Sincan Uygur Özerk Bölgesi yani bilinen adıyla Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti içerisinde yer alan ülkenin batı bölgesinde büyük bir alan teşkil eden ve nüfusu 30 milyon civarında olan bir ülkedir… Burada 7 Temmuz 2009 tarihi itibarıyla başlayan olaylarda şimdiye kadar Uygur Türklerinden çok sayıda insan hayatını kaybetti. Üstelik basına düşen haberler doğruysa Çin yönetimi olayların sorumlusu olarak gördüğü Uygular Türklerinden 196 kişiyi idam etmiş. İnsan hakları ihlalleri konusunda sicili hayli kabarık olan Çinin bunu yaparak bizlere Çin işkencesi yaşatması hiç de uzak bir ihtimal değil.

Doğu Türkistan 2 milyon metrekare yüzölçümü ile Türkiye’nin iki buçuk katı büyüklüğünde devasa bir ülke. Ancak onun esas büyüklüğü tarihinde gizlidir. Türk tarihi kadar eski ve büyük bir maziye sahip bu ülke şimdiye kadar Türklerin en eski yurtlarından birisi olagelmiştir. Göktürkler, Uygurlar, Karluklar ve Karahanlılar ile daha birçok Türk devleti burada hüküm sürmüş; Kaşgarlı Mahmut burada yaşamış, Yarkent, Hokant, Urumçi ve Kulca gibi medeniyetçe ileri şehirler burada kurulmuştur. Dahası burada yaşayan insanlar Türkiye’de yaşayanların ırk, tarih ve kültürce akraba ve yakınları olmaktadır. Uygurlar din, dil, tarih ve kültür olarak Çin anakarasının değil Türk dünyasının bir parçasını oluşturuyorlar.

Çin’de yaşanan insanlık dramına kayıtsız kalmak olaylara tarih ve kültür zaviyesinden bakıldığında çok zordur. Burası 1760 yılında yaşanan Çin-Mançur istilasına kadar özgür insanların yaşadığı  bir ülkeydi. Uygular, Çin-Mançu işgalinden sonra 1860’larda bağımsızlıklarına yeni bir devlet kurarak kavuştuklarında, Osmanlı idaresiyle temasa geçtiler ve Osmanlı Devleti'ne tabi oldular. Yakup Han’ın ölümünden sonra ise tekrar 1876 yılında Çin-Mançur yönetimine girdiler.

1934–1944 yılları arasında, bir ara Sovyet Rusya yönetiminde kaldılarsa da,1933 yılında Hacı Hoca Niyaz  ile isyan ettiler. 1940 yılında Osman Baturun liderlik ettiği Kumul Ayaklanması neticesinde 'Şarki Türkistan Devleti'ni kurdular. Ancak İkinci Dünya savaşının galiplerinin hesabında böyle bağımsız bir devlete yer yoktu. Roosvelt, Stalinle Yatla konferansı sonucu yenidünya düzenini kurmuşken Doğu Türkistan’da onunla kavga etmeye hiç niyeti yoktu. İngiltere ise zaten savaş yorgunuydu. Sömürgelerine bağımsızlıklarını vererek onların yükünü üzerinden atmaya çalışıyordu. Nihayetinde yalnız bırakılarak Çinlilerin insafına terk edilen bu devlet komünist Çin yönetimi tarafından 1949 da yıkıldı.

Yaşanan bu sıkıntılı dönemde çok sayıda Uygur Türkü yurt dışına kaçarak değişik ülkelere yerleşti. Ki bu ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Ülkemize gelen bu insanlar beraberlerinde trajedilerini de getirdiler. Onlarla yaşanan insanlık dramına daha yakından tanık olduk. Onların şahsında uzak ülkelerdeki yakınlarımızı tanıdık. Bu süreçte evlenmeler, iş ilişkileri ve akrabalık bağları ile iç içe geçişler yaşandı. Onları yakan her şey bizi daha çok yakmaya başladı. Bizi acıtan onları da acıttı. Orada meydana gelen olaylara ülkemiz insanının tepki vermesi boşuna değil. Türk dünyası köklü bir çınarsa bu çınarın kökleri Doğu Türkistan’a uzanıyor. Kısa zamanda yaşadıkları ülkeye adapte olarak iş güç sahibi olan Uygur Türklerinin ülkemizde faal olan birçok derneği var. Bunların başında ise Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği geliyor. Onun genel başkanı Seyit Tümtürkü son olaylar sırasında hükümet nezdinde yapmış olduğu girişimlerle bütün Türkiye yakından tanıdı.

Bu olaylar yaşanırken Çin yönetimine dünyada en sert tepki veren ülkelerin başında Türkiye geldi. Devlet ve toplum katında yaşanan olaylardan duyulan rahatsızlık en üst perdeden seslendirildi. Daha önce İsrail’in Gazze’de yaptıklarına karşı “one minute” diyerek sesini yükselten ülkemiz, Gürcistan olaylarında Bosna’daki soykırımda yine aktif tavır aldı. Gerçi dünyanın değişik bölgelerinde mesela Sudan, Ruanda, Somali veya Hindistan’da yaşanan insanlık dramlarına aynı duyarlılığı göstererek bu konuda ülkemizin tutarlı davrandığı söylenemese de büsbütün bunları yok saydığı da söylenemez.

Editör: HABER MERKEZİ