Müzik hayatımda çok önemli yeri olan bir sanat dalı. Hiç vazgeçemediğim,  yemek yemek ve su içmek kadar doğal. Çoğuna komik gelir ama en sevdiğim anılarımdandır henüz çok genç yaşlarımdayken ve köyümde ışık yokken lambanın ışığı altında, pilli radyoda dinlediğim klasik müzik eşliğinde  “göçe” iki telli örerken... Birde köy kızı olmak böyle marifetler gerektirir bilirsiniz. Hem kıskanırdım da  arkadaşlarımı, onlar yapabiliyor da ben yapamaz mıyım? Öle ya, bende bu köyün kızıyım, tamam şehirde büyüdüm ama geldim ve burasıyla ilgili her şeyi öğrenmeliydim, çorap öremeyi, çayır biçmeyi, köy yemekleri , yığın yapmayı, çay almayı. Benim ne kesiğim vardı arkadaşlarımdan ve  göç yolunda ineklerin önünde yürümekten korktuğumu belli etmemeye çalışır babaannem rahmetliye ben arkadan gideyim sen önden git derdim birde oda beni hiç kırmazdı, babaanne yüreği işte…

Müziğime döneyim ben, ruhun gıdası derlerdi de inanmazdım birde, gerçekten öyle, günde bir satır okumadığımda nasıl beynimi boş hissediyorsam, ki bundan dolayı adımı bilgivar veya benzer yakıştırmalar eklemişlerdi köydeki arkadaşlarım, müzik dinlemediğimde de durum aynıydı. Birkaç gün dinlemedim mi ruhum daralırdı beynime öcüler yığılırdı adeta ve bu defa farklı bir şey keşfetmiştim, müzik eşliğinde gözlerimi kapatıp hayal kurmayı ama sanmayın ki bir sevgiliyi veya romantizim denen boğucu duyguları. Ya bir kartal olurdum dağlardan süzülürdüm veya bir geyik olur bir avcıyı geri püskürtürdüm yada bir sarmaşık olur bir ağaca dolanırdım. Daha küçüklüğümde doğa arkadaşımdı benim ve tulum tabiî ki…

Neden bilmem hiç aklıma gelmezdi bende medeni insanlar gibi kayıt yapayım veya kaset falan alayım her nedense sadece bulduğum zaman dinlerdim ama köye gittiğim de  tulumun olduğu yerde olmazsam olmazdı. Bir insan müziğe aşık olur mu bilmem? Ama ben oldum bunu bilirim, “TULUM” un neden beni bu kadar etkilediğini bilmiyorum ve bunu anlamak için gerçek bir KARADENİZ’ li özellikle HEMŞİN’ li olmak gerektiğine inanıyorum. Piyanoyu da severek dinlerim veya kemanı veya klasik müziği ama TULUM ilk göz ağrım bir aşktan önce ve aşkla beslenen kanımca. Horon evinde oynamaktan bitap düşüp, tulum sesiyle sızmanın keyfini pek çok Karadenizli tatmıştır bende onlardanım. Gittiğimiz kına gecelerinde, düğünlerde veya Ayder’ de “HODOC” ta  “HAYAT” ta horon oynanırken “BULMA” da bulduğum bir köşede, kimseye ilişmden bir köşeye çekilişimi ve sızışımı. Nedenini hiç çözemedim ama hayatta horan oynarken ki neşenin  ve coşkunun yerinin; bulmada sızmaya giden çabada “TULUM” sesinin bir hüzne dönüştüğünü hissetmek…

Birde sevimli çabalarım vardı. İzmir’de hangi arkadaşım olursa olsun illa tulum dinletip, horan oynamasını öğretmek veya köy yemekleri yedirmek zorla, bazen de köy şivesiyle bazı kelimler öğretip sonrada telafuz ederken ki çabasına yada söylediğinde çıkan garip kelimeye gülmek…  Bunu hala yapıyorum… bilmiyorum belki içimdeki özlemin derinliğinden veya sevgiden. Bilirsiniz hani sevdiğinizin gölgesini aramak gibi bir şeye de dönüşebiliyor sanki. Özlemini çektiğiniz şeye dönüştürmeye çalışıyorsunuz her şeyi. Çoğu gurbetçi yapmıyor mu bunu yapıyor. Gittiği şehre tüm sevgilerini özlemlerini de taşıyor. Köyünü, çarığını, yamasını, yemeğini, utanmasa ineğini bile götürmeye bile çalışmıyor mu? Benimkide böyle bir şey olsa gerek diye düşünüyorum… Şimdi, “TULUM” hala baş köşemde, ders çalışırken, kitap okurken, düşünürken,  yazarken ve uykuya giderken hatta şu anda yazarken…

Bu arada da müzik kulağımın iyi olduğunu belirtmek isterim, özellikle iyi tulum çalanı ve tulumun kaliteli sesini, sanırım buda tulumu eski toprak, sağlam tulumculardan dinlediğim için olsa gerek;  şimdi iki melodi çalan tulumcu oluyor. Önceden müzik kulağı olan, yüreği hassas ve tulumu konuşturuyor dediğimiz insanlar vardı. Şimdiyse modernizmin notlalarına uğrayanlar sardı ortalığı. Oysa notayı, piyanoda, belki kemanda veya bir bağlamada sevebiliyorum ama tulumda sevemedim ve seveceğime de inanmıyorum çünkü tulum  notayla değil “YÜREK” le çalınır…  Tulumu yreğiyle çalanlara ve çocukluğumun usta tulumcularına selam olsun…