Akreple yelkovan birbirini hızla kovaladı, takvim yaprakları hızla koparıldı ve yine bir Eylül ayına ulaştık. Hazana erdik bir daha aslında. Eylül ayı gelip çattığında yadıma memleketim, Çayeli’m düşer. İşimiz gereği bu mevsimde memleketimde olamam ama daha önce bu mevsimde orada geçirdiğim hatıralarla ve memleketimin sonbahar hayaliyle avunurum. Ne güzel olur sonbaharda memleketim. Kimi ağaçlar yeşilini muhafaza ederken, kimileri de sarının ve kırmızının bir çok değişik tonunu yansıtan yaprak renkleri ile bir cümbüş, bir sonbahar düğünü sunarlar. Belki bir yağlı boya peyzajının canlandığını düşünürsünüz. 

Ama Eylül bir başka mevsimi de barındırır içinde. Okulların başlama mevsimi. Okullar öğretmenlerimiz için 1 Eylül, okula yeni başlayacak miniklerimiz için 10 Eylül, diğer öğrencilerimiz için de 17 Eylül 2007 tarihinde başlamış olacaktır. İşte tam bunun arifesinde eğitimde yaşanan değişikliklerin ışığında eğitimin aktörlerini incelememizin faydalı olacağını düşünüyorum.  

Bir kez daha söylemek gerekir; Türkiye ilginç bir ülke. İçinde birçok tezatı barındırırken, bu durumdan da birçok güzellikleri çıkarabilen insanların yaşadığı güzel bir yer. Gerek yeni ilköğretim müfredatı ve gerekse yeni ortaöğretim müfredatı ve sistemleri açıklanırken buna bir kez daha şahit olduk. Getirilmeye çalışılan yeni sistemin temelinde olması gereken bakış açısı aslında bir kısım eğitim - öğretim kurumunda varken, önemli bir kısmın ise bunun çok uzadığında olduğu ilk bakışta göze çarpıyordu. Yetkililer biz bazı okullarımızda varolan anlayışı ve uygulamaları genele yaymak istiyoruz derken, aslında şu çelişkiyi  de kamuoyuna açıklamış oluyorlardı, 'her ne kadar müfredat bazında bir tevhid-i tedrisat varsa da, bakış açısı itibarı ile yurt genelinde bir bütünlük yoktur.' Halbuki işin başladığı nokta tam olarak da burası idi. Aynı çelişkiyi piza sınav sonuçlarının Türkiye ile ilgili bölümü açıklanırken de gördük: 'Genel olarak Türkiye 500 puan ortalamasının altında ama sınava katılan Fen Lisesi, Anadolu Lisesi vs. öğrencilerimizin bu sınavdaki durumu gayet iyi.' 

O zaman doğal olarak şu soruları sormamız gerekiyor:Neden bazı okullarımızda (hatta bazı bölgelerimizde) belli bir seviyeyi yakalayabiliyoruz da, genel eğitim - öğretim durumumuz vahim bir tablo arz ediyor?Neden tüm öğrencilerimize aynı hizmeti götüremiyoruz? 

Tabii ki bu soruların cevabı vardı; 'Doğru olan anlayışı genele yaymamız gerekir. Bütün eğitim ordusunun aynı doğru bakış açısına sahip olması gerekir' diyerek yetkililer sistem değişikliği ile ilgili süreci hem ilköğretimde hem de ortaöğretimde başlatmış oldular. Çok akılcı ve insanın yaratılışına uygun, akademik ve sosyal gelişimi merkeze alan prensipleri içeren (çoklu zekâ eğitimi, öğrenmeyi öğrenme gibi) bu yeni sistemin başarılı olmasının çok doğal bir şartı vardır; bu sistem içinde dolaylı veya direk görevi olan tüm aktörlerin rollerini yerine getirme seviyeleri, sistemin yerleşme hızını, sonuçlarını ve başarısını doğrudan etkileyecektir. Bizce bu hızı arttırmak için her taraf, etkileme imkanı olan aktörleri olumlu olarak etkilemeye ve yönlendirmeye çalışmalı, böylece temelde bir çok doğruyu barındıran bu sistemin yerleşmesine katkıda bulunmalıdır. 

Bu hususu biraz daha açabilmek için bahsi geçen aktörleri incelemek gerekir. 

 1.        Kamu Kurumları (M.E.B ve YÖK)      

Sistem değişikliği ile ilgili kararı alarak önemli bir adım atan ve bu konuda ciddi bir kararlılık gösteren M.E.B ne yazık ki aynı başarıyı süreci işletirken gösterememiştir. Özellikle ortaöğretimin yeniden yapılanmasında müfredatı değişen derslerin müfredatının hazır olma zamanı, kitapların yetişmemesi vs. gibi hususlar, eksik bırakılan hususlar olmuştur ki telafisi mümkün hususlardır denebilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki eğitimde telafi olmaz. Yani bu seneyi yaşayan nesillerin kaybettiklerini kolay kolay telafi edemezsiniz. Maalesef Türkiye'de zaman zaman bazı nesillere bu tür piyangoar vurmaktadır. Bu da 'kervan yolda düzülür' mantığından kaynaklanmaktadır. Bu mantık tarihte göçebe toplumlarda faydalı olmuş olabilir. Tarih kitaplarına göre Uygurlardan itibaren yerleşik hayata geçmiş olan bizlerin artık bir işe başlarken tüm hazırlıklarımızı yapmış ve eksiksiz olarak başlama mantığını yakalamış olmamız gerekir. 

Tüm bunlara rağmen M.E.B'nin eksik bıraktığı daha önemli bir husus vardır; Kötü adam rolünü başarıyla oynayan YÖK ile ÖSS konusunda işin başında yapılamayan konsensus. Yeni sistemde var olan mantıkla taban tabana zıt olan üniversiteye öğrenci seçme sisteminde köklü değişiklikler olmazsa daha doğrusu yeni sistemle senkronize hale getirilemezse bu sistemi ortaöğretim kurumlarında çok etkili bir şekilde uygulamak mümkün olmaz. En basit örnek modüler yani geçişli ortaöğretim sisteminde meslek liselilerin üniversite alternatifi açılmazsa bir çok öğrenci bu okulları tercih etmeyecektir. MEB’in hedefi olan meslek liselilerinin oranını arttırma hedefi de başarılamayacaktır. YÖK sınav sistemi ile ilgili 2006 ÖSS'de geçerli olmak üzere bir değişiklik yapmıştır. Ancak bu değişiklik sadece bir konuyu (Lise III’ün konularından soru çıkmaması) kısmen iyileştirmiştir. Yeterli değildir. Bizzat Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK’in ifadesi şudur: “ÖSS’nin kendisi çocuklarımızı katletmektedir.” 

Bu alanda M.E.B'den asıl can alıcı beklenti ilköğretimde olmuştur. OKS de yeni ilköğretim anlayışına (hatta eskisine de) ters bir sınavdır. Bunu düzeltmek de sınavı yapan M.E.B'in elindedir. YÖK engeli yoktur. Yeni getirilen düzenlemede 6,7 ve 8. sınıfların sonunda SBS sınavı yapılacağıdır. Burada sınav sayısı arttırılmış olmakla beraber, sınavın niteliği çok önemlidir. Bu konuyu merakla izlemeye devam ediyor, öğrencilerimizin özellikle de minik öğrencilerimizin test sınavı işkencesinden kurtulacakları günleri iple çekiyoruz.  

2.        Eğitim Yöneticileri

Eğitim yöneticileri yeni yaklaşımların anlaşılmasında ve doğru uygulanmasında en önemli aktörlerdir. Öncelikle kendilerini iyi yetiştirmeleri, gerekli bilgi ve donanıma ulaşmış olmaları gerekir. Özellikle öğretmenlere etkili rehberlik yapmalı mümkün olduğunca konu ile ilgili hizmet içi eğitim imkanı oluşturmalıdırlar. Bunun yanında veliyi işin içine çekme, yönlendirme ve organize etme işlerini de başarı ile gerçekleştirmelidirler. Unutulmamalıdır ki bu yeni süreçte veli çok daha etkili bir halde değerlendirmelidir. Eğitim yöneticilerinin her durumda etkileyen veya etkilenen, anlayan, aktaran konumları rollerini daha önemli hale getirmektedir.  

3.        Öğretmenler        

Öğretmenler de okulda yaşanan eğitim - öğretim sürecinin baş aktörleri konumundadırlar. Anlayış ve bakış açısı itibarı ile yeterli olmayan bir öğretmen kadrosu ile bir çok şeyi başarmak mümkün olmayacaktır. Yeni sistemde öğretmen bir çok önemli özelliği ile karşımıza çıkıyor. Öğretmen, hem eğitim - öğretim yılı için, hem her ders için planlamasını ve hazırlığını çok iyi yapmalıdır. Sınıfta öğrencinin rolünü arttırabilmek için çok etkili bir hazırlık yapmak gerekir. Aynı zamanda öğretmenin çok iyi bir yönetici olması gerekir. Burada önemli olan yöneticilik becerisi, süreci yönetmekle ilgilidir. Hangi branşta olursa olsun öğretmenin öğrencisini çok iyi tanıması gerekir. Yani çok iyi bir rehber öğretmen olmalıdır. Öğrencinin zekâ ve ilgi eğilimlerini doğru tespit etmek için gerekli çalışmaları yapmalı, her öğrencisi için tanıma dosyaları oluşturmalıdır. Burada başka bir husus da devreye giriyor; işbirliği. Öğretmenler iyi bir ekip olmalı, birbirleriyle başarılı iletişimler kurarak öğrencileri ile ilgili bilgileri paylaşmalıdırlar. Bu noktada yöneticiler gerekli ortamları oluşturmalı ve öğretmenleri karar sürecine katmalıdırlar. Çünkü insanlar, sürecinde bulunduğu kararı uygulamada çok daha istekli ve gayretli olurlar. 

Ayrıca öğretmenlerin sınıfı iye yönetmek yani öğrencileri daha aktif bir hale getirebilmek için alan bilgisine hakim olması gerekir. Özellikle de öğrenciye neyi nerede bulabileceğini öğretebilmesi için kendisinin neyi nerede bulabileceğinin bilgisine sahip olması gerekir. Tüm bu konularda genç öğretmenlerin daha şanslı ve daha hızlı olduklarını gözlüyoruz.  

4.        Veliler        

Öğretmenlerin en büyük yardımcıları olarak karşımıza çıkıyorlar. Aynı zamanda okulun da. Ancak malesef veliler, hiçbir zaman ve hiçbir yerde eğitim - öğretim  sürecine dahil edilememişlerdir. Bugün Fransa Milli Eğitim Bakanlığı da velilerin eğitime katılımı ile ilgili çalışmalar yapmakta fakat zorluklarla karşılaşmaktadır. Almanya’da da öğrencilerin kendi tabirleriyle “okulu kırma” oranlarının artması ve bundan velilerin haberdar olamaması velileri daha çok işin içine çekme ihtiyacını gözler önüne sermektedir. Bu tüm dünyada oldukça zor bir alan olmakla birlikte, öğrenci üzerinde çok etkili olacağı için mutlaka istifade edilmelidir. Bugün ise çok daha önemlidir. 

Bunun için M.E.B bazı uygulamalar yapmaya çalışmaktadır. Bunlardan en önemlisi 'veli - öğrenci - okul sözleşmesi' ile ilgili yapılanıdır. Bazı özel okulların uygulamakta olduğu bu çalışmada sözleşme hazırlanırken gerçekçi olmasına, öğretmenlerin görüşlerinin alınmasına ve mutlaka velinin sürece dahile edilmesine dikkat edilmelidir. Yoksa sözde kalan bir çalışma olur. 

Bunun yanında yine eğitim yöneticilerinin veliyi sürece dahil etmede öğretmenleri özendirmesi gerekir. Planlamalarda veli katılımlarına yer verilmelidir. En azından uygun sosyal faaliyetlerde velinin de görev alması sağlanmalıdır.        

Yine eğitim yöneticileri, özellikle de yeni müfredat ve yaklaşımlarla ilgili olarak veliye yönelik bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapmalıdırlar. Bu değişikliği veliler henüz fark edebilmiş değillerdir. Öğretmenlerin çok ödev verdiği, evde çok uğraşmak zorunda kaldıkları gibi şikayetlerle bunun kendi çocuğunun öğretmeninden kaynaklanan bir durum olduğunu zannetmektedirler. Halbuki velilerimize bunun yeni sistemin getirmiş olduğu bir zorunluluk olduğu ve işin içine daha çok girmek yani çocuğunun eğitimine katkıda bulunmak zorunda olduğu güzelce anlatılmalıdır.  

Bütün bu çalışmaların başarılı olabilmesinde de en önemli etken velinin eğitim seviyesidir. Aslında okullara bu anlamda geleceğe yönelik düşen çok önemli bir görev vardır; öğrencilerimizi yetiştirirken gelecekte veli olacakları fark ettirilmeli, çocuklarının başarısı için en az çocukları kadar okulla ilgili olmaları gerektiği bilinci kazandırılmalıdır.        

Bu uzun vadeli bir yatırımdır. Ama yarınlar çabuk geliyor. Biz şimdi bunları yaparsak çocuklarımız daha büyük işleri yapmaya fırsat bulacaklardır. Biz böyle bir eğitim seferberliği ilan etmeli ve bu eğitim seferberliğinin dünya var olduğu müddetçe sürmesi için gereken şartları hazırlama gayreti içinde olmalıyız. Gelecek nesillerin başarısı aynı zamanda bizim de başarımız olacaktır.
Editör: HABER MERKEZİ