Bu yazımda “hüzünlenme hakkımı kullanmak” istiyorum doğrusu!

Köyden şehirlere akın akın gelen insan maalesef bu iletişim çağında “içtimai yalnızlıkların” içinde debelenip duruyor!...

Aynı apartmanda, yan yana oturanlardan,aynı iş yerini ve aynı sokağı paylaşanına kadar her insan kendisini yalnız hissediyor…

Adet yerini bulsun diye verilen ve alınan selam bile, bu yalnızlığı gitgide derinleştirmekten öte bir işe yaramıyor!...

Bu yalnızlaşma duygusunun bana çağrıştırdığı karşılığın adı “insanın hüznüdür” Bu hüzün karinelerini yaşadığım çevre de ve iletişimin beni ulaştırdığı en uzak mesafelerde dahi gözlemleme imkanım oluyor…

Genellikle aynı dertlerden muzdarip olan insan, bir arayışın içinde ama giderek kalabalıklaşan ve çözülen cemiyette,derdine derman olacak çıkış noktaları da bulamamaktadır ne yazık ki!..

İnsanı kalabalıklar içinde yalnızlığa iten ve onu hüzünlendiren şey ne ola ki? Sorulması ve cevap alınması gereken asıl meselemiz bu…

Kendi hayatımdan örnek vermek istiyorum…Yedi yaşıma kadar köyümdeydim. Daha sonra lise bitene kadar Çayelinde yaşadım. Ve inanırmısınız ,şu anda dillendirmeye çalıştığım insanı hüznün,çok sevdiğim bir Türk sanat müziğini eserin de geçen “ hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir,gönlümün kıyısına vurur” sözlerinin ancak karşılığıydı!..

Şimdi durum nasıl? Sanıyorum; gelenekçi cemiyetlerde bugün yaşadığımız olumsuz duyguları,akrabalarımız,dostlarımız,komşularımız ve yakın-uzak arkadaşlarımız sayesinde yok edebiliyorduk…

Farkındayım yaşadığım bu hüznü kelimelere dökmekten aciz kalıyorum!

 İçimde ki duygu ve düşüncelerimi hakkıyla resmedemiyorum. Belki duygularıma tercüman olabilir diye Yunus Emre’mize müracaat ediyorum;

         Bir garip ölmüş diyeler,

         Üç günden sonra duyalar,

         Soğuk su ile yuyalar,

         Şöyle garip,bencileyin.

Geçen hafta komşu köyden yaşlı bir amcamızın vefat haberini duyunca o kadar üzülmüştüm ki,içimden Yunusun yukarda ki şiirini okuyarak hüznümü dağıtmaya çabalamıştım!...

İnsanın hüznünü anlatma gayretin de olan birisi olarak, elbette insana sadece maddi bir varlık olarak bakmamak da imanımızın gereğidir…İnsana öyle bakanlara inat biz,yaratılanların en şereflisi olan insanın bugün ki yalnızlığının sonucu olan “hüznünü” anlatma gayretindeyiz…

İnsanın bu yalnızlığını tetikleyen maddi-manevi ihtirasları bugün için tavan yapmıştır!

Belki bu hırs insanın fıtratıyla alakalıdır bilmiyorum ama teşhis ettiğim bir gerçek var ki, o da şudur; insan hırsını müspet manada kullanmadıktan  sonra,maddi olarak büyüyebilir ama manevi olarak en aşağılara düşebilir…

İnsanın hüznünü tetikleyen o kadar çok şey yaşıyoruz ki…

Belki bu yazıyı bana yazdıran “bayramın hüznü” onlardan bir tanesidir! Yıllar önce İstanbul’da yaşarken kendi kendime söz vermiştim, artık bayramları köyümde, Anamın dizinin dibinde geçireceğim diye! Ama hayat dişlerini öyle geçirmiş ki her bayramda hesabımız şaşıyor!

Hüzün dediğimiz o şeyi insanın benimsemesi ya da anlamlandırabilmesi için,bir meyve ısırır gibi kendi yalnızlığımızın izlerini ona kuvvetle geçirilmesiyle de mümkündür!...

Fikir dünyamızın önemli simalarından olan, merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun yıllar önce hüzne dair söylediği sözleriyle yazımı nihayetlendiriyorum. Demişti ki ”Nedensiz yere çok hüzünlenmişseniz, bilin ki Allaha çok yaklaşmışsınız”

Görüşmek üzere,Allaha emanet olunuz….