Bundan tam 51 yıl önce 27 Mayıs 1960 sabahı; şanlı ordumuzu ele geçiren, kendilerine Milli Birlik Komitesi adı verilen 37 kişilik bir avuç gözü dönmüş subay, TSK’ mizin kurumsal varlığını çirkin emellerine alet ederek, Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesini gerçekleştirip yönetime el koydular.  

Ordu içindeki bu subaylar, hiçbir emir komuta ve hıyaraşık düzene uymadan, nizamı meşru yapının dışında, gayrı meşru bir yapılanmayla, çok ağır bir anayasal suç işleyerek ev basan bir eşkıya gibi ülke idaresini ele geçirdiler. Kelimenin tam anlamalıyla anayasayı çiğnediler.  Silahlı Kuvvetler içindeki her turlu gayrı nizamı oluşuma cunta denir.  Açıkçası Ordu içindeki çeteleşmenin adıdır cunta. 27 Mayısı yapan Cunta, kendileriyle iş birliği yapmayan zamanın Genelkurmay Başkanını bile tutuklayıp hapse attılar.  O günlerde görevden uzaklaştırıp evinde emekliliğini bekleyen eski Kara kuvvetleri komutanı Org. Cemal Gürsel’i harekâtın başına geçirerek yaptıkları çirkin işe bir nebze olsun meşrutiyet katmaya çalıştılar. 

27 Mayıs 1960 darbesini yapan askerler sadece ordu hiyerarşisine uygun olmayan bir harekatı gerçekleştirmekle kalmayıp, kendi aralarında da bölünmüşlerdi: Alpaslan Türkeş ve 13 arkadaşıyla birlikte daha sonra 14 ler olarak bilinen gurup, milliyetçi düşünceye yakın kişilerdi, bana göre tam milliyetçi değillerdi. Bu gurup sol ve sosyalizme yakın görüşlere sahip Cemal Madanoğlu ve Cemal Gürsel tarafından dışlanmış ve bu nedenle, 14 kişi yurt dışı görevlere yollanarak tasfiye edilmişlerdir.

27 Mayıs Cuntası önce orduyu ele geçirip sonrada iktidara el koyarak, idareyi ele geçirdi. Sonrada kurdukları uyduruk bir mahkemeyle 10 yıllık DP iktidarının lider kadrosundan oluşan 15 kişiyi idama mahkûm ettiler. Bu 15 kişiden ilk etapta 4 kişi haricindekileri ömür boyu müebbet hapse çevirdiler. Daha sonra devrik Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ da yaş haddinden dolayı idam edilmekten vazgeçildi. Sonuçta:

Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan' dan oluşan 3 devlet adamını  siyasi bir cinayete kurban ederek idam ettiler. Siyasi istikrar bozuldu.  1965 genel seçimlerine kadar ülke koalisyonlarla yönetildi. İstikrar ancak 5 yıl sonra, DP nın devamı olduğunu iddia eden AP nın 1965 seçimlerinde, I. Demirel Hükümeti (27.10.1965-03.11.1969) ile tek başına iktidar olmasıyla geri gelebildi. Yanı 5 yıl askerlerin keyfi için heba oldu gitti.

İstanbul Üniversitesinin özellikle Hukuk fakültesindeki bazı, kara cüppeleri gibi kara vicdanlı, militarist ve şovenist rejim yanlısı bazı Profesörler; darbeye adeta fetva verircesine destek verdiler.  27 Mayıs Darbesini gerçekleştiren cuntaya akıl hocalığı yapan ve kendilerine İlim heyeti adını takan bu Profesörler daha sonra 1961 anayasasını hazırladılar. Öyle bir anayasa hazırladılar ki:

Milletimizin çoğunluğunun değerlerini değil de, CHP nin umdelerini (ilkelerini) devletin temel ilkeleri adı altına Anayasaya koydular.  Oluşturdukları bu 61 Anayasanın şahsında adeta yeni bir rejim kurdular. Yeni kurdukları tepeden inmeci rejimin koruyuculuğunu da Türk Silahlı Kuvvet' lerine (TSK) verdiler. Böylece, Şanlı Ordumuz maalesef siyasetin içine sokuldu. Ondan sonra, sandıktan hangi İktidar çıkarsa çıksın, her hükümetin değişmez bir ortağı hatta daha üstünde genel konularla ilgilenen bir ilan edilmemiş üst makam vardı…

TSK' lerinin ilan edilmemiş veya en azından kamuoyunda milletle paylaşılmayan, Kırmızı kitapta belirtilen, bir “kırmızı çizgileri” ve bu kırmızı çizgilere göre belirlenen genel konular vardır.   Ülkemiz buna göre yönetilmeye mecbur edilir.  Ordumuzun Yüksek komuta kademesi yanı Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının bir görevi de; sandıktan, Milletin iradesiyle oluşarak seçilen İktidarları, bu genel konularda denetlemektir.  İktidarlar, ülkemizi ancak, TSK nın sınırlarını çizdiği genel konular ve kırmızı çizgiler dahilinde yönetebiliriler… TSK nın Sivil iktidarlara karşı yürüttüğü bu genel siyaset; Milli Güvenlik Kurulu sayesinde Anayasa teminatı altına alınarak tamamen kurumlaştırılmıştır.

Bütün bu sebeplerden dolayı, 27 Mayışıcılar: Sadece DP iktidarını yıkıp bir Başbakanla 2 bakanı idam ederek bir sıyası cinayet işlemekle kalmadılar.  Üzerinden tam 51 yıl geçtiği halde hala kaldıramadığımız bir “Askeri Vesayet Rejimini” kurmuşlardır. Bence Güzel ülkemize yaptıkları en büyük kötülük bu olmuştur. 

27 Mayıs darbesini yapanlar ki askerler kadar, onlara akıl hocalığı yapan bazı öğretim üyeleri de dahil. Bu kişiler bu gözü dönmüş kara kalplı kişiler, en büyük kötülüğü de Şanlı ve şerefli Ordumuza yapmışlardır.  Siyaset ve ideolojiler ustu olması gereken Ordumuzu; Hiçbir demokratik seçimi kazanamamış olan CHP ideolojisinin düşünce yandaşı gibi lanse etmişlerdir.

Sonuç olarak: 27 Mayıs Darbesini yapan bir avuç gözü dönmüş 37 subay ile yaklaşık bir o kadar, cübbeleri gibi siyah vicdanlı,  İÜ öğretim üyesi sözde ılım adamı bazı Akademisyenlerin gerek memleketimiz geneline ve gerek Şanlı ordumuza yaptıkları zarar ve ziyan sayılmayacak kadar çoktur. Ülke birkaç yıl değil, birkaç on yıl geri gitmiş ve geri kalmıştır.

27 Mayıs darbesinden sonra, ilk defa bir iktidar, Bugün iş başında olan AK PARTİ iktidarı ve onun lideri muhterem Başbakanımız R. Tayip Erdoğan; Bu vesayet rejimine resmen karşı durdu, dik durdu ve onu ortadan kaldırmaya çalışıp tam demokratik rejimi oluşturmaya çalıştı. Henüz buna tam Muaffak olmadı ama bu yolda önemli mesafeler kat edildi. Işın garip tarafı; vesayet rejimine en çok karşı çıkması ve demokrasiyi savunması gereken siyası partilerden hiç biri AK PARTİ’ nın bu haklı mücadelesine destek vermediler. Hatta zaman köstek oldular.

Işın daha da vahım tarafı; 27 Mayıs darbesinin en büyük mağduru Demokrat Partinin devamı olduğunu söyleyenler, yıllardır o kulvarda milletimizden oy alıp iktidara gelen, Demirel ve Cındoruk gibiler bile AK Partiye destek yerine engel oldular veya engelleyen güçlerin yanında yer aldılar.   Hele hele bu vesayet rejiminden en ağır darbeyi yiyen, en büyük mağduru olan Milli selamet Partisi ve devamı partilerin mensupları… Başta Milli görüş lideri Merhum Erbakan’ın bile, bir zamanlar talebesi olan Sayın Erdoğan’ a karşı olması, Sayın başbakanımıza destek vereceğine onu bitirmeye çalışan karşı bloğun değirmenine su taşıması; bence affedilmez bir siyası hatadır.

Yaklaşan 12 Haziran seçimlerinde oy vermeye çalışan bizler; Milli manevi değerlerimize de şiddetle karşı olan vesayet rejiminin kalkmasını gerçekten istiyorsak ki istememiz lazım. Bu konuda yapılacak bellidir. O aday şöyle, bu aday böyle gibi küçük detaylara takılmadan, büyük resmi görerek, AK PARTİ iktidarını bu yolda daha güçlü kılmak için; Oyumuzu, hiçbir anlam ifade etmeyecek, baraj altı partiler yerine, gönül rahatlığı ve vicdan huzuruyla AK PARTİYE vermeliyiz.

Kimse kusura bakmasın! Bir köşe yazarı bu kadar aleni bir şakide bir partiyi destekler mı diyecek olanlara sözüm şudur. Benim 3 kimliğim vardır.  1. sı Elhamdulillah  müslumanım. 2. sı Vatanseverim. 3 su da Milliyetçi ve muhafazakâr biriyim.

Bu gün AK PARTİ iktidarı ve Türk ve İslam dünyasının ilan edilmemiş lideri Sevgili Başbakanımız R. Tayip Erdoğan’ ın karşında geçip, onun ve şahsında Türkiye’ nin önünü kesmeye çalışan, dahili ve harici bütün güç odaklarının ortak özelliği şudur: 

Hepsi de; benim yukarda saydığım 3 büyük özelliğime, az veya çok, direkt veya dolaylı bir şekilde zarar vermektedirler. ABD, AB, Koç grubu, PKK destekçisi Yalçın Küçük’ ten Ergenekon sanıklarına kadar hemen herkes Neden bir CHP – MHP Koalisyonu istiyor. Bunu hiç düşündünüzdü?

Yalçın Küçük Ergenekon tutuklusu general için “Engin Alan'ı ben aday yaptırdım” diyor övünerek. Bunu hiçbir MHP’li yalanlamadı.”

"Peki Yalçın Küçük’ün MHP’den aday yaptırmakla, MHP yönetiminin de aday yapmakla övündüğü Engin Alan kim? Engin Alan, hiç terörle mücadele etmediği halde Ergenekon medyası ve siyasetçilerince terörle mücadele kahramanı olarak cilalanan, Abdullah Öcalan’ı getiren ekipte kesinlikle olmadığı halde farklı resimlerle ordaymış gibi sunulan, kendi cumhurbaşkanı geldiğinde “Sayın cumhurbaşkanı” diyen, kendi parlamentosunun davet ettiği törene ve kendi cumhurbaşkanının Cumhuriyet resepsiyonuna icabet etmeyen ama Amerikan başkanı geldiğinde tam kadro TBMM’de tek kol aralığı hizaya geçen, kendi başbakanı törene geldiğinde ayağa kalkmayarak edepsizlik eden zihniyetin temsilcisi. Sahte kahraman Engin Alan, TSK bünyesindeki subay astsubayları dini inançlarından, orucundan, namazından, eşinin örtüsünden dolayı fişleyip ordudan attırmaya çalışan kişi.” (kanalahaber- A. Tan)

Sevgi okurlarım, niyetim hiçbir partiyi haksız yere sıyası taassupla kötülemek veya aynı şekilde övmek değil. Sadece bu seçimlerde oynanmak istenen büyük oyunu, büyük resmi görmenizi istedim. İnşallah bu hususta bir nebzede olsa bir şeyler yapabilmişimdir.