Ben kendimi kimseden üstün görmediğim gibi basitte görmem, herkesin şu dünyada kendi yerini iyi yada kötü doldurduğunu düşünürüm ama ama si var bir de… Topluma karşı hepimiz sorumluyuz, önceliklerimiz nasıl kendi hayatımızı korumaksa; çevremizi ve geleceğimizi de korumasını bilmeliyiz ve yeri mercisi ne olursa olsun her ülke vatandaşı sorumludur bundan…

Hangi mercide olursak olalım, geleceği düşünerek attığımızı sandığımız bazı konularda yanılabiliriz çünkü insanız ve doğamız gereği hata yapmaya meyilliyiz. Önemli olan hatanın neresinden dönsek kardır bilinciyle hareket edip daha sağlam ve bize, ülkemiz coğrafyamıza uygun çözümler bularak uygulamaya koymalıyız, sanırım herkes bu düşüncemde hemfikirdir.

Topraklarımız, geleceğimiz bizim için önemliyse öncelikle doğa katliamının önüne geçmemiz gerekli. Karadeniz’de uygulanan santral yapma çalışmaları da geleceğimize ve coğrafyamıza vurulan bir darbe değil mi? Savunulan projeler, bilimsel veriler altında gözden geçirildiğinde faydadan çok zarar getirecek ve doğanın yaşamına büyük bir balta indirecek ve bizler yaranın üzerine “tütün” basacağız bu gidişle, kocakarı çözümleriyle yaşamımızı geleceğimizi kurtarabilir miyiz? Sordunuz mu kendinize..? kendimize yaptıklarımıza dair soru sormazsak, sorgulamazsak nasıl geleceğimizi olumlu yönde geliştirebiliriz.!?

Her şeyden önce bizler bu yaşamın murisleriyiz ve geleceğimiz bize bakarken veya anarken üzerimize düşen projelere imza atmak yerine canlıları katleden uygulamalara imza attığımızı görmeleri ne kadar doğru? Şahsen kendi adıma geleceğe sigara tütünü değil de daha profesyonel çözümler üretebilen bir zihniyetle bakmayı tercih ediyorum. Bu yüzden İSYANDA OLAN KARADENİZ’e bir baltada ben vurayım değil bir ağaçta ben dikeyim düşüncesiyle yaklaşıyorum. Yaptıklarımızı bir kıstasa vuruyorsak karşımıza inançlarımız içinde yaşadığımız dünyanın doktrinleri çıkıyorsa; hiç bir inanç ve doktrin yıkıcılığı değil yapıcılığı savunur kendi çapında. Öyleyse neden, hangi zihniyetle geleceğe sağlam adımlar attıran düşüncelerimize ket vuruyoruz. Geçmişin bize bıraktığı çöllere ve yıkımlara bakın, savaşların sonuçlarına bakın, şimdi yaşamı gereksiz soğuk savaşlara çevirip, kavgalara dalmanın alemi yok hele de kendi bünyemizde. Biz buna devam ederken “yorgan gitti kavga bitti” durumuna düşmez miyiz?

Bence bizler, özellikle konunun uzmanları… Şöyle bir çevrelerine bakıp, geleceğe güzel bir hediye bırakmak için kolları sıvamalılar. KARADENİZ’i İSYANDAN kurtarabilmenin en kesin çözümü, bölgenin  yapısına uygun, herhangi bir zarara meydan vermeyecek ve kalıcı olan çözümler üretmeli.  Yada halihazırda olan projeler tekrar gözden geçirilmeli; Yoksa bir gün yaraya basacak “tütün” bile bulamayacağız…