TESEV Trabzon Toplantısının Ardından

Abone Ol

 Dr. Ali Rıza SAKLI

Türkiye’de Açık Toplum Enstitüsü gibi batılı kuruluşların desteğinde faaliyet gösterdiği için zaman zaman eleştirilen TESEV, 21 Eylül 2013 Cumartesi günü Trabzon’da bir toplantı gerçekleştirdi. Basına kapalı olan toplantının konusu, TESEV’in yeni anayasa yapımı ile ilgili görüşlerini tartışmaya açmak, özellikle de “BÖLGE YÖNETİMİ” önerisini anlatmak ve buna yöneltilen eleştirileri dinlemek şeklinde özetlenebilir.

“Bölge yönetimi” gibi, Türkiye’de bulunmayan ve terör örgütü ile yaşanmakta olan uzlaşma süreci sebebiyle dikkatleri çeken netameli bir konuyu gündeme getirmek ve tartışmaya açmak oldukça cesaret isteyen bir durum, ancak tartışmadan doğruları bulma şansımız bulunmuyor.

Toplantıda, katılımcıların tartışılan konuları yazmamaları gibi bir istek gündeme getirilmediği için, kendi açımızdan önemli gördüğümüz hususları aktarmak istiyoruz. TESEV Program Danışmanı Fikret Toksöz’ün sunuşundan sonra, Prof. Dr. Oktay Uygun bölge yönetimi önerilerini de içeren genişçe bir sunum yaptı. Bu sunumda ve daha sonraki TESEV yetkililerinin açıklamalarında, merkezi yönetimden illere hizmet sunmanın zor olduğu, bu sebeple pek çok kuruluşun bölge örgütü kurmak mecburiyetinde kaldığı anlatılarak, bölge yönetimi kurularak illere ve yerel birimlere daha iyi hizmet sunulabileceği anlatıldı.

Öğleden sonra ise katılımcıların görüşlerini bildirmelerine sıra geldi. Yapılan sunumdan ziyade, tartışmalardan ve bizim katkımızdan bahsederek konuyu ele almak istiyoruz.

KTÜ’den İktisat Bölüm Başkanı Prof. Ersan Bocutoğlu ile Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Hayati Aktaş’ın katıldığı toplantıya, RTEÜ’den ve Rize’den tek katılımcı olarak yer aldım. Bölgedeki diğer üniversitelerden kimse katılmadı. KTÜ’den katılan hocalar, kendilerini üniversite ismi anmadan doğrudan bölüm isimlerini söyleyerek tanıtınca, sıra bana geldiğinde “Hocalar Üniversite denilince KTÜ anlaşılır diye düşünüp sadece bölümden bahsettiler ama R. T. Erdoğan Üniversitesi olarak biz de varız, Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi ve İİBF Dekan Yardımcısı olarak buradayım, dedim.

Görüşler ifade edilmeye başlandığında kendi görüşlerimi şöyle anlattım: “Yasama-yürütme-yargı” erklerinin bölge yönetimi altında kurulması halinde buna “eyalet sistemi” denilmektedir. Eyalet sistemi, ABD ve Almanya gibi etnik bir altyapı olmadığında sorun çıkarmamakta, fakat İskoçya (İngiltere), Quebec (Kanada) ve Katalonya (İspanya) gibi etnik bir yapı varsa ayrışmaya kapı açmaktadır. Bu sebeple Türkiye için “uniter” yapıyı koruyan sistemlere ihtiyaç vardır. Kamu yönetimi sistemimizi aldığımız Fransa’nın bölge yönetimleri ve bölge meclisleri vardır ama yasa çıkarma yetkileri yoktur ve temsili yetkilere sahiptirler.

Bununla birlikte, bölge yönetimleri yararlı yönetimler değildir. Türkiye’nin Kürt sorunu sebebiyle, bölge yönetimlerinin ayrışmayı tetikleme tehlikesi elbette vardır. Ancak bu tehlike olmasa bile, bölge yönetimleri, sadece kuruldukları ile hizmet etmekte, kenarda kalan illere yeterli hizmet götürmemektedir. Bir bölge kuruluşu olan Kalkınma Ajansları buna örnektir. İngiltere, bu Ajanslar sadece kuruldukları şehre hizmet ediyor ve bölge içi dengesizliklere sebep oluyor diye bunları kapatmıştır. DOKA uygulamaları ile ilgili de, Rize, Giresun ve Ordu gibi illerden benzeri eleştiriler gelmektedir.

Avrupa Birliği’nin üye ülkelere bölge yönetimlerini önerdiği ve teşvik ettiği, Türkiye’nin de buna gitmek zorunda olduğu Fikret Toksöz tarafından ifade edildi. Bunun üzerine, AB’nin ulus devletleri zayıflatmak ve ulus altı birimlere yetki devretmek suretiyle, merkezde kendisini güçlendirme hedefi olduğunu, Türkiye’nin ise kendi menfaatine olan şeyi tespit edip yapmak durumunda olduğunu ifade ettim.

Prof. Uygun, Türkiye’nin burada ifade edilenlerin az bir kısmını bile bundan 50 sene önce yapması halinde bugün bu çapta bir etnik sorunla karşılaşmayacağını, fakat özgürlükleri genişletmek ve yerel yönetimleri güçlendirmek bağlamında bir şey yapılmadığından, dünyada emsali olmayan bir terör sorunu ile karşılaştığını belirtti. Şu anda daha köklü çözümler getirmek, Kürt kardeşlerimizin de kendilerini bu ülkenin evladı ve eşit vatandaşı saymalarını, bu duyguya ulaşmalarını sağlayacak tedbirlere ihtiyaç olduğunu ifade etti.

Katılımcıların genel olarak olumlu baktığı bu görüşlerden sonra, devletin düzenini aşırı biçimde bozacak ve telafisi olmayacak uygulamalar yerine, kişilere bireysel haklar vermenin daha uygun bir çözüm olacağını ifade ettim. Sonuçta, belli bir yaşta olan ve en çok 15-20 yıl daha yaşayacak bir kişiye bireysel özgürlük vermenin, devletin düzenini bozmadan çözüm sağlayacaksa tercih edilebileceğini belirttim. Kürt halkının %50’si zaten ayrılıkçı partilere oy vermiyor, geri kalanların büyük çoğunluğunu bireysel haklar ve dil hakları ile kazanmak mümkün olabilecektir. Yaklaşık %5-10 arası bir marjinal grubu hiçbir şekilde ikna etme şansınız zaten olmayacaksa, bölge yönetimi uygulamasına gerek olmadan çözüm bulunabileceğini anlattım.

Prof. Bocutoğlu söz alarak geniş bir perspektif çizdikten sonra, bu öneriler İsviçre gibi bir ülke için söz konusu olsa hemen altına imza atarım. Eminim İsviçre’yi bölmek için plân yapan kimse yoktur, ama Türkiye için durum bu şekilde değildir. AB bile büyük bir nüfusa sahip Türkiye’yi üye yapmak yerine, sorunlu doğu bölgeleri ayrılmış, sorunsuz ve gelişmiş Batı bölgelerinden ve Karadeniz Bölgesi üzerinden Gürcistan ve Ermenistan’a sınırı ulaşan bir Türkiye’yi almak ister diye düşünüyorum dedi. Prof. Bocutoğlu, Türkiye için birinci sorun bütünlüğü koruma sorunudur, AB bizi almayacak ama yanında durmamızı istiyor, bütünlüğümüzü garanti ederlerse yanlarında durmaya razı olmalıyız, dedi.

TESEV yeni anayasa tartışmalarına “bölge yönetimi” önerileri ile katılmak istiyor ve bu konuda nabız tutmaya çalışıyor. Trabzon toplantısından çıkan sonuç, -bana göre- bölge yönetimlerinin yararlı ve uygun bir çözüm olmadığı şeklindedir. Merkezi Ankara olan bir bürokratik yapı çözüm olmuyorsa, merkezi Trabzon olan bir bölgesel yapıda çözüm olmaz. Sonuçta yetkiyi işlerin yapıldığı noktaya aktarmamış oluyorsunuz. AB’nin “subsidiarity” denilen bir ilkesi var; “kararlar işin yapıldığı yere en yakın noktada alınmalıdır” anlamına geliyor. Sonuç olarak, işin yapıldığı iller ve ilçelerdeki yerel yönetimler güçlendirilerek, kendi kararlarını vermeleri sağlanmalıdır.