Yeni yayın dönemiyle birlikte birçok dizi televizyon ekranlarında izleyicisiyle buluştu. Bunlardan biri de 16 Eylül günü Kanal D de yayınlanan “Fatmagül ün Suçu Ne?” isimli diziydi. Dizide doğada bayırda gezen, süt sağan, koyun otlatan ve elbiseyle suya giren bir çoban kızı olan Fatmagül ün, kaşlarını aldırıp ağda yaptırarak şehre gitmesi ve tecavüze uğraması anlatılıyordu. Ama dizi de en fazla izlenen sahne ne hikmetse Fatmagül’ün tecavüze uğradığı sahneydi. Sahne öyle ince ve süslenerek anlatıldı ki onu izleyen birçok kimsenin utançtan yüzü kızardı.17 Eylül de ise Hürriyet gazetesinin ikinci sayfasında bu olay, “Fatmagül ün dört gencin tecavüzüne uğradığı sahne Türkiye’yi ekran başına kilitledi” ve “İşte Fatmagül’ün tecavüzcüleri” diye kendine yer buldu. Böyle bir sahnenin dizide varlığı bir tarafa onun böyle uzun tutulması yine bir tarafa bir de gazetede onca haber dururken bu şekilde magazine edilmiş olması kantarın topuzunun kaçtığı andır. İşte bu ciddiyetsizliğin, ilkesizliğin, vurdumduymazlığın ve reyting uğruna gözü dönmüşlüğün en çarpıcı örneğidir. Kadın haysiyetine ve kişiliğine karşı vicdanın dibe vurduğu yerdir.

 Dünyada acaba kaç televizyon kuruluşu Türkiye’deki kadar halkının büyük çoğunluğunu oluşturan insanların değer yargılarına karşı bu kadar duyarsız davranabilir? Para ve reyting gibi maddi çıkarlar uğruna namus ve ahlak gibi manevi değerleri istismar edebilir? Bu kadarı dünya kapitalizminin başkenti Amerika’da bile olabilir mi?

 Fatmagül karakterini canlandıran Beren Saat isimli sanatçıyı birçok kişi Aşk ı Memnu dizisinde Behlülle bir olup kocası Adnan Beyi aldatan Bihter karakteriyle hatırlayacaktır. Bihter karakteri o dizide bu defa Adnan Bey tarafından yatak odasında tecavüze uğruyordu. Bu tür rolleri oynamak bir sanatçıya ne kazandırır bilinmez ama onu izleyen insanlara çok şey kaybettireceği bir gerçek. Kimse, “İstemeyen izlemesin kardeşim” ya da “Sanatçılar senaristlerin yazdıklarını oynar kendi başlarına inisiyatifleri yoktur” bahanesi arkasına sığınmasın. Aynı ülkede yaşıyorsak, aynı hayatı paylaşıyorsak dahası birlikte aynı gemide yol alıyorsak birbirimizin değerlerine saygı duymasını da öğreneceğiz. Huzur ve barış içinde yaşamak için saygı asgari gerekliliktir. Eğer bu saygı esirgenirse kanalından yapımcı şirketine, yönetmeninden oyuncusuna herkes bu ayıptan ortaklaşa sorumlu olurlar.

Meselenin hukuka, topluma ve eğitime bakan farklı boyutları vardır. Şöyle ki tecavüz suçu bütün toplumlarda olduğu gibi biz de bizzat ceza kanunlarımızda cinsel saldırı suçu olarak düzenlenmiş ve ağır müeyyidelere tabi tutulmuştur. Bu müeyyidelerin koruduğu değer kişi dokunulmazlığı ve kişi bütünlüğüdür. Bu eylemi suç olarak tanımlayan irade ise kanun koyucu irade olarak TBMM dir. Cezalandırılması onun toplum yaşamını tehdit eden bir kötülük olmasındandır. Suç olan eylemler afişe edilmezler, mücadele edilerek ortadan kaldırılırlar. Tecavüz gibi şüyuu vukuundan betere bir suçu izleyenin gözüne sokar biçimde yayınlamak en basitinden kanun koyucu iradeyi önemsememek ya da hiçe saymak demektir.

Toplumsal açıdan baktığımızda kadının istismar edilmesi gerçeğiyle karşılaşırız. Ülkemizde kadın nüfusu erkek nüfusuyla kıyaslandığında oranca müsavidir. Kadınlar ekonominin nerdeyse her sektöründe erkekler gibi ve erkeklerle hayatlarını kazanmaya çalışıyorlar. Kadına karşı şiddet bir ayıp ve insan hakları ihlali olarak önümüzde uzun süreden beri duruyor. Uluslararası alanlarda başımızı ağrıtıyor. Devlet bunun önüne geçmek için sivil toplum kuruluşları işbirliği halinde kampanyalar düzenliyor. Bu alanda bir dizi faaliyet sürdürüyor. Tecavüz olarak isimlendirilen fiil kadına karşı şiddetin en ileri şeklidir. Fiziksel şiddetin bile kötü de olsa bir ahlakı varken bunun yoktur. İradenin rızaen iptal edildiği, tam bir cinnet hali insanlıktan çıkma halidir. Kadının kişiliği ve cinselliğine karşı hoşgörüsüzlüğün en aşağı düzeylerde ifadesidir tecavüzdür. Bunu yapanlar ne kadar suçlu ise bunların film formatında bile olsa yayımlanması kadın cinsine karşı saygısızlığın en dik alasıdır.

Üstelik köyden kente göç halen ülkemizin bir gerçeğidir. En ücra köylerde bile mevcut bulunan dijital çanak antenlerle bu görüntülere ulaşan insanlar göç etmeyi düşünüyorlarsa acaba şehir ve şehirliler hakkında ne düşünürler? Şehirlerde yaşayan insanların en son isteyeceği şey herhalde “Tecavüzcü Coşkun” ya da “Nuri Alço” imajlarının üzerlerine giydirilmesidir.

Bunlar bir tarafa Fatmagül’e karşı bu suçu işleyen kişilerin cezasız kalması gerçekle sanal olan arasındaki ayrıma varamayan genç dimağları nasıl etkileyeceği iyi düşünülmelidir. Çocuk ve genç beyinlerin bu sahneleri bilinçaltına kodlayacakları, verilen mesajları genelleyerek arkadaş ortamlarında üzerinde sıkça konuşarak içselleştirecekleri ve kadın cinsine karşı şiddeti istekleri için bir araç olarak görecekleri uzak ihtimal değildir.

Bu yaşananlar bir vurdumduymazlık örneği olarak insana Mevlana’nın bir hikâyesini hatırlatıyor.

 Mesnevide anlatılan bu hikâyeye göre anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi, bir sağıra

“Komşun hastalanmış, haberin yok mu?” Demiş.

Sağır kendi kendine;

 “Bu sağır kulakla, o hastanın ne dediğini ben nasıl duyar ve anlarım? İnsan hasta olunca sesi de kısılır, zayıf çıkar. Bu durumda onun sözlerini hiç anlayamam, ama komşum olduğu için mutlaka gitmeliyim.” Diye düşünmüş. Kendi içinden kendiyle konuşmaya başlamış;

“Onun dudaklarının kımıldadığını görünce ne dediğini tahmin yoluyla kıyasla anlamaya çalışırım.

Evvela nasılsın ey benim dertli komşum derim? O da elbette karşılık olarak iyiyim, hoşum diyecektir.

Ben, Allaha şükürler olsun derim. Sonra ne yemek yedin diye sorarım, o da şerbet içtim yahut çorba içtim der.

Ben de sıhhatler afiyetler olsun derim. Peki, hekimlerden kim geliyor? Kim bakıyor? Diye sorarım. O da filan geliyor, diye cevap verir.

Ben, o hekimin ayağı çok uğurludur. İyi ki onu çağırmışsınız, o gelince işler yoluna girdi demektir. Derim.

Ayrıca bir de o hekimin ayağının uğrunu deneyin. O hangi hastaya gitmişse muratlar hâsıl olmuş, hasta sağlığına kavuşmuştur derim. ”

O saf adam, aklınca bu tahmini konuşmaları bu kıyaslamayı bu soru ve cevapları tasarladıktan sonra kalkmış ve hastayı ziyarete gitmiş.

“Nasılsın?” diye sormuş. Hasta çok fenayım, ölüyorum” deyince sağır komşusu:

”Allaha şükürler olsun” demiş. Hasta bu söze çok incinmiş ve hayli canı sıkılmış.

“Bu ne biçim şükür? Şükrün sırası mı şimdi? Demek ki bu komşu bizim ölmemizi istiyor?”diye düşünmüş.

Sonra aynı sağır hastaya;

“Ne yedin?” diye sormuş. Hasta;

“Zehir, zıkkım” diye cevap vermiş. Sağır;

Afiyetler olsun” deyince hastanın üzüntüsü büsbütün artmış.

Bundan sonra da “Derdine çare bulmak için hekimlerden kim geliyor? Seni kim tedavi ediyor?” diye sormuş.

Hasta;

“Azrail geliyor ama sen de buradan defol git” diye söylenmiş.

Hastanın söylediği hiçbir şeyi duymayan sağır;

Onun ayağı çok uğurludur, o geldiği için sevin, neşelen” cevabını vermiş.

Sağır evden çıkmış ve sevinçli bir şekilde,

“Şükürler olsun böyle rahatsız bir zamanında komşumun halini hatırını sordum gönlünü aldım” demiş.

Hasta ise;

“Meğer bu adam bizim can düşmanımızmış, cefa kaynağı olduğunu bilmiyormuşuz” diye aklından kötü şeyler geçiriyor ona kıracak, onu küçük düşürecek sözler, hakaretler göndermek istiyormuş.

Başa dönecek olursak “Fatmagül ün Suçu” trajik hikâyesinin sağır kişiler tarafından yanlış biçimde kaleme alınmasıdır. Aslında suçlu olan Fatmagül de değildir.

Editör: HABER MERKEZİ