Babaannemin “iğirdiği” yünleri hatırlıyorum. Eline aldığında, çevresinde pervane olurdum bana da öğret diye. Kadıncağız ısrarıma dayanamaz, atık olanlardan elime tutuştururdu oyalanayım diye. Ama önce gösterirdi ve kendi işine dönerdi, ben de oflaya puflay çabalardım “iğirebilmek” için, arada kopya çekerdim durur babaannemin nasıl yaptığına bakarak. Tabiî ki onun yaptığı gibi olmazdı sonuç, eğri büğrü, topaklı kaba saba bir şeye benzerdi, üzülürdüm becermeyince. Gizli gizli çalardım anamın yünlerini ve kendi başıma alımlı çalımlı çabalara girişirdim…

Şu yün “iğirmek” işi oldukça ince işti, öyle elinize aldığınızda yapamıyorsunuz. Ortaya düzgün bir şeyler çıkabilmesi için bayağı pratik yapma ihtiyacı hissediyorsunuz. Neyse açıkçası bu konuda fazla kendimi geliştirdiğim söylenemez…

Artık, zamanın benim için “fi” olduğu dönemlerde kalan bu geleneksel ip üretme yöntemi zamanında oldukça günceldi, çünkü insanlar kışa dayanıklı veya günlük çorap vb.. giyim ihtiyaçlarını karşılamak için bu “ip” leri kullanırdı. Köyde neneler, yengeler ustaydı bu konuda. Gelinler fazla bulaşmazdı sadece “iğilen” ipleri kullanarak örgü örerlerdi…

Zamanında, köyde hemen hemen her evde büyük küçükbaş hayvancılık vardı, insanlar yiyecek ve yün ihtiyacını bunlardan karşılardı. Tipik köy işte bilirsiniz. Ticari kaygı fazla olmamakla beraber az miktarda işin ticaretini de yapan da vardı. Çok zor koşullar altında yapılırdı tarım ve hayvancılık. Köylü, dik arazide elinden geldiği kadar eker biçer, hayvanlarını yazlık kışlık yaylalarda ve meralarda otlatırdı. Tabi bizde küçüktük, kuzuların, oğlakların peşi sıra koşar oynardık, daha neyin ne olduğunu anlamadığımız dönemlerde…

İşte bu iş döngüsü içerisinde, kışın tam bir eğlenceydi bize, bir yandan “suğraluk” dediğimiz, geleneksel akşamlarda herkes bir evde toplanır o evin fasulyesini, mısırını “peçkuş” eder, diğer taraftan türkülerle, horonlarla, kız uşak tutmacayla ve daha birçok oyunla akşamımızı geçirirdik…  Diğer yandan, kışı yoğun geçirmek için kendimize elişi üretirdik. Gelen yaza veya kışa hazırlık olsun diye.

Burada, “yün işleri” devreye girerdi. “kırpma” zamanında herkes keçi veya koyunyününü kırpar ve temizleme işlemlerinden sonra yaşlılar ve evin ağır gelinleri yün “iğirmeye” başlarlardı. Ben çok eskilere yetişemedim. Ama hep  her evde bu yünleri işleyen ve örenleri gördüm. Bizim zamanımızda işleme yünle beraber fabrika yünü de devreye girmişti. Yaşlılar, keçi yününden “kıl çorabı”, “koyunyününden”  yün çorap veya başka şeyler örerken, biz gençler daha asortik şeyler örerdik fabrika yünlerinden…

Pek çok örgü çeşidi var ama çoraplardan bahsetmek istiyorum daha çok. İki telli kadın ve erkek çorabı en bilinenidir. Kadın çorabı, isteğe göre dize kadar örülür. Yöresel motifler kurulur üzerine. Beş şişle ve istediğiniz rengi uygulayarak, yaşa göre ve zevke göre seçer ören kişi renkleri. Erkek çorabı, topuktan bir karış uzun yapılır. Dize kadar giyilmez, pantolon kullandıklarından dolayı. Örnekler ve renkler erkeğin ağırlığını vurgulamak amaçlı daha ağır renklerden ve motiflerden seçilir. Kadın burada da renk ve örgü gücüyle erkeğinin “evinin direği” olduğunu vurgular. Birde “calikli” ve “kendinden örnekli “ çoraplar vardır, tek tel üzerine örülür ve isteyen kendinden örnek koyar veya çalık dediğimiz işlemelisini tercih eder, bu da kadın ve erkek diye ikiye ayrılır. Daha ev içinde ve gezmezlik olarak tercih edilir. Birde çorapların ağası vardır. Aslında bu ismi ben koydum, çünkü “kıl çorabı” denen bu çoraplar, daha kalındır ve koruyucu amaçlı giyilir. Bu da isteğe göre kısa veya dize kadar örülebilir, kaba ve koruyucu özelliğinden dolayı erkekler kışın daha çok kullanır…

Aslında, çorapların hikâyesi daha çok uzar ben kısaca bir fikriniz olsun diye paylaştım bilgilerimi. Çok iyi olmasa bile örebiliyorum, o keyfide tattım, fırsat bulursanız size de tavsiye ederim ama asıl vurgulamak istediğim şey burada ki bence zaten anlamışsınızdır,  bu geleneksel, elde “iğirilen” ipliklerin ve el yapımı çorapların yaşamımızda yerini kaybetmesi. Belki hala görüyorsunuzdur, gidin Ayder’e her dükkânda asılıdır satarlar ama benim bahsettiğim yünlerden yapılma değil veya eskiden çıkan fabrika yünlerinden değil. Şimdi daha kaba saba ve fazla önemsemeden, örgüyü bile doğru bilmeyenlerin eline düşmüş, daha çok ticari amaç ön planda tutularak örülen çoraplar. Bizde “kalem” gibi örenler seçilirdi. Öyle usta işledi ki örmek, bir kızın maharetli olduğu ördüğü çorabın kalem gibi olmasından ve çeyizindeki çorap sayısından belli olurdu. Laf arasında maharetli olmadığım buradan ortaya çıkıyor. Ördüklerimi de dağıttım. Eh bende lazım olursa “imece” yaparım. Köyde öyledir, eğer bir kız nişanlıysa evlenecekse köyün kızları toplanır, müstakbel gelinin çeyiz çorabına yardım ederler…

Gelenekler, bir yörenin aynasıdır, geçmişin ve şimdin buluştuğu noktayı ortaya koyar. Bizler sanırım geçmişimizi geleceğimiz için pazara çıkardık. Karadeniz’in diğer yerlerinde böylemidir bilmem ama sanırım bizim köye çok “medeni” oldu. Artık geçmişin ve geleneksel el sanatlarımızın ne anısı ne tadı kaldı…

Eh! Yakında, ormanı da yok eder, Karadeniz’i kökten değiştirdiler. Bize zaten, ne gelenek ne görenek nede orman lazım değil mi, nasıl olsa gelecekte bizi aydınlatan teknoloji var…