O RİZE’NİN, ÇAYELİ’NİN ÇINARIYDI MEHMET KALYONCU’NUN ARDINDAN
Doksanlı yıllarda Rize’de yerel gazetecilik yapıyordum. Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in her Rize ziyaretinde bir insan dikkatimi çekiyordu. Olsa olsa bir kamu görevlisidir diye düşünüyor, makamsal kurumsal bir bağ kurmaya çalışıyordum. Demirel nere gitse yanı başında olan ve protokol uygulanmayan bu şahsın Çayelili İş İnsanı Mehmet Kalyoncu olduğunu daha sonra öğrendim. Aralarındaki bağ makam ve konumlardan çok daha öte kardeşlik bağı olduğuna defalarca şahit oldum.

DEMİREL’İN KADIM DOSTU
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Adalet Partisi ve Doğruyol Partisinden birlikte siyaset yapmış olan Kalyoncu siyaset yaptığı dönemlerde ve daha sonrasında Demirel ile birebir Rize’nin ve bölgenin sorunlarıyla ilgili konularda görüş alış verişinde olabilen yakın arkadaşlarındandı. Kendi çay bahçelerinden bir bölümü merhum Demirel’e vermiş ve Süleyman Demirel adına Çay Üreticisi Defteri çıkarmıştı. 

MÜCADELE DOLU BİR YAŞAM
1929 yılında Rize ili Çayeli ilçesi Gürgenli Köyü’nde dünyaya geldi. 1941 yılında Çayeli merkez ilkokulundan mezun oldu. İlkokul yıllarından sonra iş hayatına seyyar satıcılıkla başladı. İstanbul’da seyyar satıcılık yılları yaşamının en renkli dönemlerindendir. 1950'li yıllarda Çayeli’nde dükkan açarak iş yaşamına kardeşleri ile birlikte kurduğu Kalyoncu Kollektif Şirketi ile devam etti. 1967 yılında İpragaz Bayii olarak iş yaşamında yeni bir dönem başladı ve halen ipragaz bayisi olarak iş hayatına devam etti. 12 Temmuz 2021 tarihinde hayatını kaybeden Kalyoncu, 13 Temmuz 2021 tarihinde Çayeli’nde toprağa verildi. Evli ve beş çocuk babası olan Kalyoncu toplumsal konularda yazdığı şiirlerle da tanınıyordu. Kalyoncu'nun yaşamından kesitlerin ve şiirlerinin yer aldığı Seyir Defterim isimli bir kitabı da bulunuyor.

16 Temmuz 2010 tarihinde Çayeli’nde iş yerinde ziyaret ettiğim Mehmet Kalyoncu amcada yılların verdiği örnek mücadelenin yorgunluğunu gördüm. Uzun uzun konuştuk. Titreyen elleri ve altın yüreğiyle bana kitabı imzalamış ve şu notu düşmüştü: Bu beyefendiyi daha önce tanımadığıma üzgünüm. Çok şeker bir genç. Bundan sonraki hayatının daha güzel geçmesini yaratandan dilerim. 

MEHMET KALYONCU’NUN SEYİR DEFTERİNDEN KESİTLER
İSTANBUL'A GEMİYLE GİDERKEN
Mehmet Kalyoncu; 10-12 yaşlarındaydı. O zaman bayramlarda camide toplanan halka şekerleme, simit, ekmek satıyordu. 1945 yılında İstanbul'a gitmeye karar verdi. Çayeli'nden motorla Rize'ye gitti. Gemiye bindi. Geminin kantinine gidip, şeyler alıp satmak için izin aldı. İstanbul'a gidinceye kadar, İstanbul'a gidiş geliş parası kadar kazandı. Babası onu Haytef'ten Hosrof Mustafa Dayı'nın fırınına yollamıştı. Orada kalmaya başladı. Sabahları caddeleri dolaşarak ne satabileceğini planlıyordu. Mustafa Dayı, onu Sirkeci'deki Formos Mustafa Dayı'nın fırınına karne dizmeye yolladı. O yıllar kıtlık yılları olduğundan ekmek karne ile satılıyordu. Bu işten haftada 7,5 lira kazanıyordu. Yine ara sıra sokaklarda ne satabilirim diye dolaşıyordu.

ÇALIŞMA AZMİ ÇOCUKKEN BAŞLADI
Bir gün saç tarağı satmaya karar verdi.. Sirkeci'den toptan 6 düzine tarak aldı. Beyoğlu'na çıktı. İstiklal Caddesi'nde "25 kuruş tarak, 25 kuruş kırılmaz tarak" diye bağırıyordu ve tarağın kırılmaz olduğunu göstermek için tarağı iki taraftan tutup büküyordu. Satışa başlayalı 1 saat olmuştu ki 72 tarağı sattı. Tanesini 17,5 kuruştan aldığım tarakları 25 kuruştan satıyordu. Taraklar bittikçe yine gitti aldı ve altı gün boyunca epeyce para kazandı. Sevinçten yerinde duramıyordu. Böylece satışa devam edip yine Hosrof Muştada Dayı'nın fırınında kalıyordu. Fırın Beyoğlu Bursa Sokaktaydı.

HAYATI MACERALARLA DOLUYDU
Bir metre büyüklüğünde bir işporta aldı. Karaköy'de, Beyoğlu'nda çorap, mendil vs. satıyordu. Bir gün düşündü ve mendili kaynatarak solmaz olduğunu ispatlayarak öyle satayım dedi. Arife günüydü. Bir tencere ve bir gazocağı aldı. Eminönü'nde Ziraat Bankası'nın köşesine gazocağını koydu. Tencereyi yarıya kadar su doldurdu ve içine 40-50 tane mendil attı. Bir değnek buldu ve mendiller kaynadıkça onunla karıştırıyor, bir yandan da "Pramit mendil neymiş, solmaz mendil" diye bağırıyordu. Etrafı müşteriyle dolmuştu. Mendilin tanesini 125 kuruştan satıyordu. Teyzesinin oğlu Fevzi Kabahor da yardım ediyordu. Devamlı mendil satan "Sava" diye bir mağaza vardı. Fevzi bana sürekli mendil taşıyordu. Öyle ki mendil sarmaya kâğıt bulamıyordu. O civarda ayakkabı satan "Beykoz" adında bir mağaza vardı. Onun halini gören tezgâhtar, ayakkabılar sarılan ince kâğıttan kucak kucak getirip sergimin altına koyuyordu. Satış kızışmıştı. Bayram arifesi olduğundan bir düzineden az alan olmuyordu. Onun iyi satış yaptığını gören Yahudi satıcıların hepsi sergilerini toplayıp başka yerlere gitmişlerdi. Ondan sonra da yanında bir Yahudi çocuğun satış yaptığını görmedi. Bir gün fötr şapkalı bir efendi yanına geldi, eğildi ve kulağına "Koca laz, milleti çuvala koydun. Hiç mendil yıkamakla solar mı?" dedi.  O gün 800 düzüne mendil sattı. Düzinesini 13 liradan alıp, tanesini 1,25 'adan bir düzineyi 15 liraya satıyordu. 

JİLET BIÇAĞI OLAYI
Sonraları jilet satmayı düşündü. Beyoğlu'nda Tünelin başına çıktı. Başladı reklama. Taştan dereyi geçer gibi paçalarını sıvadım. Bir jilet aldım kol ve bacaklarımı traş ediyor, bir yandan da "herkese bir paket" diye bağırıyordu. Arı oğulu gibi müşteri başına uçuşmuştu. Beyoğlu, Karaköy, ve Sirkeci’de üç gün boyunca çok sayıda jilet sattı. Bu ilgi yüzünden satıcılar artınca jilet satmayı bıraktı. El çantası para çantası, çorap sattı. Zor şartlardan feleğin çemberinden geçti. Köyden gelenlere yardımcı oldu. Bir ara Çayeli'nden İstanbul'a alışverişe gelen yetmiş kadar kişi olmuştuk. Herkes daha sonra iş sahibi oldu. Hepsine emeği dokundu. Prensipli çalışıyor, her kış köye eli kolu dolu gidiyor, yazın gene İstanbul'a geliyordu.

KOLYE OLAYI
Bir ara Avrupa'dan kolyelere takılan ince sarı zincirler geliyordu. Onlardan satmaya başladı. Bir akşam Karaköy Necati Bey Caddesi'nde zincirlerin tanesini 50 kuruşa satıyordu. Gece olunca da Beyoğlu’na çıktı. Ağa Camiinde satışa başladı. "50 kuruş" diye bağırıyordu. Bir saat geçmişti ama bir tane bile satamamıştı. Biraz sonra 50 kuruşa satış yaptığını gören bir efendi adam geldi. Ona "Burada 50 kuruşa satamazsın. Sen 100 kuruşa çıkar, bir de yer değiştir" dedi. Oda biraz yukarı gitti. "1 lira 100 kuruş, alanlar sevinsin" diye bağırdı ve satış başladı. Satışa devam ederken bir genç müşteri geldi. Bir lira verdi, bir tane zincir aldı. Devam etti 5 lira verdi 5 tane daha zincir aldı. Sonra beşini de kesti attı. Olaya çok şaşırmıştım ve ona "Niçin bunları kesip attın?" diye sordu. O da bana gülerek "Ben kendimi böyle tatmin ettim" dedi. Böyle bir olaya daha önce rastlamamıştı. 

BİR YAHUDİ İLE TARTISMA-POLİSLERLE MÜCADELE
Ekseri Beyoğlu'nda ki en büyük mağazalar olan Hacı Bekir ve Lion'un önünde sergi kuruyordu. Polis oradaki sergilere 100 kuruş ceza vuruyordu. Bir Yahudi çocuğu da Lion mağazasının önünde her gün sergi kuruyordu. Fakat polis bir kez bile o Yahudi çocuğa ceza vurmamıştı. Bir kişi Tünel başında, bir kişi de Galatasaray'da bekleyip, polis gördüklerinde düdük çalıyorlardı. O Yahudi çocuğu da düdük sesini duyup kaçıyordu. Bir gün polisin biri yanına geldi ve o Yahudi sergiciyi hiç yakalayıp ceza vurmadıklarını, ayrıca Vali ve Emniyet Müdürü'nün buradan geçerken o sergiciyi gördüklerini ve neden onu yakalamadıklarını sorduğunda polis ona "Sen bize yardımcı ol, O'nun yanında sergi kur ve O'nu konuşmaya tut. Biz ikinizi karakola götürelim. Senden ceza almayıp O'ndan ceza alırız." dedi. Oda de kabul etti. O'nun yanında sergi kurdu ve onu konuşmaya tuttu. Polisler geldi ikisini de yakaladı ve karakola götürdü. Polisler "Yahudi'den ceza alalım, Kalyoncu'dan ceza almayalım" dedi. Yahudi sergici Kalyoncu'ya ceza kesilmesi için diretti. Polisler onu tartakladı fakat parayı yine de vermemişti. Sonunda 3 Lira ceza aldılar ve onu dışarı attılar. Tepebaşı'nda, kaymakamlıktan Tünel başına geçen köprünün tam ortasında işportasını yere koymuş ve üstüne oturmuş ağlıyordu. Kalyoncu yanına gitti ve "Niçin ağlıyorsun?" dedi. O da " Senden ceza almadılar ama benden aldılar" dedi ve ekledi: "Ah gidi hükümetsizlik. Senin hükümetin senden ceza almadı, benden aldı” diyerek hıçkırıklarla ağlıyordu. Kalyoncu cebinde bulunan ceza makbuzlarını çıkarıp birer birer saydım ve "bak insafsız herif 10 tane 1 liralık makbuz. Sen daha bir kere ceza verdin" dedi. Kendine gelmişti. "Kalk yürü yoksa seni aşağı atarım" dedi. Yavaş yavaş yürüdü, gitti ve bir daha da oraya gelmedi. Dünyaya karşı koyan Yahudi'ler, dünyanın her yerinde vatan diyen Yahudilerden oluşan bir devlettir. Onun için güçlüdürler. Mala mülke ehemmiyet vermezler. Sermayeleri her zaman ceplerinde gezer, ucuz mal buldu mu basar alırlar.

GENÇ KADININ TABAĞI GERİ GETİRMESİ
Bir gün Beyoğlu'nda tabak satıyordu. Polisler geldi ve onu oradan kaldırdılar. 2 gün sonra tekrar aynı yerde satışa devam etti. Elinde bir yemek-tabağı olan genç bir kadın ona bir çıkış yaptı. Bana "Senden geçen gün bir düzine tabak aldım. Eve gittim. 12 tabak olacağı yerde 13 tabak vardı. Kaç gündür gidip geliyorum. Ben senin tabağını ne yapayım" dedi. 5 tabak daha alıp 6 tabak parası ödedi. Böylece yarım düzine tabak almış oldu. O zamanlarda ekseri 6 veya 12 adet alınırdı. İstanbul'un doğrusu çoktur. "Rize bonmarşesi" diye bağırırdı. Etrafımı müşteri sarardı. İyi niyetli insanlar kendiliğinden çocuğun malını çalmasınlar diye onu kollarlardı. Bir şey araklayan olursa onu yakalar çalınan malı alır, sergine geri koyarlardı. 

CARE BİTMEZ
Paranın çok kıymetli olduğu zamanda Kalyoncu’nun parası bitmişti. Çok mühim bir iş için İs Bankası'na gitti. Hesabıma baktı. Kredisi de kuruşuna kadar bitmiş. Diğer bankalar da aynı idi. Zamanın İş Bankası müdürüne "Ne yapacağım müdür bey" der demez veznedara seslendi: "Dikkat et bir beyaz kağıt al üstüne 100 lira Kalyoncu ya verildi" de. Paraları arasına koy. "Akşam 100 lira hesapla" dedi. Kalyoncu'ya 100 lira ver deyince ne diyeceğini şaşırmıştı. Müdüre teşekkür etti. Dürüstlük her kapıyı açıyordu. 

TAN GAZETESİ BİNALARINA SALDIRI
Kalyoncu Sirkeci'de Formos'un fırınında karne diziyordu. Bir sabah vakti dışarıda kıyamet kopuyor. Vilayetten aşağı gelen talebeler nerede bir Tan gazetesi, Tan manavı veya Tan pastanesi tabelası varsa kırıyordu. Fırının karşısında 15 odadan oluşan odalar Tan gazetesine merkezlik yapıyordu. Burasını da tamamen kırdılar. Gazete matbaasının makinelerini içlerine demir koyup çalıştırdılar ve bütün makineleri kırdılar. Radyoları, gazete boyalarını, sandalyeleri ve masaları kırıp pencereden attılar. Gazete kâğıdı sarılı tekerler pencerelerden atılıyordu. Atılanlar oradan geçen birinin başını yardı, bir diğerinin de kolunu kırdı. Ortalık mahşer meydanına dönmüştü. Bir de sesini çok zaman anlayamadığı bir uğultu vardı. Baktı ki bütün dükkânların vitrin camlarını "kahrolsun Serteller, kahrolsun komünistler, sağ olsun polisler" diye yazmışlar. O zaman Tan gazetesi sahibi Zekerya Sertel idi. Dikkat etti yazdıklarını tekrar ede ede bağırıyorlardı. Kalabalık Cağaloğlu yokuşunu takiben, Sirkeci'den Eminönü'ne, oradan Galata Köprüsü'nü geçerek Karaköy'e, ordan da Beyoğlu'na çıkıp İstiklal Caddesi'ne doğru ilerledi. Aynı şeyleri İstiklal Caddesi'nde de tekrarladılar. Daha sonra Taksim'e çıktılar ve gazetenin oradaki binasına girdiler. O binayı da aynı şekilde kırıp döktüler, perişan ettiler. Daha sonra geri döndüler. Galata Köprüsü'nden geçeceklerdi fakat köprü açılmıştı. Bir kısmı motorla Sirkeci’ye geçti. Bir kısmı da Büyükada'da oturan gazete sahiplerine yürüdüler ve evlerini talan ettiler. Eminönü'ne çıkanlar baslarının üstünde yaklaşık 100 Metre büyüklüğünde bir bayrak açtılar ve tekrar Tan gazetesinin yanına geldiler. 10 kadar asker de yolu kesmişti. Kalabalık, bayrak sapları ile askerleri aştılar. Tekrar Tan gazetesine çıkıp kırılmayan eşyaları kırdılar. Sonra da matbaasının en yüksek yerine Türk bayrağı çekip İstiklal Marşı okudular. Buradan yavaş yavaş Beyazıt 'a yürüyüp dağıldılar. Sonradan öğrendi ki Mustafa Demir ve birkaç arkadaşı üniversiteleri gezerek diğer öğrencilerin de Beyazıt'a gelmelerini sağladı. Toplanan talebeler kahrolsun polisler demişlerdir. Kalyoncu bu olaylara tanık olmuştu.

ZAZA’NIN SAHİBİ VE ÖRNEK DAVRANIŞ
Mehmet Kalyoncu Bir gün Beyoğlu'nda bir mağazanın vitrinlerinin içinde sergimi açtı. Pazar günü olmasına rağmen iyi de satış yapıyordu. Çakılar, çakmaklar, usturalar, makineler hepsi Zaza marka idi. Kolunda hanımı bir bey geldi, hayırlı olsun satışın derken, Kalyoncu onu hemen tanıdı. Sattığı malları imal eden fabrikatördü. Çok zengin bir insandı. Döndü hanımına baktı, hanım ben sana bir sual sorayım "Bizi burada kol kola gezdiren kimdir?" diye bilir misin? Hanım bilemeyince zorlandı, diyemedi. Bu malları biz imal ediyor, Kalyoncu satıyor ve reklam yapıyor. İşte bu olay bizi kol kola gezdiriyor.

ÇAYELİ’NDE İLK DÜKKANLARI
Kalyoncular, 1948 yılında Çayeli'nde Keçelilerin evinin yanında ufak bir dükkan açtık. Çakı, çakmak gibi ufak tefek şeyler satarlar.. Mehmet Kalyoncu İstanbul’da kardeşleri Çayeli’ndeki dükkanda duruyordu. Dükkanın karşısında, Hacı Şakir Gerz'in yanında Parta Muhammet dayının dükkanı vardı. Mehmet Kalyoncu, İstanbul'da Karaköy Palas'ın önünde sergicilik yaparken bir kaç defa Keçeli Mustafa dayı yanına uğramış "Çayeli'nde ufak bir dükkânım var onu sana vereyim" demişti. Oda babasının da oluruyla dükkanı satın aldı. Daha sonra da Madenli Köyü'nden Pot Osman Kolcu'nun büyük bir kahvesini satın aldılar. Dükkana icap eden donanımı yaptılar. Kalyoncuların şimdiki dükkânlarının karşısında büyük bir mağaza yaptılar. Çakı, çakmak, eğer, araba lastiği, Singer makineden her türlü radyoya varıncaya kadar ürünler satıyorlardı. 1956 yılında yukarıdaki iki küçük dükkânı da sattılar. 

KURA İLE MAL SATIŞI
1944-55 araları yokluk yılları idi. Kalyoncular Çayeli'nde küçük bir dükkân açmıştı. Millet Derbey ve Bislavet lastikleri istiyordu. İstanbul'da toptancılar mal vermiyordu. Meğer bu fabrikalar merkezlerinde geceden müşterileri sıraya giriyorlar bunlara sabahtan kura çektiriyorlar. Boş ve dolu koymuşlar sıraya göre çektiriyorlar. Bunu anlayan Mehmet Kalyoncu ve amcaoğlu Resul sıraya girdi. Polisler kendi adamlarını ön tarafa koymak için sırayı dağıttılar. Bu arbedede amcaoğlu Resul düşmüş kalabalık üstünden geçmişti. Çekilen kurada dört sandık Mehmet Kalyoncu’ya çıkmıştı.

BÜYÜK DÜKKÂNA GEÇİŞ
1966 yılında Mehmet Kalyoncu’nun kardeşi Kemal’ın kayınlarıyla ortak olarak bir arsayı alıp dükkanı yapmaya başladılar. Hem borcumuzu kesiyor, hem de binayı yapıyorduk. Daha sonra Kalyoncu’lar Besim Aydın’a verdikleri 10 lira hava parasını alarak dükkandan ayrıldılar. Yeni mağazaları olan Kalyoncular Koli Şti.'de faaliyete devam ettiler.

GENÇLİĞE NASİHATLARI
Mehmet Kalyoncu sürekli gençlere nasihatlerde bulunurdu. İşte bunlardan bazıları: Kolay kolay arkadaş olunmaz. İnsanı yapan da yıkan da arkadaşıdır. Arkadaş olmayı düşündüğünüze sorun; işi var mı, işsizle arkadaş olunmaz. Arkadaşının ekmeği yoksa ona ekmek al gitsin. 2 defa yemek parasını verdiğin arkadaşının 3. defa yemek parasını verme ve arkadaşlığı da bitir. 3 defa yemek paranı verenlerde arkadaşlığın temeli zayıftır. Bir gün yel alır seni de yıkar. Aradan elmanın incesini sana verip büyüğünü kendi alanla da arkadaşlığını noktala. Aynı cinsten, yaştan veya meslekten olmayanla da arkadaşlık olmaz. Atalar kiminle konuşursan onunla anılırsın derlerdi. Arkadaş ararsan, bulursan arkadaşınla aranızda para sorunu olmayacak.

ŞİİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

GEL RİZE’YE KEYFİNE BAK
Gel Rize'ye durma ırmak/ Kıyıları temiz pak/ Denizin suyu berrak/ Dal denize keyfine bak
Güzelliğin öncüsüdür/ Karadeniz incisidir/ Cennetin ta kendisidir/ Gel Rize'ye keyfine bak
Sular akar sarıl sarıl/ İstersen iç varıl varıl/ Bu güzelden nasıl ayrıl/ Bul Rize'yi keyfine bak
Ayder suyu derde deva/ Yamaçlıdır değil ova/ Sıkıntıyı kova kova/ Ol Rizeli keyfine bak
Yeşil Rize olmuş adı/ Damağında çayın tadı İlacında/ Anzer balı/ Al şifayı keyfine bak
Derelerde alabalık/ Sular değil kalabalık/ Her birisi bir okkalık/ Al gıdayı keyfine bak
Ağaçların serinleri/ Gölge olur derinleri/ Çimen biçer gelinleri/ Rahat eyle keyfine bak
Rize ili ilçeleri/ Çay doludur bahçeleri/ Dalda öten serçeleri/ Dinle seyret sesine bak 
Herkesin vardır neşesi/ Pınar suyudur çeşmesi/ Hele de Kuspa Tepesi/ Çık Kuspa’ya keyfine bak
Havasının yoktur kiri/ İnsanları diri diri/ Gene kalmanın iste sırrı/ Yat Rize'ye keyfine bak
Kızları geçer setten sete/ Çaylar toplanır sepete/ İnsanı hazır hizmete/ Gör Rize'yi keyfine bak
Ekrem Baba sende yatar/ Kalesi’nden sana bakar/ Denizinden arsa satar/ Gel denize keyfine bak
Kalyoncu der dünya değer/ Mavi deniz mavi gökler/ Gelip görmenizi bekler/ Gel Rize'me keyfine bak

YIKILAN KAVAĞA AĞIT
Kavağım nasıl koptun kurudu mu köklerin
Çok gençlikler geçirdin eskidi yüreklerin
Çayeli’min tarihi boş kaldı senin yerin
Ne zamanlar geçirdin neler gördü gözlerin

Meydanı sen izlerdin not alırdı ellerin
Fenerciler, Kazmazlar nerde Hacı beylerin
Hükümetler kurardı o mukaddes reylerin
Üzülmesin gidenler çok boldur rahmetlerin

Duyunca devrilmeni bak yaş doldu gözlerim
Ne desek doldurulmaz tarihe kaldı yerin
Osmanlı’dan kalmaydı o güçlü bileklerin
Cennet olsun yerleri senin o dikenlerin

Çayeli’nin merkezi seninle süslenirdi
Kavağın gölgesinde çay içelim denirdi
Toplanır münevverler birer birer gelirdi
Gökteki kuşak gibi etrafını dönerdi

Yaşın dört yüzü geçti duydun nice ezanlar
Her zaman yâd edecek seni seven insanlar
Senden helallik ister gölgende oturanlar
Yükselmiştin göklere tanır seni dumanlar

Mehmet Kalyoncu der ki sevin kavağımızı
Yıllarca süslemiştir güzel Çayeli’mizi
Yurdumun her yanında kavaklar dizi dizi
Yükseklerde gezerken seyredin ülkemizi
(2007 yılında yıkılan Çayeli’nin sembol kavak ağacı için kaleme alınmıştır)

Bu güzel insan gönüllerde iz bıraktı. Cenazesinde bulunmayı ona son görevimi yapmayı yaradan nasip etti. Rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun
 

Editör: HABER MERKEZİ