Yönetim kurulu başkanı olarak görev aldığı beş yıllık sürede Türk Hava Yolları (THY) dört kez üst üste “Avrupa’nın en iyi havayolu” şirketi olarak seçildi. İç hat ve dış hat yolcu sayısında ciddi artış yaşandı. Şirket kârlılığı da ciddi oranda arttı. Tüm bunlar oldukça önemli başarılardı. Fakat döneminde en çok konuşulan, hiç şüphesiz “apronda deve kesme” meselesiydi. Hamdi Topçu, THY yönetimine liderlik ettiği dönemden aklında kalan anılarını DÜNYA + okurları için paylaşırken “deve kesme” olayına da açıklık getirdi.

Hamdi Bey, THY yönetiminde 12 yıl bulundunuz. Bu süre zarfında idari anlayışınızla ilgili bir anınızı dinleyebilir miyiz?

2003’ten beri THY’de görev yapan Zeki Çukur güvenilir, samimi, becerikli bir arkadaşımızdı, şirketin başarılı olması için de tüm gücünü kullanıyordu. Ben de hep kendisine destek verdim. Bir gün kendisi bana geldi, “Genel kültür sorunumuz var, bunu biraz toplasak iyi olur” dedi. Sabancı Üniversitesi’nden Doç. Dr. Oğuz Babüroğlu, “Bir çalışma yapalım, sonuçlarını sizinle paylaşalım” dedi. Bu fikri destekledim. Kendisi bir süre sonra araştırmasını getirdi. Müdür ve üstü personelle yapılan araştırmada “atamalarda siyasi destek olmadan olmaz” kanısı % 80 çıkmıştı! Okuyunca çok sinirlendim, “Bu olamaz, böyle bir durum asla söz konusu değil” dedim.

Antalya toplantısı yaklaşıyordu. Oğuz Babüroğlu Hoca orada bir sunum yapacaktı. Ama bir sürpriz yaptı, herkese bir buton verdi ve şıkları oylattı. Katılımcıların % 85’i “siyasi etki olmadan olmaz” diyordu! Hemen kürsüye çıktım. 650 yönetici vardı. Şu soruyu sordum: “Atamasında benim imzam olmayan kaç kişi var?” Sadece bir kişi el kaldırdı. O da hukuk müşaviri bir hanımdı. “Yüzde 99.9’unuzun atamasında benim imzam varsa, bana kim telefon ettirdi, kim torpille atandı?” diye sordum. Ses çıkmadı. Toplumun şartlanmışlığı kendini belli ediyordu. Daha sonraki konuşmalarımda da “Kimseye borcunuz yok, hakkınızla girdiniz, bunlara itibar etmeyin” demeye devam ettim ama bu algıyı silmek çok zordu.

MACERA ARAYAN ELENDİ

● THY’de insan kaynakları konusunda yaptığınız değişikliklerden örnekler verebilir misiniz?

Kabin eğitimlerini iki haftadan 60 güne çıkarmış; işbaşı eğitimlerine ağırlık vermiştik. Bir gün Dubai’den Singapur Havayolları’yla yurda dönüyordum. Hizmet kalitesini gözlüyordum. Dünyada kabin içi personel hizmetinde en iyisi Singapur idi. Dikkatli incelemem bir yolcunun ilgisini çekmiş. Yanıma geldi, “Nasıl hizmet?” diye sordu. Uzakdoğu’da otel sahibiymiş. Bana “THY bu kaliteyi tutturamaz” dedi. “Neden?” diye sorunca şöyle dedi: “Siz zengin ailelerin kızlarını hostes yapıyorsunuz. Babasına su getirmemiş kişi yolcuya nasıl davranır? Bunlar Bangkok’un arka sokaklarından seçilip iki yıl eğitilir. Yolcu şikâyet ederse geldiği yere döneceğini bilir. Asla hata yapmaz. Seni memnun etmeden uçaktan indirmez.” Haklıydı. Dönüşte hostes alım kriterleri üzerine çalışmaya başladım. Ailesi zengin veya yüksek makam sahibi anne-babaya sahip olmayı elenme sebepleri arasına koydum. “Neden hostes olmak istiyorsun?” sorusunun cevabı “yeni yerler, macera vs.” ise bu da elenme nedeniydi. Bu işi bir geçim kapısı olarak görenler, meslek olarak benimseyenler girmeliydi. Alımlarda psikolog istihdam ettik. Erken parlayan, agresif olanlar da eleniyordu. Bu kriterler kabin sistemimize inanılmaz katkı sağladı.

● Airbus ile Boeing arasındaki rekabetten fazlasıyla istifade ettiğinizi biliyoruz. Bir keresinde uçak ihalesine çıkacaktık.

İhale kanununda bizi zora sokan maddeler vardı. Konuyu görüşmek için İhale Üst Kurul Başkanına gittim. Kendisini önceden tanıyordum. Konuyu görüşürken çok kuralcı davranıyordu. Kanunda iktisadi bütünlük kuralı vardı. Bir yolu bulundu ve ihaleye çıktık. %70 Airbus, %30 Boeing alma kararı alındı ama kıyasıya rekabet vardı. Genel Müdür komisyonla görüşmeleri yapıyordu. Airbus’tan hatırı sayılır bir indirim aldık. Finali yapmak için Ankara’ya, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın makamına gittik. Orada da uzun pazarlıklar oldu. Pazarlıklar yönetim kurulu huzurunda yapılıyordu.

Bu pazarlıklar esnasında Airbus Türkiye temsilcisi kalp spazmı geçirdi. Sonuçta, çok iyi fiyatlara anlaştık; ayrıntılar kalmıştı. Başbakan Erdoğan, Fransa’ya gidiyordu; anlaşma da orada imzalanacaktı. Biz de Paris’e yollandık, gece geç vakte kadar ayrıntılarda da sıkı pazarlık ettik. Airbus’un temsilcisi “Artık hiç verecek param kalmadı” deyip cüzdanını önüme koydu. Ben de cüzdanındaki kredi kartını çıkardım, “Buradan çekin” dedim. Sabaha karşı anlaştık.

● Yolcularla ilgili unutamadığınız bir hikâye aktarabilir misiniz?

Kabin övgüyü de sitemi de, şaşkınlık verici hikâyeleri de yaşadığınız bir yer. Bunların bir kısmını ya bizzat tecrübe ettim ya da dinledim. Bir gün bir e-posta geldi. Özetle şöyleydi:

“Paris’te hanımla beraber havalimanına geldik. Uçakta ikinci sırada oturuyorduk. Hemen önümüzde beyaz elbiseli biri hostese uygunsuz sözler söylüyordu. Hostes hanım sinirli bir şekilde arkaya doğru gitti. Kendisini çağırdım. ‘Bu adam kim, nasıl böyle konuşabiliyor?’ diye sordum. İlgili kişinin pilot olduğunu öğrenince ‘Bu adam mı bizi uçuracak?’ dedim. Hostes pilota konuyu aktarmış. Pilot da beni istenmeyen yolcu ilan etti, ben de uçaktan inmek zorunda kaldım. Şikâyetçiyim.”

E-postayı atan kişi telefon numarasını da yazmıştı. Aradım. Adam e-postada yazdıklarını ayrıntısıyla tekrar etti. Kendisine konuyu araştıracağımı söyledim ve döneceğime söz verdim. Başpilot Asaf Bora’yı çağırdım. E-postayı okuttum, güldü. “Bu pilot arkadaşı tanıyorum ve böyle bir şey yapacağına asla inanmıyorum, ama araştıralım” dedi. Konuyu incelettik. Paris müdürüne yapılan ihbar ve araştırmalarla gerçeği öğrendik. Yolcunun “şeytani” bir planla kendisini uçaktan attırdığı, böylelikle seyahatte beraber olduğu eşi Türkiye’ye dönünce, kendisinin Paris’te sevgilisi ile kaldığı ve ertesi gün de onunla beraber Türkiye’ye döndüğü anlaşıldı. Bir taşla iki kuş vurmak istiyordu. Hem sevgilisiyle birlikte olmuştu, hem de THY’den bir özür ve ücretsiz bilet almak niyetindeydi. Kendisini aradım, tespitlerimizi anlattım, şaşırdı. “Şikâyetinize resmi cevabı evinize göndereceğim” dedim, gevelemeye başladı ve tabii adresini vermedi.

● Birçok farklı alanda hizmet alınan bir kurumda aklınızda kalan bir hizmet alımı var mıdır?

THY’nin hızlı büyümesi, uluslararası hizmet satan şirketin ilgisini çekiyordu. Başkanvekiliydim. Genelde gereksiz hizmet alım taleplerini onaylamıyordum. Uluslararası bir şirket “uçak yakıtı nasıl alınır” konulu bir eğitim vermek istiyordu. Ben reddedince Candan Bey’e ulaşmışlar. Eğitim için 450 bin dolar istiyorlardı. Candan Bey “Neden reddettiniz?” diye sordu. “Keçiboynuzu...” dedim. Çok faydalı ve ihtiyacımız olan bir eğitimmiş. “Gelsinler, beni ikna etsinler” dedim. Geldiler. Bana eğitimin önemini anlattılar. Dinledikten sonra şirket yetkilisine “Şimdi bize bu eğitimi vereceksiniz, bizi bir davranış kalıbına sokacaksınız, sonra da petrol satanlara gidip ‘Havayolu şirketine nasıl yakıt satılır’ onun dersini vereceksiniz. Sizin yaptığınız şey, eller açık oyun oynamaya benzer” dedim. Adam beni tebrik etti ve “Bunun üzerine diyeceğim bir şey yok.” dedi.

"UÇAĞIN EN GÜVENLİ YERİ BURASI”

● Bir uçuş hatıranızı anlatabilir misiniz?

Ankara’dan dönüyordum. Alana yaklaşınca, bir önceki uçağa yetişebileceğimi fark ettim. Hemen yer sordum, business’ta yer yok dediler; ben de “overbook” yapmalarına müsaade etmedim. Ekonomide en arka koltukta boş yer vardı. Orayı istedim. Uçağın en arka koltuğuna oturdum. Yan koltuktaki yolcu beni tanıdı. “Siz THY’nin başkanı değil misiniz? Neden burada oturuyorsunuz?” dedi. Şimdi durumu anlatsam inanmayacak, mütevazılık gösterisi yaptığımı düşünecekti. O bakımdan “Sebebini söylerim, ama kimseyle paylaşmayacaksınız” dedim. Söz verdi. “Uçağın en güvenli yeri burası!” dedim. Şaşırdı. Pek inanmadı ama inene kadar sohbet ettik. Bu aslında o güne mahsus değildi. Uçaklarda business class’ta yolcu varsa, ben ekonomiye geçerdim.

İşte deve olayının içyüzü...

● Zamanında çok yazıldı çizildi. Deve hadisesini hatırlayalım mı?

13 Aralık 2006 tarihinde THY’deki ofisimde oturuyordum. Candan Bey yurt dışındaydı. Başkanlığa ben vekâlet ediyordum. Aniden “deve kurban etme” haberleri gelmeye başladı. Şaka zannettim. THY Teknik Genel Müdür Yardımcısı İsmail Demir’i aradım. Durumu anlattı. Çok kızdım, “Parayı kim verdi?” dedim. “THY” dedi. “THY’den 1 TL ödetmem, kendi aranızda halledin, böyle rezalet olur mu?” dedim. Ödeme avans makbuzunu iptal ettiler. THY Teknik Genel Müdürü Şükrü Can’ı aradım. Saf, temiz ve becerikli bir arkadaştı. Çalışanlarla çok iyi iletişim kurar, herkesin derdiyle ilgilenirdi. Her şeyden önce mesleğinde çok iyiydi. “Böyle bir iş oldu, bu şekle gireceğini tahmin edemedim” dedi. Uçuştan çekilen ARJ uçaklarının iade şartları, kiralama kontratında çok ağırdı. İade neredeyse imkânsızdı. Şükrü Can ve ekibi bu zor meseleyi dert edinip, THY’yi bu yükten kurtarmak için gerçekten çok emek verdiler. Şükrü Bey bu çalışma esnasında, çalışan ekibi teşvik için “Başarırsak deve keseceğim” diye latife etmişti. Çalışanlar da son uçak iade edilince bu sözünü hatırlatmışlar ve nihayette olay gerçeği dönüşmüş, deve kurban edilmişti. Olay basında haber rekorları kırıyordu. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek aradı, konuyu sordu. “Sayın Bakanım bu kadar öküzün olduğu yerde yanlışlıkla deve kesilmiş!” dedim, kısaca bilgi verdim. Haber tüm dünya basınında çıkmıştı. Yönetim Şükrü Can’ı “kurban etti”. Diğer sorumlularla ilgili işlem yapılmadı. Kendisini Londra’ya gönderdik ancak kamuoyu işin üzerine gitmeye devam ediyordu. Sonunda Şükrü Bey şirketten ayrıldı. THY için büyük kayıptı.

DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK-DÜNYA GAZESİ

Editör: HABER MERKEZİ