Ne güzel günlerdi o günler!

Abone Ol

O gün her iki takımda çok iddialıydı!

Bugüne kadar çok fazla futbol maçı yapmışlardı ama bu maç her iki takım içinde önemliydi. 

Köyün mahalleleri arasındaki bu maçlar aynı zamanda Çayeli Senoz Vadisi Köylerinden olan “Yeşiltepe, Kaptanpaşa, Ormancık ve Uzundere Köyleri” ile bayramlarda yapılacak köyler arası maçlar için bir nevi seçmeydi!

İki mahalle ya “Kokumeri’de” bulunan ilkokulun bahçesinde ya da Yukarı ki Mahallede bulunan ve “armutluk” denen her çeşit meyve ağacının bulunduğu yerde maçlarını oynardı.

O gün kar lapa lapa yağıyordu Başköy’de.

Gürgen, karaağaç, erik, kiraz, elma, armut ağaçları, sahanın değişik bölgelerinde birer oyuncu edasıyla ve bembeyaz formaları üstlerinde iki mahalle arasında oynanan futbol maçının tam içindeydiler!

Takımlar yer yer büyük kaya parçalarının da olduğu karla kaplı zemini olan sahaya çıkmıştı. 

Her iki takımda taraftarı tezahüratlarıyla takımlarını teşvik ediyorlardı!

Oyuncular ve taraftarlar maç başladığından bu yana, bire bir maçı aynı anda yaşıyorlardı. 

Bazen bunlara elma ağacı bazen de armut ağacı eşlik ediyordu. 

Öyle ki; armut ağacıyla paslaşarak gol atan birçok oyuncuda olabiliyordu. 

Kar hızını hiç kesmiyor ama oyuncularda kara inat performanslarından hiçbir şey kaybetmiyorlardı!

Sahanın tümü karla karışık bir balçık tarlasına dönüşmesine rağmen oyuncular inatla galip gelmek için tüm güçlerini sahaya yansıtıyor dışardan gelen, taktik ve tezahüratlarla ter akıtmaya devam ediyorlardı. 

Sahanın hakemi oyuncuların tümüyle beraber, içlerinde yaşça en büyük ve adaletinden şüphe duyulmayan bir kişiydi.

Her pozisyonda ufak tefek tartışmalar olsa da genelde harareti düşürücü tavırlar dışardan maçı takip eden seyircilerden geliyordu. 

Aslında ne yalan söyleyeyim bazen de seyircilerin gazıyla oyuncuların birbirleriyle pozisyon icabı tartışmaları olmuyor da değildi.

Olağanüstü şartlarda devam eden maç, iki takımında karşılıklı attığı yâda kaçırdığı gol düellosu şeklinde devam ediyordu. 

Devre de “3-3” beraberlik vardı. 

Kısa bir moladan sonra ikinci yarı da başlamıştı.

2. yarı yine yüksek bir tempoda ve sahanın kenarındaki tümseklerde yâda ağaç dallarının üzerinde oturan seyircilerin heyecanlı tezahüratıyla başlamıştı. 

Kar yağışı hızını daha da artırmıştı. Fakat oyuncularının umurunda değildi bu durum ve maçı bırakmaya da hiç niyetleri yoktu. 

Kar şiddetini artırmış olsa da sahada yürüyecek durum olmasa da bu maçın bir galibi mutlaka olacaktı! 

Öyle ki; zaman zaman seyirciler futbolun oynanmadığı sahanın değişik yerlerine girerek taze yağan karı ezip düzleştiriyorlardı.

Lapa lapa yağan karın ve iyice Başköy Köyünün üzerine çöken sisin içerisinde oynanan “Yukarı ki Mahalle-Aşağı ki Mahalle” maçı bu atmosferde oynanmış ve maç bitmişti.

Maçın sonucunda “7-6” galip gelen takım “yukarı ki mahalle” olmuştu. 

İlk defa “yukarı ki mahalle” “aşağı ki mahalleyi” yenmişti bir gol farkla da olsa!

Üstü başı tabiri caizse batmış olan “aşağı ki” mahalleliler bu halde evlerine gitmediler. 

Onları, bir zafer kazanmış edasıyla “yukarı mahallenin” gençleri evlerine davet etmişlerdi. 

Herkes; yani yenende yenilende maçı izleyen akranlarıyla birlikte “Müftünün Evinde” toplanmıştı. Önce evin girişinde bulunan “kurnanın” önüne kuyruğa girerek olabildiği kadar üst baş yıkanarak temizlenmiş sonra “H/Ğayata” girilerek yanan “pilitanın(sobanın)” önünde bir güzel el ve ayaklar ısıtılmıştı.

O güzel günlerde orada kimler yoktu ki. Onların bir kısmını buradan yad etmek isterim.

Çok erken kaybettiğimiz Musa Baldaş, Enver Bilgin ve Ömer Alemdar Abilerimizden daha sonraları kaybettiğimiz Mustafa ( Şeyhoğlu ) , Temel ( Harabet ) , Hüseyin ( Kahraman) , Mustafa ve İsmail (Hacımusa),sevgili kardeşim Süleyman Yılmaz, Yağcı Adnan Abilerimiz (Mekanları Cennet olsun), İshak, Hasan, İsmail, Ahmet, Osman, Ali, Şaban, Yahya, İbrahim, Mustafa, Numan, Muhammet,  Reşit, Muhammet(Rozi), Kasım, Süleyman ağabeyler ve daha genç olanlarımız hep birlikte bir daha yaşanması imkansız o güzel günleri yaşadık Başköy’de. 

İşte bu saydığım kişilerin büyük bir kısmıyla o günde birlikteydik ve maçtan sonra kurulan yer sofralarına birlikte bağdaş kurup oturduk.

Hazırlanan yer sofrasındaki; “muhlama, lahana çorbası, bulgur pilavı ve süzme yoğurtla” acıkan karınlarımız bir güzel doyurulmuştu. 

Yemekten sonra çay demlenmiş ve hep birlikte içine atlan gürgen odunuyla yanan pilitanın önünde maçın kritiği yapılmaya başlanmıştı.

Şu kişi bugün daha iyi oynadı, falanca biraz faullü oynadı, kim kaç gol attı gibi değerlendirmeler yapılırken, birden takımların oyuncu sayıları ile ilgili çok enteresan bir gerçek ortaya çıktı!

Bugün bile hatırlayınca insanın yüzünü tebessüm ettiren şu gerçeği fark etmiştik.

Meğer “Yukarı Mahalle” oyunu yedi kişi oynamış. Maç esnasında tipi ile yağan kar ve oyun alanının içindeki ağaçların fazlalığından dolayı bu durumu ne oyuncular ne de maçı izleyen seyirciler fark etmişti!

Normalde “7’ye 7” oynanması gereken maçın sonucu da “7- 6” “yukarı ki mahallenin” lehine sonuçlanmıştı! 

Bu gerçek ortaya çıktığı zaman “Ğeyet’te(salon)” ki kahkahayı ve havada uçuşan esprileri görmenizi isterdim.  

Yıllar önce yazdığım ve okuyan herkesi tebessüm ettiren bu muhteşem hatıramızı yeniden genişleterek yazmamdaki sebep, geçen yıllar içerisinde hikâyenin kahramanlarından olan birçok abimizi kaybetmiş olmamızdan dolayıdır. 

Bu muhteşem hatıramı yazdıktan sonra; Mustafa Bilgin, Temel Yılmaztürk, Hüseyin Yılmaz, Mustafa ve İsmail Baldaş abilerimi ve Süleyman Yılmaz kardeşimi kaybetmiştik.

Şimdide maalesef kovid19’a yenik düşen sevgili amcaoğlu Adnan Yağcı Abimizi kaybettik.

Genç denecek yaşlarda köyümün bu değerli insanlarının kaybettik ve teknolojiden oldukça uzak, sade, huzurlu ve mutlu çocukluk ve gençlik günlerimizden kalan güzel bir anıyla onları yad etmek istedim. 
Mekanları cennet olsun.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.