Ya ensesi kalın olsaydı!

Abone Ol

Ayasofya cami baş imamının sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlar sonrası ülke gündeminde oluşan algıyı tahlil etmeden önce Mehmet Boynukalın’ı kısaca tanıyalım.

Mehmet Boynukalın, 1992 yılında Mısır'daki Sünni İslami eğitim veren El Ezher Üniversitesi'nden mezun oldu. Ardından yüksek lisans ve doktorasını 1999'da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde tamamladı. Boynukalın, 2011'e kadar Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) İslam Hukuku dalında araştırma uzmanı ve İslam ansiklopedisi ilim heyeti üyesi olarak çalıştı. 2011'de İstanbul Şehir Üniversitesi'ne giren Boynukalın, 2018'de bu üniversitedeyken profesörlük unvanı aldı. Daha sonra, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak görev yapmaya başladı.

Kısa özgeçmişinden de anlaşılacağı gibi kendini yetiştirmiş, geliştirmiş bir ilahiyatçı ve entelektüel…

İslam, hayatı kuşatan, inşa eden ve hayata karşı sözü olan, bu sözün de icrası için mücadele etmeyi vazife kılan bir potansiyele sahiptir. Müslüman da bunların icrasına taliptir. Her halükârda Müslüman kendini hayatın merkezine koymak ve insanlığa Allah’ın emir ve yasaklarını ifade etmek zorundadır. Velhasıl kafasını kuma gömmeyen aksine üreten, sorgulayan ve inşa eden bir yaşam tarzına sahip olmalıdır. Hiçbir seküler beklenti de bu Ebuzeri duruşu bozamaz, bozmamalı…

Haliyle gündemi okuyan, değerlendiren bahsi geçen hocamız görüşlerini ahlâki normlara dikkat ederek ve kendi özgül ağırlığı çerçevesinde ifade etmeye çalışmıştır.

Peki hangi konularda yaptığı paylaşımlar tartışılmaya başladı.

Daha önce laiklik, kadın erkek eşitliği ve İstanbul Sözleşmesi konusunda paylaşımlar yapan  Ayasofya baş imamı Mehmet Boynukalın, en son ekonomiyle ilgili açıklamalarda bulunmuştu. Boynukalın, “Faizin azaltılması ve sonunda tamamen kaldırılması hem İslam'ın hem de aklın gereğidir. Güçlü ekonomilerde faiz % 0-1 arasında. O sebeple faizcilerle mücadele etmek de İslam'ın bir emridir ifadelerini kullanmıştı.

Boynukalın, bu paylaşımlarını Bakara Suresi'nin 155. ve 157. ayetleriyle destekledi: "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, 'Doğrusu biz Allah'a aidiz ve kuşkusuz O'na döneceğiz' derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır."

Şimdi asıl meramımızı ifade etmeye çalışalım.

Olaylara; ister Müslüman, ister insan, isterseniz de aydın olarak bakın değişmeyecek olan mihenk taşı ‘ilke’dir.

İlkeli bir bakış açısı nasıl olmalıdır?

Siyasi partiler kendi politikalarını öven kamu personeline ses çıkarmayıp hatta teşvik bile edebilirken diyanet personeli veya akademik titri olan birini bu gerekçeyle eleştirmek ilkeli bir hareket midir?

Kamu personeli siyasi mesajlar veya içerikler kamusal alanda beyan edebilmeli midir?

Bir kişinin yapmış olduğu bazı açıklamaları bir takım odaklar kendi lehinde kullanıp ilgili söylemleri amacına hizmet ettirmesi neticesinde açıklama yapan kişi bu durumdan ne ölçüde sorumlu tutulmalıdır?

Mehmet Boynukalın’ın baş imamlığının fahri bir unvan olması hasebiyle bu linçi kamu çalışanı perspektifinden tartışmak ne kadar doğru?

Bugünlerde AK Partinin bazı AKP’li fraksiyonları da sol tandanslı yapılarla birlikte baş imamı hedef almış durumdadır. Hatta Kemalizm’in tetikçiliğini yapan sağ muhafazakâr görünümlü liberallerin, laiklik elden gidiyor lakırdısıyla sol fraksiyonun şahin kanadıyla el ele baş imamı tartışmaya açması ne kadar ahlâki?

Ne yazık ki bu içler acısı tablo bir cesaretsizliğin ve basiretsizliğin göstergesidir. Baş imama hangi odak ne diye sitem eder, kendilerini bağlayacak bir husustur.

Şahsen ben Laiklik konusunda Türkiye’de herkesi samimiyete davet ediyorum. Öncelikle Laiklik tezini her platformda cesurca savunan kişileri tebrik ediyorum. Diğer taraftan da sıkışınca mecburen laiklikle sorunum yok diyen kesimleri kınıyorum, bir diğer alkışımızı da laiklik dahil insan ürünü her konuyu konuşma, tahlil etme, sorgulama, irdeleme, değerlendirme cesareti olan ve hiçbir pahaya karşı da bu cesaretini feda etmeyen kişilere de iletiyorum.

Türkiye laik ise bu topluma layık olan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması mıdır yoksa birilerinin işine gelince isteyenin isteyene karışması mıdır? Samimi olalım. Bu ülkede devlet ne zaman dinin üzerinden elini çekti ki din devletten çeksin…

Kadın erkek eşitliğine gelince hangi konuda eşitlikten bahsediyoruz bunu akademik bir bakış açısıyla tartışmak gerekir. Örneğin; biyolojik, fiziksel, anatomik, ruhsal, sosyolojik, hukuksal, istihdam gibi kavramlar arasından hangi kavram özelinde eşitlik konusunu irdelemeliyiz?

Kadın ve erkeği ayrıştıran, birbirine karşı nefret ettiren, aile kurumunu travmaya sokan, boşanmaların had safhada olduğu bir toplumsal algı yaratmak mı bu ülke insanının  kurtuluşu…

Kadın ve erkek arasında bir yarış söz konusu olamaz. Gerek inancımız gerekse töremiz kadın ve erkeği yekvücut halde değerlendirmiştir. Bunu bozan ve kendi egosuna teslim eden hastalıklı zihinler yüzünden ülkemizde bu konuda ciddi problemler var deyip özellikle erkelere itibar suikastı yapmak ne kadar doğru tartışmak gerekir. Ayrıca bu konuya destek veren erkelere de şunu sormak gerekir. Gerçekten sizden de kadınlar kendilerini korumalı mı? Ayrıca, kadının hakkını neden yine erkekler konuşuyor veya erkekler kendilerinin bir canavar olduğunu mu kabul ediyor merak ediyorum. Bana kalırsa kadın konusunu siyasi malzeme yapmak ve kadını bir objeye dönüştürmek isteyen erkeklerin bu tür kaygıları var. Kadınların fiziksel anlamda erkeklere göre daha zayıf olması şiddet ibresini ne yazık ki kadınların aleyhine döndürmektedir. Fakat aynı önermeden hareket edersek güçsüz erkek de güçlü erkeğin şiddetine maruz kalıyordur. Burada şiddeti cinse indirgemek sorunu çözmez. Sorunu çözecek olan uygun cezaların yargımızda olmasıdır. Bir diğer husus da eğitimdir. Ancak eğitimle şiddeti minimize edebiliriz.

Bunun dışında şiddet konusunu kadına indirgemeden canlıların her türlüsüne şiddeti içermeyen bir algının peşinde olmalıyız.

Kendini sol fraksiyon bir aydın olarak gören bir kişi dinle ilgili bütün senaryoyu kendisinin yazma hakkı var gibi lanse edebilirken bir din adamının siyasetle ilgili yorum yapması sol cenahı ciddi anlamda rahatsız etti. Eğer ilahiyatçı Boynukalın değil de ensesi ya da sırtı kalın olsaydı ya da din kimliği dışında özellikle sol bir fraksiyon temsilcisi olsaydı kendinde her konuda yorum yapma hakkını bulmayacak mıydı?

Burada asıl vahim olan da şudur: Seküler, liberal, kemalist veya sol fraksiyonlu odakların, temcit pilavı gibi gündeme getirdikleri ve toplum açısından hiçbir karşılığı olmayan laiklik elden gidiyor, şeriat devleti oluyoruz gibi söylemlerine dolgu malzemesi olan diğer mahallenin insanlarının tutumudur.

Söz konusu unsurların hastalıklı, art niyetli ve kendi çıkarları için bir asırdır dikte ettiği görüşlerine; siyasi iktidarın bazı vekillerinin açıklamalarının alan açtığını ne yazık ki hesap edemiyoruz. Bunun nedeni malum kesimin nazı mı yoksa o kesimden korkumuz mu? Neden onların hoşuna gidecek beyanları vazife edinir olduk?

Ayrıca konuyla ilgili açıklama yapan bir vekilin ifadesinden anladığımız, baş imamın bu açıklamaları ancak camide yapmasının uygun olduğudur. Soruyorum, din algımız gerçekten bu mu olmalıdır? Din hayatın her aşamasında kendi ilkesel gerçekliğiyle hareket etmeyi gerektirir. Bir alana hapis edilemez. Belki bu açıklamalar iyi niyetli olabilir, toplumu germemek amacı güdebilir. Fakat kılıçlarını çekmiş marjinal kesimlerin algı ve söylem operasyonlarını düşünürsek bu açıklamalar ilgili zihniyetin iddiasına çanak tutmak olur.

ABD Başkanı Bıden, göreve başlarken iki ayrı İncil’e yemin ederek göreve başladığı, İngiltere’de Kraliçe bir rahibe modunda vatandaşına Hristiyan ritüelini uyguladığı, Hristiyan sporcuların özelikle futbolcuların müsabakalarında neredeyse ayin yaptığı bir ortamda Batı’yı ve ABD’yi dine karşı uyguladığı tavrı dillerinden düşürmeyen kişiler, Cumhurbaşkanı Kur’an okuduğunda veya Mesut Özil adlı futbolcu dua ettiğinde gösteremiyorlar. Bu tutum oldukça art niyet taşımaktadır. Söz konusu tavırların çeşitli varyasyonları ülkede oldukça fazlayken bir de Ayasofya Cami baş imamına saldırmak tam bir akıl tutulmasıdır. Hele hele buna muhafazakâr kesimin destek vermesi de paradoksun kendisidir. Korkularınızdan kurtulup inandığınızı yaşayın ya da inanmadığınız diye iddia etiğiniz neyse o renge boyanın. Bu davranış çok daha ilkeli bir bakış açısıdır. Türkiye’de enteresan işler oluyor ve kesinlikle sosyal psikoloji açıdan yoruma muhtaç… Mesela Cumhurbaşkanı İstanbul sözleşmesinden çıkıyor ama özellikle Cumhurbaşkanımızın kızının ve birçok AK partili vekilin ya da kadın bürokratın desteklediği KADEM, sözleşmenin kaldırılmasını eleştiriyor. Bir yerlerde sorun yok mu gerçekten, biz mi abartıyoruz? Bana kalırsa problemler var ve insan kaynağımız bu problemlerin üstünü ancak kapatıyor.

Ve gelelim sonuç bölümüne.

Boynukalın, kadına şiddeti İslam ahlâkının gereği olarak asla kabul etmez ve bu minvalde bir açıklaması da yoktur. Eşitlik ve adalet konusuna gelince önce ilgilileri gerçek bir araştırmaya davet ediyorum. Medeni hukuka göre kadın ve erkek eşittir. İslam hukukuna göre ise vakaya karşı farklı uygulamaların olmasını bir eşitsizlik diye nitelendirmek mantık hatasıdır. Her vakanın kadın ve erkek için bir karşılığı vardır. Ve bırakın buna inanan inansın. Siz neden insanların inancına ambargo koyuyorsunuz? İnsanın yetiştirilmesi biz veya ebeveynlerin elindedir. Ayrıca, kadının evde yaptığı birçok işi kocasından da yapmasını istemesi kadın açısından şu meseleyi meydana getirmelidir. Evlilik öncesi gerek kadının gerekse erkeğin nasıl bir beklenti içinde olduğunu ortaya koyması ve buna uygun bir evlilik yapması gerekmektedir. TV ekranlarında sabaha kadar ailelerin içine sızan ve aile ilişkisine karışma hakkını kendinde bulan gazeteci ve menşeine aynı müdahale edilse ne kadar anlayışlı olabilir?

Süreci bu şekilde yorumladığımızda kimsenin kimseye yaşam tarzı tazyikinde bulunması kabul edilemez bir tutumdur. Medeni hukukun eşitlediği kadını aynı hukukun meclisinde temsil oranı niye %30’dur? Bunun nedeni de din veya toplumsal cinsiyet kavramı mıdır?

İlkeli davranalım, kadına değer vermeyen insandır, İSLAM DEĞİL!

İslam, Allah’ın emir ve yasaklarını uygular, burada da ancak kadın önemsenir.

İslam adına kendi egosunu din yapanlar, hakikati değiştiremez.

Töremizde de erkek handır, kadın hanın hanıdır.

Boynukalı’nın doğru sözüne selam olsun.