Rize Çayelili olan Karadeniz mizahının önemli ismi Yılmaz Okumuş ile 53 Rize dergisinin yapmış olduğu samimi bir söyleşi...

Sümelanın Şifresi Temel filmini kaleme alan senarist Okumuş'un en büyük hayali Rize'de bir film çekmek...

 

           Klasik bir soruyla başlayalım, Yılmaz Okumuş kimdir?

-          1962 yılında Rize Pazar’da doğmuş bir Çayeliliyim. İlk ve orta okulu Çayeli’nde okuduktan sonra İstanbul’a taşındık. Kabataş Erkek Lisesi’nde okurken (Çayeli’nden küçük bir çocukken karikatür yolladığım) Gırgır mizah dergisine gidip karikatürlerimi Oğuz Aral’a göstermeye başladım. O tarihten itibaren mesleğim, hayatım, her şeyim belirlenmişti. Kah karikatürist oldum, kah mizah yazarı, kah senarist oldum kah yönetmen… Amah hep mizahın, komedinin içinde oldum.

  • Biz biliyoruz, dergimizin okuyucuları da bu vesileyle bilsin istiyoruz; Büyük Alim Ahmet Feyzi Hocanın torunu olmak nasıl bir duygu ve sizi başarıyı yakalamanız noktasında motive ediyor mu bu duygu?

-          Dedemi görme şansı bulamadım ama (onun kadar tahsili olmamasına rağmen) en az dedem kadar zeki, donanımlı bir islam aydını olan babam sayesinde sanki sohbetlerinde bulunmuş gibi yakından tanıdım dedemi. Dedemle ilgili ilk öğrendiğim şey; soyadı kanunu sırasında soyadımızın, dedemin 3 medrese (üniversite) bitirmesi yüzünden Okumuş olarak tescil edildiğiydi. Bunu bir arma, apolet olarak algılamıştım küçük yaşlarımda. Dedem kısa ömründe bu kadar okul okuduysa biz torunları da en az bir tane okumalıydık, diye düşündüm hep. Sonra büyüdükçe dedemin (babamın aktardıklarıyla), dini vecibelerin, insanı ‘daha iyi bir insan’ yapabilmesiyle anlam kazandığını söylediğini öğrendim. Yani babam sayesinde zincir kopmamış oldu benim için. Babam çok iyi bir aktarıcı oldu dedemle aramızda. Dedem hakkında şimdi bile hala çocukluğumdaki ilk duyguların hakim olduğunu düşünüyorum; gurur, okumanın önemi, iyi ve faydalı bir insan olabilme…

  • Rizeli olmak nasıl bir duygu sizin için; çocukluğunuz Çayeli’nin sokaklarında geçti oraya ait bir anınızı paylaşın dersek ne anlatırsınız?

Yukarıda bahsettiğim bütün beni ben yapan değerlerin kaynağı olarak görürüm Rize’yi (Çayeli / Senoz’u). Meslektaşlarımdan eğer varsa bir gram fazlam / artım, kaynağı Karadenizliliğimdir. Çok şahane bir çocukluk yaşamamın sebebidir Rize. Yaylalardan, köyüme, köyden Çayeli’ne uzanan yeşilin binbir tonuyla bezeli bu eşsiz coğrafyada, çay bahçelerinin kenarında top oynadım, yorulunca kimin olduğunu bilmediğimiz mandalina ağaçlarından mandalina kopardık. Maç sonlarında duşumuzu denizde aldık. Milyarlarca doları olmasına rağmen Ali Koç’un bile böyle mutlu bir çocukluğu olduğunu düşünmüyorum. JJ Böyle bir zenginliktir Rize benim için. İleride, önce kitap olarak düşündüğüm çocukluğuma ait anıların yer aldığı kitabımdan bir minik hikaye anlatayım. Sene 1973. Tam hatırlayamadığım, genel ya da yerel seçimler var. Çayeli minik bir kasaba. Normal olarak hiçbir parti genel başkanı Çayeli’nde miting düzenlememeli. Rize tamam ama, bin tane oy için Çayeli’ne uğramak akıl karı değil. Ama o da ne; Erbakan geliyor, Türkeş geliyor, Demirel geliyor, Feyzioğlu geliyor, Ecevit geliyor, Bozbeyli geliyor… Ne kadar lider varsa geliyor yani. Çayeli’nin o minik meydanında toplasan 500 kişiye konuşuyorlar. Bazen büyük şehirlerde bile miting yapmayan bu liderler küçük Çayeli’ne niye uğruyorlardı? Bizim verdiğimiz 1 oy, 5 tane yerine mi geçiyordu? Yooo!.. O küçük aklımla bunun bir nedeni olmalı diye düşünürken ilk politik tespitimi yapmıştım; köfte ve kurufasulye için geliyorlardı. Evet, konuşma yaptıkları meydanın hemen arkasında Hüsrev Lokantası vardı. Bütün çalışanları neredeyse akrabam olduğu için lezzetini biliyorum. Türkiye çapında tanınmaya başlamış o sıralar. Futbolcular, televizyoncular da geliyordu. Propagandasını alel acele yapan bütün liderler yanlarındaki partililerle birlikte haydaa Hüsrev’e dalıp, tabak tabak köfte ve kurufasulye üzerine bol fındıklı sütlaçları gömüyorlardı. Vallahi saat tutmadım ama konuşmalarından daha uzun bir süre lokantada kalıyorlardı. Vay uyanık siyasetçiler vaaay, dertleri Çayeli halkına seslenmek değil, o mis gibi köfteden tıkınmak ve dünyada eşi benzeri olmayan kuru fasulyeden lüplenmek. Geçerken de “Size seslenmeye geldim değerli Çayelililer, beni seçerseniz yaş çay alım fiyatını Amerikan Dolarına eşitleyeceğim...” diye kıtır atıyorlardı bize.

  • Çayeli / Senoz’la bağlantınız ne düzeyde, baba ocağını sık sık ziyaret eder misiniz?

İtiraf etmem gerek ki bu kadar önemsediğim, doğduğum büyüdüğüm coğrafyaya İstanbul’a taşındıktan sonra çok sık gelemedim. Biraz Hopdediks sendromu gibi ama; küçükken çok kaldığım için yeniden o kuvvet şurubundan sıkça içmeme gerek kalmadı belki. En güzel zamanlarını yaşadığım güzel Çayelimi, Senoz deremi biraz ihmal ettim. Ama hep çok sevdim. Biz kimleri görmememize rağmen çok sevmedik ki? J J Şunu da belirtmem gerek, 20 sene üzerine geldiğim Çayeli’ne ilk adımımı atınca hüngür hüngür ağlayacağımı düşünüyordum. İlk golümü attığım kaleyi, ilk mandalina kopardığım bahçeyi, ilk aşık olduğum kızın (kızın haberi yok tabi) peşinden yürüdüğüm yolları, iskeleyi, donumuzu kuruttuğumuz kayalıkları /sahili, annemin saatlerce çağırmasına rağmen bir gol daha atmaya çalıştığım hastanenin bahçesini göremedim. Hıçkırıklar öylece boğazımda kaldı. Yahu nostalji yaşayıp, hüzünlenecek, anılarıma dalıp ağlayacak bir gram yer kalmamış. Hatıramdaki Çayeli ortalarda yoktu yani.

  • Rize insanının, siyasette, sanat ve kültürde, ekonomide kısaca hayatın her alanında başarılı olmasını siz neye bağlıyorsunuz?

-          Rize’nin dışına çıkınca, gurbette yaşadığımız her şehirde, her alanda başarılıyız da neden Rize’de başarılı değiliz. Rizespor bildim bileli başarılı değil, bir iki istisnayı saymazsak Rize’nin etkili bir yerel medyası yoktur, Rize’de gümbür gümbür oyunlar oynayan tiyatrolar hatırlamıyorum. Çayeli’nde bile biri yazlık olmak üzere iki sinema vardı şimdi hak getire. Turizmiyle, eğitim kurumlarıyla büyük bir cazibe merkezi olabilecekken sadece Allah vergisi coğrafyaya sırtımızı dayamışız. Ah bir de büyük eğitimci, ziraatçi Zihni Derin ağabeyimiz çay bitkisini bölgemize getirmeseydi ne yapardık? Bu açıdan bakınca gurbet eldeki başarılarımızla övünürüm ama, (içine kendimi de koyduğum bütün bir şeyler yapmış Rizeliler’e serzenişte bulunuyorum) Rize için neler yaptık? (Bana dikilen binalardan bahsetmeyin ne olur?)

  • Genç yaşta o günki şartlarda Türkiye’nin en ünlü mizah dergisi olan Gırgır’da karikatür çizmenizin macerası nasıl başladı?

-          Gırgır mizah dergisiyle 1970’lerin başında, İstanbul’da okuyan ağabeyim Rıfkı Okumuş sayesinde tanıştım. Otobüste okumak için yanına almış. Okuduğu dergiyi getirip Çayeli’ndeki evimizin masasına bıraktı. Ve benim de hayatımı belirledi. Masada duran o dergi sanki beni büyülemiş gibi etkisi altına aldı, ne yaşadıysam ve yaşayacaksam onun etrafında gelişti. Bu karikatürleri çizenlerin, bunları yazanların, bu dergiyi yapanların yanına gidecek ve ben de o ekibin bir parçası olacaktım. Bana dünyanın en büyük hazinelerini, payelerini verseler bu amaç kadar heyecanlandırmıyordu artık. Sanki ay ışığını takip ederek denize varan caretta caretta gibiydim. Gırgır ve Oğuz Aral ışığıyla denizime sağ salim varabildim.

  • Ülkenin sosyal-siyasal ve kültürel meselelerini hicveden bir mizah anlayışınız var. Sizi bu konuda duyarlı kılan alt yapının kaynağı nedir?

-          Yukarıda saydığım ‘çeliğime su verenler’i tekrarlarsam; coğrafyamız, dedem, babam, Oğuz Aral, Charlie Chapline ve Ertem Eğilmez… Şimdilerde biraz geç tanıştığım İranlı sinema yönetmeni Abbas Kiyarüstemi’yi de bu listeye katıyorum. Hepsinin ortak noktası vicdanlı olmak… Vicdanın yoksa, (sadece kendi tanıdıklarına, senin gibi düşünenlere uyguladığın bir vicdan değil tabi bahsettiğim) tadı, tuzu eksik bir şey yaratmış oluyorsun. Yaptığın şey ne kadar görkemli olursa olsun mutlaka eksik oluyor. Bir kere ortak paydası geniş olmuyor. Bu arada her bulduğum karikatürün, her yazdığım senaryonun altı çizilmiş bir politik göndermesi yoktur. Ama magazinel esprim bile önce komik sonra doğru olsun, vicdanlı olsun isterim. Gırgır’da çalışırken politik kapak esprisini de buluyordum, en hergele karikatür konusunu da, futbolu da magazini de... 

  • Televizyon dünyasında önemli dizilere senaryolar yazdınız,daha sonra Laz Kapital isimli kitap çıkardınız, son yıllarda film senaryoları yazmaya başladınız? Bundan sonra ki hedefiniz nedir?

-          Komediyi icra edebileceğim başka bir tür icat edilmezse bana bu yaptıklarım yetiyor. Yani yazmak, çizmek ve artık bir de çekmek. Bizum Hoca filmimden sonra bir yönetmen adayıyım. Büyük kadrajlar yaratacak, çok özel teknikler geliştiren bir yönetmen olmaz benden, bunu biliyorum ama yazdıklarımı çekeceğim. Küçük bir Abbas Kiyarüstemi olabilirsem ne mutlu… Çünkü söyleyeceğim çok şey var ve herkesi ilgilendiriyor. Artık hedefim bu.

  • Filmlerinizde Karadeniz insanının mizahi tarafını öne çıkararak iyiler ve kötülerin savaşını irdelediğinizi güldüren bir şekilde anlatıyorsunuz, Bizum Hoca filminde ki hoca karakterini gerçek hayattan aldığınız gibi bir algı oluştu izleyicilerde, haklılık payı var mı?

-          Cezmi Baskın ustamızın oynadığı Bizum Hoca, babam Necmettin Okumuş’tur. Filmde birkaç sahnede gördüğümüz gibi Bizum Hoca hep babası (dedem) Ahmet Feyzi Hoca’dan alıntılar yapıyor ve Kur’ana, Peygamberimize atıfta bulunuyordu.

  • Son filminizin çekimleri yine Trabzonda  yapıldı. Ne zaman vizyona girecek ve filmi izlemeye giden seyirciye ne vaad ediyorsunuz bu filmde?

-          Sümela’nın Şifresi “Temel” serisinin 3. filmi bu. Adı Sümela’nın Şifresi-3 “Cünyor Temel”. 2017 Mart’ın da gösterime girecek. Gişe filmlerinde öyle çok ulvi vaatlerde bulunmak doğru olmuyor. Ama başta hemşerilerimiz olmak üzere herkesin çok güleceğini garanti ediyorum. Tür olarak zaten seyirciye sunduğumuz yegane şey, “sizi güldüreceğiz” Bunun ötesinde dikkatli ve benim yazdığım işleri takip edenlerin bildiği bir şey var ki; filmden kendini iyi hissederek çıkıyorsun. İçin umut dolu oluyor. Bu, benim planlayarak yaptığım bir şey değil. Dostlarımın, seyircilerin bir tesbiti olarak söylüyorum. Laboratuvar deneyi gibi, dur biraz umut koyayım, bir ölçü komedi, iki ölçü özlü söz, biraz hamaset vs vs. ile iyi bir ürün çıkmıyor. Söyleşi boyunca konuştuğumuz duygular hakiki ise, o iş iyi, samimi oluyor. Bütün Karadeniz işlerimde, yöremizi, insanımızı ayırımsız çok sevdiğim için buralı olmayan bir yazar arkadaşım gibi bakmıyorum, “Lazların aklı 12’den sonra çalışmaz.” duygusuyla yazmıyorum.

  • Rize'de bir film çekmek istiyor musunuz?

-          En büyük hayalim. Ama ne Rizeli bir iş adamından, ne Rizeli bir bürokrattan, ne de hemşerilerimden böyle istek geliyor. Trabzon’la ilgili bir şey yapma ihtimali belirdiğinde bile hemen yukarıda saydığım bütün dinamikler devreye giriyor ve insanı yüreklendiriyor. “Gelin çekin, ne ihtiyacınız var? Burada konaklayın, belediye olarak ne yapabiliriz? Finansa ihtiyacınız var mı?” gibi her türü yardımı yanınızda buluyorsunuz. Ben Trabzon’u ve Rize’yi (İstanbul oligarşisinin tersine) hiç ayırmam. Bir amcaoğlu refleksiyle ele alırım. Bir kilometre ötede bu hassasiyet var da niye bizim oradan böyle bir istek gelmez, doğrusu aklım almıyor. Yine de meslekte biraz daha ilerleyince, yukarıda bahsettiğim kitabımdaki öykülerden oluşan bir Çayeli komedi filmi çekeceğim. 

 Çocukken hiç bu noktaya geleceğinizi tahmin ediyor muydunuz?

-          Hiçbir şeyi planlayarak yapmadım. Zaten ‘planlayamama’ gibi bir olumsuz bir özelliğim var. Sadece şunu gözettim; hala 9 Mart İlkokulu’nun bahçesinde önlüğü bir tarafa fırlatıp, yukarı mahalleden arkadaşlarımla (ezeli rekabet neymiş) maç ediyormuş gibiyim. Büyük bir zevk ve tutkuyla yaptığım her iş en azından insanlarda karşılık buldu. Biraz gönülsüz olduğum hiçbir şeyi başaramadım. Karikatürü sevdim ve onun yolunda ilerledim. Para kazanıp kazanamayacağıma bakmadım bile. Senaryoyu sevdim onun yolunda ilerledim. Şimdi yazdıklarımı yönetmek istiyorum. Maaşlı ve saatli hiçbir işte çalışmadığım için hala o çocuk refleksiyle hareket ediyorum.

  • 53 Rize dergisini takip ediyor musunuz? Yayın dünyasının içinde birisi olarak dergimiz hakkında ki görüşleriniz nedir?

-          Düzenli olarak takip edemiyorum ama hangi şehre gitsem (İzmir, Bursa, Ankara) bir hemşerimin evinde, işyerinde mutlaka buluyor ve okuyorum. Daha sık aralıklarla ve içeriği zenginleşerek görmek dileğimdir dergimizi. Bu konuda üzerime düşen bir şey olursa da göreve hazırım. 

 

 

Editör: HABER MERKEZİ