Zamanın geçmişindeki manzaraları, günceli yakalamaya çalışırken unutur ve hep vurguladığım gibi, bize sunulanı gözümüz kapalı sorgulamadan yaşamımıza alırız… Yediğimiz, içtiğimiz, yaşadığımız ve bizi barındıran doğaya karşı olan sorumluluklarımızı, modernizim adına bir kenara koyarız. Belki farkında değiliz veya farkındayız da işimize gelmez bu durum.

Masamıza gelen yemeğin ham maddesini, içtiğimiz çayı yetiştiren maddenin besleyici ve doğallığını tartışmadan, belki GDO’lu veya suni gübre takviyeli kimyasalları midemize indiririz. Düşünecek daha kaliteli konular buluruz; bize ne yani, önemli olan karnımızı doyurmak ve masaya koyduğumuz, canlı parlak, yeşil, kırmızı ve kıpır kıpır beni ye diyen salatanın üzerine saldırırız…

Çok değil, henüz elli yıl bile olmadı köylerde ısındığımız maddeyi kenara attığımız veya henüz on yıl bile olmadı yaylalarda çoğu yerde bahçeye salatalık vs… ektiğimizde “kenef dibi” diye küçümseyip midemizi bulandıran nesnenin beslemesiyle beklide dünyanın en lezzetli salatalıklarını, fasülyelerini, kabaklarını yediğimiz. Nankörlük bu ya, ineklerimizin binbir çeşit ottan yiyerek ürettiği sağlıklı sütü içerken, onların etinden, derisinden kısacası iliklerine kadar her şeyinden istifade ettiğimiz gibi gübresinden en lezzetli yiyecekleri, bereketli topraklara doping olarak kullanıp faydalandığımız hayvanları unuttuğumuz gibi suniliğe boğulduk…

Aslında bu kadarla da değil, birde ısıtma yönü var. Zamanında, hayvan tezekleri duvarlara yapıştırılır, kurutulur ve kışa odun olarak kullanılırdı. Dahası dağın keskin rüzgarından korunmak için evlerin delikleri tezekle sıvanır, içerisinin sıcağı korunmaya çalışılırdı. Basit ve pis bir nesne ama faydası kendisinden fazla . Bekli de  yaşama asalak yönünden bakan bir insandan bile daha faydalı bu kokulu, pis ve mide bulandırıcı nesne.

Her şeyi unuttuğumuz gibi bizi bugüne taşıyan beklide bizim bile yaylalarda beşiğimizi sıcak tutmak için sıvadıkları bu “pislik” bizden bile daha fazla anlam katmış yaşama. Adı “tezek” işte. Bir kere medeniyetin eline düşmeye gör, bilim denen olgunun içine karışan kimyasallar ana sütüne misilleme suni süt üretip suni insan yetiştirdiği gibi, “tezek” te sunileşti. Neden sunileşti? Kibarcık insanlarımız ellerine alamaz oldular veya daha çok açı doyururuz füşüncesiyle suniliğe saldırdılar ama her nedense dünyanın çok yeri veya en net örneğiyle Afrika açla dolu hala… suni tezek var, toprak var suni tohumda üretildi ama Afrika hala “aç”. Perhiz ve lahana turşusu hikayesine benzedi bu iş.

Biz “tezeğimize” dönelim, her şeyine kadar faydalandığımız bu nesneyi binbir oyunla ekarte edip hayatımızda yerini alan suniliklere bakalım. Çayı üretmek için yıllardır suni gübre kullanırız, diğer besin maddelerinde de benzer yöntemler gelişti. Şimdi birde GDO denen bir şey çıktı ortaya; ya hormonlu bitkilere ne demeli. Açıkçası yerken beni düşündürüyor, “şimdi, ben bu sebzeyi yerken acaba içine fare geni karışmış ta yakında fare özelliklerimi göstermeye başlayacağım. Yok canım benden fare olmaz olsa olsa Kıbrıs’taki devasa “sıçanlardan” olur.” Benzeri komik düşünceler veya ikiz gibi birbirine yapışık salatalıkları yerken, “şimdi alacağım hormonla bende de hormonal değişiklik olur mu acaba.” Gibi tedirginlikler ve daha neler neler…

Ben bizim tezeği özledim. Bizim bildiğimiz tezek işte. Kokusuyla, iğrenç görünüşüyle ama doğal ve karnımı doyuran sebze ve meyvelerin besleyici öğesi olan;  şimdi itilen kakılan tezeği özledim… şimdi yaylada olsam, kuru tezeği atsam “peleki “ mısır ekmeğinin altına ve mis gibi “peleki mısır ekmeği” pişirsem, beklide üşüsem ve ateşe bir tezek atsam veya soğuk gelen bir deliğe yapıştırıversem. Bizim tezek işte, artık tarihe karıştı. Medeniyet ve tezek iki uç nokta. Birbiriyle olamazlar. Medeniyet ve GDO, suni gübre ve hormon çok iyi anlaşıyorlar. Kimyasalları topraklarımıza katıp, toprağımızı da sunileştiriyorlar.

Bir yandan Afrika aç; diğer taraftan insanlık her şeye aç; dahası GDO, hormon, suni gübre ve insanlık sunileşti.

Dünya insanlığa, dürüstlüğe ve doğallığa aç…