Büyük gazetelerin zaman zaman Türkiye’de yaşanan üzücü olaylarla ilgili olarak büyük büyük puntolarla “Avrupa Birliği'ne ne diyeceğiz?”, “Şimdi Avrupa ne der?” tarzında manşetlerine pek yabancı değiliz. 

Bunu; kendini küçük görmenin, oryantalizmin etkisiyle doğuya ve Türkiye’ye batının açtığı pencerelerden  bakma hastalığımızın bir sonucu olarak görüyorum ki koca bir yüzyıldır kıyaslamalarımızda ezik ve kırılgan bir Türkiye’nin karşısında; acımasız, pragmatist bir Avrupa bizi sürekli dövmektedir. 

Yıllar önce bir TRT dizisi olarak ekranlara kilitlenerek izlenen “Mardin Münih hattında” olduğu gibi ezik Türkiye’yi temsil etme görevi bir kez daha Mardin’e düştü. Çoğunluğu kadın ve çocuk 44 vatandaşımızın  kendi akrabaları tarafından ve devletin silahlarıyla katledildiği Mardin, Türkiye’nin ta kendisidir. 

Olayın ardından gene geleneksel psikolojik eziklikle Mardin ile Münih arası hatlar kuruldu. Gazetelerde ve köşe yazılarında “Şimdi Avrupa ne der?” tarzında manşet ve başlıklar eksik olmadığı gibi büyük bir sosyolojik keşifmiş gibi sahiplendiğimiz töreye ve töre cinayetlerine lanet okuma alışkanlığımızdan alışılagelmiş gazeller okundu. 

Bu arada, Mardin ile Mardin arasında bir köprü ya da hat kurmanın  zorunluluğu üzerinde soğukkanlı bir şekilde düşünen kaç insan vardı acaba? Mardin ile Mardin arasında diyorum çünkü biz kendimize uzağız herkesten ve her şeyden daha çok. Mardin ile Mardin arasında diyorum ve burada ikinci Mardin’i ilk olarak ‘mecaz-i mürsel’ bir yorumla ‘Türkiye’ gibi algılayın sonra da ‘tevriye’ sanatına uygun olarak yorumlayıp ünlü sosyologumuz ‘Şerif Mardin üzerinden tüm sosyologlarımızı kastettiğimi düşünün. 

Neden mi? Çünkü yıllardır kapalı tuttuğumuz kendi penceremizi açarak bakmalıyız olaylara. Mardin’in diğer ayağı gene Mardin’dir, Türkiye’dir. Gerçekle yüzleşmeliyiz canımızı sıkacağını bile bile. Neden mi Şerif Mardin? Çünkü olayı gerçek boyutlarıyla algılamak için Sosyoloji bilimine ihtiyacımız var. Bilimselliğe ihtiyacımız var. 

Şerif Mardin’in Türkiye’de sivil toplum örgütlenmesi ile ilgili olarak yaptığı çalışmalar temel niteliğindedir. Mardin de yaşanan olayın sivil toplum örgütlenmesi ışığında değerlendirilmesi manidar olacaktır bence. Çünkü sivil toplumun olmadığı, gelişmediği bir toplumda devlet ile halk arasındaki ilişki filin altında gezinen farenin durumuna benzer. Sonunda olan olur ve fil fareyi ezer. Burada töreye suç atanların büyük bir yanılgı içinde olduklarını düşünüyorum. Çünkü insanları korucu adı altında silahlandırarak doğal dengeyi bozan ve törenin işlemesine mani olan devlet töreye alternatif bir sivil toplum örgütlenmesi yaratamamıştır ve bu cinayete sebep olmuştur.  Yoksa, doğuda hiçbir töre çocukları öldür, hamile kadınlara kurşun sık demez. 

Cinayetin faili devlettir. Ve devlet de bizim devletimizdir. Kullanılan silahların devlete ait olması da bu olayın en önemli  kanıtı değil midir? Başka kanıt aramaya gerek var mıdır? Toprağın altında silah aratan hükümet şimdi iğneyi hem kendine hem de geçmiş hükümetlere batırmalıdır. 

Eğer bunu yapmayacaksa, devlete hesap soracak bir sivil toplum örgütlenmesine sahip olmadığımız için toplumdan çok toplam görüntüsü çizen halk Mardin’de ya da Türkiye’nin başka herhangi bir yerinde  ezileceği güne kadar filin altında dolaşan fareyi oynamaya devam edecektir. 

Cumhuriyetle beraber geçmişe yüz çeviren devletin, toplumsal birikimi reddederek kurmaya çalıştığı sivil toplumsal yapının sivil toplumsal olmadığı, devletin ideolojik aygıtı konumunda devlet kurumu gibi faaliyet gösterdiği, “Atatürkçü Düşünce Derneği” ve “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği” örneklerinde kendini açıkça göstermiştir. Bu örgütlerin eleştirisi ise Ergenekon Terör Örgütü ortaya çıkmadan çok önce Hilmi Yavuz tarafından yapılmıştır. 

Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan halkın kendi sivil toplum örgütlenmesini devletten bağımsız bir şekilde oluşturmaya yeteneği yok mudur? Bu soruyu Şerif Mardin ve diğer sosyologlarımız belki de bir kez daha yanıtlamalıdır. 

Cumhuriyetin kendisi dahil sonrasında devlet zoruyla oluşturulmaya çalışılan her türlü sivil toplum teşkilatlanmasının normal doğum yapacak anneyi sürekli tüp bebek yapmaya zorlama çabası olarak görmek mümkün müdür?     

Belki de cumhuriyetin kendisi tüp rejimdir. Bunu düşündük diye yoldan çıkmış mı oluruz? Ya da ülkeni, doğduğun toprakları, paylaştığın kültürü doğal olarak sevmeyi ideoloji zanneden vatan millet sakarya edebiyatının papağanları bu sevgiyi tekellerinde tuttukları büyük yanılgısıyla bizi aforoz mu ederler. 

Her adım başı Musfafa Kemal’in kemiklerini sızlatırcasına heykel niyetine diktiğimiz o çirkin Atatürk heykelleri (biblo demek daha doğru olur) ile gene her adım başı Allah’dan korkmazcasına  Mimar Sinan’a hakaret eder gibi estetik kaygılar gütmeden inşa ettiğimiz camiler ve uyduruk köy kentler arasında acaba bir ilişki var mıdır ? 

Uyduruk sivil toplum örgütlerinin meydanlara topladığı binlerce insanın hep bir ağızdan tekrarladığı “Türkiye laiktir, laik kalacak!!” sloganı aslında onlarında anlamına vakıf olmadığı başka bir şeyi mi anlatıyor? 

Ve tüm bu saydıklarımın sivil toplum örgütlenmesini tamamlayamamış ve devletin toplum yapısına acemice müdahalesiyle büyük acıya sebebiyet vermiş Mardin’deki olayla bağlantısı yok mudur acaba? 

Bu soruları arttırabiliriz. Şerif Mardin ve diğer sosyologlarımızı siyasetçilerden daha fazla dinlemeye ihtiyacımız var bu günlerde.

 Samirencber@gmail.com

MOSKOVA

Editör: HABER MERKEZİ