Uzun zamandır günlük siyaseti yazmıyor/yazmak istemiyorum!

Çünkü bende, bir kısım duyarlı insan gibi, günlük siyasetin ülkemizin diğer önemli meselelerini gölgede bırakıp unutturarak “çözümsüz kalmasına” yol açtığı düşünmekteyim.

Bugüne kadar olduğu gibi bugünde hayata siyasetin merkezinden bakmıyor, günlük siyasetten olabildiğince uzak kalarak “siyaset üstü” yazılar yazmaya gayret ediyorum.

Çünkü, uzun zamandır, sevinç ve hüzünlerimizi, kişisel kaygılarımızı, vaktimizi, akraba ve dostlarımızı bizden çalmaya başladığını düşünüyorum siyasetin.

Bu yüzden günlük siyasetten olabildiğince uzak kalmaya çalışıyorum dedim.

Günlük siyaset sadece yetişkinleri değil, dünyanın en genç nüfusuna sahip olan gençlerimizi de, umutsuzluğa sevk ediyor.

Maalesef ülkemizdeki siyasetin dili çok mütecaviz!

Onun için günlük siyasetin içinde olmak, gereksiz tartışmaların tarafı olmaktan uzak durmak gayretindeyim.

Elbette, siyaset yapmak nasıl ki bir özgürlük ve niyet meselesiyse, siyasetten olabildiğince uzak kalmakta bir seçenektir.

İnsanların bu duruşuna da saygı duymalıyız.

Günlük siyasetten uzak kalmak Türkiye gibi her şeyin göbekten siyasete bağlı olduğu bir yerde zordur bunun bilincindeyim.

Buna rağmen günlük siyasetin “karanlık dehlizlerine” girmeden seçeceğimiz yöneticileri tarafsız bir gözle irdeleyerek tanımak, değerlendirmek ve seçmek ise ülkemize karşı sorumluluğumuzun bir gereğidir

Hepimiz farkındayız ki; din-siyaset ve spor tartışmaları ülkemiz insanının olmazsa olmazdır.

Kendi liderinin ve partisinin yanlışını göremeyip onu öven ama karşısında diye doğru iş yapan parti ve liderini eleştirmek günlük siyasetin en kötü taraflarındandır.

Keza, kendi futbol takımının hocasını ve oyuncularını eleştirmeyip tüm suçu rakibe havale eden futbol taraftarı da aynı durumdadır.

Ve tabii ki kendi dini cemaati ve onun temsilcisi olan insanlar asla eleştirilemezdirler!

İktidar olmak için her yolu mubah gören siyasetçinin yaptığı yanlışları alkışlamak sizi bilmem ama bana göre ikiyüzlülüktür.

Siyaset yapanlar dün söylediklerini bugün yalanlamamalıdır.

Siyaset yapanlar, erdemli ve liyakat sahibi olmalıdırlar.

Benim gibi düşünüyor ve bu ilkeler ışığında konuşup yazıyorsanız, kesinlikle kendi akrabalarınızdan, dostlarınızdan ve yakın çevrenizden, her dini, siyasi ve spor tartışması sonucu mutlaka kırgınlıklar yaşadığınızı biliyorsunuzdur!

Ve bu tartışmaların sonucu olarak birbirinizden uzak kalmak için de gönüllü olmayı çoktan düşünmeye başlamışsınızdır!

Şu tespitimi yabana atmayın isterim.

Günlük yoğun siyasi gündemi takip etmek ve tartışmak insanın ruh sağlığını bozarak bizi mutsuz etmekle kalmaz, çevremizdeki insanlarla da aramızın bozulmasına sebep olur.

Bu yüzden öncelik her zaman kendi gündemimiz olmalıdır.

Elbette siyasetten uzak kalmayalım, ama bizim ülkemizdeki siyasetin en hafif tabirle “ikiyüzlülükle” eş değer olduğunu asla unutmayalım!

Siyasetle ilgili bu kadar olumsuz cümle ettikten sonra şimdi yeni siyasi durumla ilgili yine de günlük siyasetin kirli ortamına girmeden bir iki kelam edebilirim!

Çok yakın bir zamanda ülkemizde bir seçim var.

Cumhur ittifakının adayı çok önceden belli olduğu gibi Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Millet ittifakının adayı ise Kemal Kılıçtaroğlu oldu.

Yaklaşık bir yıldan fazladır altı parti bir masa etrafında oturarak yapılacak seçimlerde, ülkemiz için ortaya koyacakları projeleri konuştular.

Değişik düşüncelere sahip siyasi partilerin bir araya gelip memleket meselelerini konuşmasını çok önemsediğimi belirtmek isterim.

Altı siyasi partinin bir araya gelip diyalog kurması toplumda büyük beklentiler oluşturdu.

Yeniden parlamenter sisteme dönmek düşüncesi, altılı masanın en önemli ortak projelerinden birisi olarak ortaya çıktı.

Tüm ülkeyi kucaklayacak ortak aday arayışı da altılı masanın önemli görevlerindendi.

Kamuoyu aylarca bir beklentiye girdi Millet ittifakının adayı konusunda.

Bu beklentilere karşılık, altılı masadan gelen cevap mealen şuydu;

“adayımızı açıklamıyoruz, çünkü kamuoyu tarafından yıpratılmasını istemiyoruz!”

Millet ittifakının adayı açıklanınca bir de baktık ki, yıpranmasın diye bugüne kadar açıklamadıkları o isim Recep Tayyip Erdoğan’a karşı girdiği bir düzine seçimi kaybeden Kemal Kılıçtaroğlu imiş.

Sadece son yerel seçimlerde İYİ Partinin desteği ile Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok önemli büyükşehir başkanlığını kazanan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, altılı masanın kendisini aday göstermesi mücadelesini kazanmış oldu!

Altılı masanın ikinci büyük partisinin genel başkanı Meral Akşener, Kılıçtaroğlu’nun adaylığına karşı çıkınca, yeni bir formül geliştirilerek Ankara ve İstanbul Belediye Başkanları da seçimden sonra, tıpkı diğer parti genel başkanları gibi uygun görülen bir tarihte “Cumhur Başkanlığı Yardımcılığı” görevine getirilecekler.

Hâlbuki bu formül gündeme gelmeden önce Meral Akşener bu iki ismi Cumhurbaşkanı adayı olarak altılı masanın gündemine getirmiş, kabul görmeyince kendisi masayı terk etmiş ve yaşanan süreci kamuoyu ile paylaşmıştı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mahsur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığına neden aday olamazlar konusundaki itirazı mealen şuydu;

“Yıllar sonra İstanbul ve Ankara Belediye Başkanlıklarını kazandık bu illerimizibir daha kaybedersek millet bizi affetmez! Onun için belediye başkanları görevlerinin başındadırlar…”

İki günde ne değişti ki; kendi adaylığının kabul edilmesi sonucu belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı yardımcısı olmalarını kabul etti!

Bir yıl aday yıpranmasın diye açıklama yapmayıp, bir yıl sonra gözümüzün önünde yaşanan bu “tutarsızlıklar” ve “ilkesiz duruş”;altılı masanın, eğer iktidara gelirlerse, ileriki günlerde çeşitli konular özelinde tartışmaların odağında olacağını ve bu durumunda ülkemiz açısından hiçte iyi olmayacağını görebilmekteyiz.

Benim gördüğüm şudur.

Bu kararda; bugüne kadar eleştirdikleri koltuk sevdası vardır, tutarsızlık vardır, hayal kırıklığı vardır, sözünde durmamak vardır.

Bütün bunlara karşı ise; milletin hassasiyetleri yoktur!

Son olarak “günlük siyasetin” dışına çıkarak “büyük siyaset” bağlamında nihai düşüncemi ifade etmek isterim.

CHP Genel Başkanına karşı özel bir rezervim yok bunu herkesin bilmesini isterim.

Aksine, çok mütevazı, kibri olmayan halktan birisi olduğunu düşünüyorum.

Sadece, Kemal Kılıçtaroğlu’nun, Türk Milletini ve Türk Devletini yönetecek donanıma sahip olmadığını görüyor ve buna inanıyorum.

Kılıçtaroğlu CHP Genel Başkanı olduğunda da o koltuğu dolduramayacağını düşünmüştüm!

Bu yüzden, bir partinin genel başkanlığını dahi yapamayacağına inanmadığım bir kişinin, Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük bir geçmişe sahip devleti yönetebileceğine inanmam söz konusu değildir.

Zira; Türk’ün toprağına, Türk’ün kimliğine, Türk’ün varlığına, Türk’ün diline, “emperyalist taarruz” dün olduğu gibi bugünde kesintisiz bir şekilde devam etmektedir!

Anadolu Coğrafyasındaki varlığımızın devam etmesi için, bu taarruzlara büyük bir kararlılıkla ve dava şuuru ile göğüs gererek siyaset üretecek kadrolara ihtiyacımız var.

Bu yüzden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığına karşı rezervlerimin olduğunu ve içime sinmediğini açık yüreklilikle ifade etmek isterim.

Meseleye benim bakış açımla yaklaşanların bu seçimde bir adayın lehine karar vermelerinin de çok zor olduğu belirtmekte isterim!

Ülkemiz yakın zamanda tarihin en büyük depremi ile sarsıldı.

Binlerce vatan evladını kaybettik, neredeyse şehirlerimiz yok oldu.

Bu ortamda Cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarından saygılı bir kampanya beklemek millet olarak en tabii hakkımızdır diye düşünüyorum.

Umarım daha önceki seçimlerde kullanılan “zehirli dil” bu seçimlerde adaylar tarafından kullanılmaz ve zaten zor günler geçiren milletin daha da kutuplaşmasına zemin hazırlanmaz!

Yine de son karar Türk Milletinindir.

Şimdiden, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilli seçiminin, ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…