Kendisine bir köşe bulan Oray Eğin bu kez haddini aşarak Rize’ye, Rizelilere ve Rize’nin yetiştirdiği simalara hakaret etti.

Bir özel çay firmasının davetlisi olarak Rize’ye gelen sözde yazar sırf içki içemediği için, kafayı bulup ortalıkta ayyaş, ayyaş dolaşamadığı için Rize için ayık kafayla hakaretler yağdırdı.

Sırf eskilerimizin tabiri ile fuşkilanamadığı (içki içemediği ki buna onu kimse yasaklamadı) için Rize’yi, Rizelileri ve Rize’nin Türkiye tarihine isimlerini yazdırmış simaları adeta aşağılaması tepkilere neden oldu.

Sözde yazar Eğin; “Hepimiz Şule Baş Olmuşuz” başlıklı yazısında, “Burası zaten gerici, bağnaz bir şehriydi, Rize zaten son yıllarda gericiliğiyle toplumsal hafızamıza kazınan bir şehir, İsmail Türüt ve Şevki Yılmaz gibi grotesk figürler de buradan çıkma, Tarkan ve Cihan Doğan gibi parıltılı şarkıcılar da.” Derken eski başbakanımız  Mesut Yılmaz ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a da dil uzatma cüretinde bulunuyor.

İşte sözde yazarın yazısı aynen noktasına virgülüne dokunmadan yayınlıyor ve Tüm Rizelileri, Rize’yi sevenleri Rizeliye yakışır şekilde tepkilerini dile getirmeye çağırıyor, yazının yayınlandığı Akşam Gazetesini de özür yazısı yayınlanana kadar okumamaya davet ediyoruz.

Haklı, ahlaki  ve hukuki  çerçevedeki tepkileriniz için [email protected] adresine mail atın. 

İŞTE ÇİRKİN YAZI:
Hepimiz ´Şulebaş´ olmuşuz
Geçen hafta sonunu Rize´de geçirdim. Yedi sene sonra yeniden Ayder Yaylası´ndaydım. Buraya ilk gittiğimde herkes gibi doğanın güzelliği karşısında büyülenmiş, habire fırsat yaratıp bir daha gitmek istemiştim. Ancak yedi sonra denk geldi, heyecanla gittim.

Trabzon, iyi bildiğim bir şehirdir. Rize-Trabzon arasındaki sahil yolundan da defalarca geçmişliğim vardır. Mesut Yılmaz´ın Türkiye´ye büyük kazığı Karadeniz otoyolunun tamamlandığını görmemiştim ama, uçaktan iner inmez ilk hayal kırıklığım bu oldu. Önü deniz, arkası orman o muhteşem yol bu kadar çirkinleştirilebilirdi. Karadeniz´e bu kötülüğü yapanın Rizeli Mesut Yılmaz olması da bir Laz fıkrası olabilir adeta.

Rize zaten son yıllarda gericiliğiyle toplumsal hafızamıza kazınan bir şehir: Çok da garip bir karışım gerçi. İsmail Türüt ve Şevki Yılmaz gibi grotesk figürler de buradan çıkma, Tarkan ve Cihan Doğan gibi parıltılı şarkıcılar da.

Ama tabii Rize çoktandır hepimiz için sadece Recep Tayyip Erdoğan´ın memleketi. Rize´ye sık sık giden ve memleketini çok seven Erdoğan´ın Rize´de işlenen şehircilik cinayetini görmememesi, bu konuda herhangi bir adım atmaması çok şaşırtıcı, üzücü.

Hele hele Ayder Yaylası. Laz mimarisi cinayetleri burayı kısa sürede yok edecek bir beton yığınına dönüştürecek. Hayatımda gördüğüm en çirkin yapılaşmalardan biri Rize´yse, Ayder Yaylası´na yapılan da ancak buna eşdeğer bir doğa katliamı olabilir.

Tıpkı Alaçatı´da taş evlerin restore edilip, buraların kıymete binmesi için galiba Ayder´e de İstanbullu işgali gerekiyor.Ama bu gidişle çok zor. Zira ´tersine Darwinizm´e örnek olabilecek bir gerileme var Rize´de. Burası zaten gerici, bağnaz bir şehriydi Türkiye´nin ama en son yedi sene önce buralara gelmiş birini bile şaşırtacak kadar karanlık bir yer olmaya doğru gittiğini gördüm.

Çoktandır ´Bütün Anadolu kırmızı sokaklarla dolu´ diye bağırıp duran gezgin-yazar Mehmet Yaşin haklı. İçki içecek yer bulmak imkansız. Ama içkinin ötesinde bütün yerel özellikler de ´apartmanlaşma´ sürecine kurban gitmiş görünüyor. Rizeliler´in dağ tepeleri de dahil olmak üzere bir zamanlar bahçeli evlerin bulunduğu yerlere apartman dikmelerinin altında kuşkusuz sınıf atlama arzuları yatıyor. Rol modellerinden öyle görmüş olmalılar: Apartmanın zenginlik ve kentlilik olduğuna yanlış bir şekilde inandırılmışlar. Bir de kadınlara özellikle bakmak lazım. Anadolu´nun pek çok yerinde kadınlar zaten yıllardır başlarını bağlardı ancak farklı bağlama biçimleri bu topraklardaki mozaiği yansıtırdı. Anadolu´nun zenginliğiydi bu. İnsanlar ayrışırdı bu sayede. Şimdi ´Şulebaş´ diye tabir ettiğimiz model köyleri bile esir almış durumda. Tıpkı apartmanın medeniyet olduğunu düşündükleri gibi, sırf Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan başını bu şekilde bağlıyor diye geleneklerini, köklerini terk etmeye başlamış Anadolu kadını. Herhalde ´idol´ Erdoğan´a olan koşulsuz bağlılık bu tektipleştirmeye yol açıyor. İlerici ve medeni olanın bu ´Şulebaş´ denen sıkmabaş olduğuna inanılıyor.Soner Yalçın´ın Hürriyet´te yayımlanan bir yazısı ´Şulebaş´ın kodlarını çözmemize yardımcı olacak (3 Şubat 2008).Ağabeyinin telkiniyle Nurcular´ın arasına katılan, aslında son derece ilerici ve başı açık biri olan Şule Yüksel Şenler giderek bağnazlaşmış, en sonunda da kara çarşafa girecek kadar dünyadan kopmuştu. Dahası, Şenler´in başını bağlaması da tamamen ´mahalle baskısının´ ürünüydü. Ağabeyinin ricasıyla katıldığı tarikat toplantılarında ojeli parmakları ve modern giysileri başkaları tarafından eleştirilince başını -kendini zorlayarak- örtmeye başlamış Şenler...

Zamanında Ermeni bir terzinin yanında çalıştığı için de eli kumaşlarla tasarım yapmaya yatkındı. Bugün Erdoğan ve Gül ´lady´ler tarafından benimsenen ´Şulebaş´ şekli de ayna önünde geçirilen uzun seansların sonunda ortaya çıkmış. Güya şık, güya estetik, güya farklı olsun diye...

Oysa ´Şuleba´ tektipleşmenin, Anadolu kültürünün ölümünün, gericiliğin simgesidir. Rize´den bir süre Türkiye´nin CHP´li belediyeler dışındaki illerine gitmeme kararı ve bu ülkenin geleceğine dair fazlasıyla karamsar hislerle döndüm.

GAZETERİZE

Editör: HABER MERKEZİ