Benim gibi, yıllar önce köyünden çeşitli sebeplerle ayrılmış olan binlerce Karadenizlinin, yüreğinin her köşesinde kalmış bulunan eski günlere ait bir sürü hatıralar vardır. Büyük şehirde yaşamak zorunda kalmak, sürekli bir koşuşturmanın içinde olmak, ev ve iş arasında mekik dokumakla ömür sürsek de, her zaman ah ulan ah, nerde o eski günler diyor ve dalıp gidiyoruz.

Zaman zaman, hemşerilerimizle bir araya gelip geçmişe ait o güzel hatıraları yad ediyor, yüzümüz gülmeye, birden çocuklaşmaya ve şakalaşmaya başlıyoruz.

Eski, eğlencelerimizi, oyunlarımızı, hatıralarımızı, yaşadıklarımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, umutlarımızı, özlemlerimizi birbirimize anlatıyoruz. Nelerden mi bahsediyoruz. Sıralayalım.

Çaylıklardaki toplama ve alım yeri kapanmadan bir an evvel götürme telaşını meyveyi dalında yediğimiz zamanları, aldığımız o nefis tadı,

Kestiğimiz ağaçları taşırken yorulduğumuz anları,

Çay taşırken sırtımızdan akan terleri,

Çayı sattığımızda, hemen dereye koşup üzerimizdeki elbiseyle dereye atlamamızı,

Araç veya araba yolu olmadığından köylerimizden çarşıya yürüyerek gidip geldiğimiz günleri,

Düğünlerde horon oynarken kan ter içinde kalmamızı ve düğün geleneklerinin yaşandığı o güzellikleri,

Elektriğin olmadığı günlerde ilkel aydınlatma araçlarıyla mutlu olduğumuzu, o şartlar altında nasıl ders çalıştığımızı

Bir araya gelip sabahlara kadar süren, oyunlar oynadığımızı,

Oyun oynarken birbirimizi yakalamak için bir dereden öbür dereye koştuğuz günleri,

Okul sıralarında yaşadığımız unutulmaz anları, öğretmenlerimizi darlattığımız zamanları,

Öğretmenlerimizin, bizim konuşmalarımızı pek anlamadıkları için çektikleri sıkıntıları,

Ders çıkışında akşam karanlık olduğu için eve nasıl varacağımızı düşündüğümüz anları,

Kedi, köpek, inek, tavuk, kuş vs hayvanlarla nasıl dost olunabildiğini,

Kuş yakalamak (saka, serçe, güvercin vb. gibi)için ne heyecanlar yaşadığımızı,

Çok küçük yaşlarda önce derede yüzmeyi öğrenip, artık ben yüzmeyi biliyorum demek için bir an evvel denizde yüzebilmeyi hayal ettiğimizi,

Bazı arkadaşlarımızın okulu kırıp, ya denize yüzmeye, ya da Rize ve Trabzon’a kadar gezme amacıyla gittiğini,

Her şeyin mertçe ve delikanlıca yaşandığını(kavganın bile),

Ana-babasıyla, kardeşiyle, abisiyle, ablasıyla, dedesiyle, nenesiyle bir arada yaşadığımız o kalabalık aile ortamının huzur ve mutluluğunu,

Analarımızın, ablalarımızın yaptığı, yerde hazırlanmış, sinideki yemekleri yerken veya tavadaki yemeği hep beraber yemeğe çalıştığımız anların güzelliklerini,

Kızlarla konuşmanın ayıp, yasak, günah, kavga sebebi anlayışının olduğunu bile bile kızlarla konuşmaya çalışan, onlara mektup vermeye veya ulaştırmaya çalışan arkadaşlarımızın hallerini düşündüğümüzde,

Futbol oynamak için, ya çarşıya, ya dere düzlüklerinde yapılmış derme çatma sahalara, ya köyümüzdeki çok nadir bulunan minicik düz yerlere gittiğimiz ve top kaçtığında bu topu kim alacak diye derin derin düşündüğümüzü,

Bayramlarda kurulan salıncaklarda nasıl sallandığımızı,

Fakirlikten dolayı sadece bayramlarda alınan yeni giysilerimizi giydiğimizde yaşadığımız heyecan ve mutluluğu,

Üzerimize uymasa da büyüklerimizden kalan giysileri giymek zorunda kaldığımızı,

Hala hatırımızda kalan dini bilgilerimizi öğrendiğimiz camilerimizi ve genellikle korkuyla karışık büyük saygı duyduğumuz hocalarımızı,

Yeşilin her tonunun olduğu tabiat güzelliklerimizi,

Karakterimizle örtüşen, her zaman dalgalı ve hırçın olan Karadenizimizi,

Gittiğimizde bütün sıkıntılarımızın silindiği o muhteşem yaylalarımızı,

Çay satmaya gittiğimizde alım yerlerinde yaşanan olayları(çay seçmek için tentalarımızı açtığımız, bir an evvel çayı satmak için herkesle yarışa girdiğimizi, işçi olmadığı yada yetiştiremediği zamanlarda karıştırmak zorunda kalışımızı, çay kamyonunu beklemek zorunda oluşumuzu, üstüne üstlük birde çay kamyonunu doldurduğumuzu, çayımızın çok olduğunu düşünüp hafif gelince kantarcıyla tartıştığımızı)

              Yukarıda saymaya çalıştığım, aklıma bir anda gelip satırlara döktüğüm hatıraları, ki bunlar sadece bir kısmı, biz memleket dışında yaşayanlar olarak her gün düşünüyor, arkadaşlarımızla yad ediyor, evlatlarımıza anlatıyor, nesilden nesil’e aktarmaya çalışıyoruz.

           Memleketimizin eski güzelliklerini ve yaşananları mutlaka canlı tutmak, yeni nesillere anlatmak, bizlerin omuzlarında büyük bir yüktür. Gurbette yaşayanların çocuklarının, geçmişini, köyünü unutmaması gerekiyor. Onları her sene en azından yaz aylarında muhakkak köylerimizi görmesi, havasını, suyunu teneffüs etmesi, tabiatı görmesi açısından beraber yanımızda götürmemiz lazım.

          Eski hatıraları canlandıracak, yazılı, görsel her türlü materyali kullanmak lazım.

            Bugünlerin de bir güzelliği vardır mutlaka ama,ben yinede diyorum ki, HEY GİDİ GÜNLER HEY !!!

 

OSMAN AZMAN

[email protected]