Daha önceki yazılarımın birinde güce atıf yaparak demiştim ki; “güç kimin elindeyse ona biat edilir ve o yanılmaz olarak kabul edilir o güce ram olanlar tarafından!”

Son yıllarda ülkemizde cereyan eden hadiseleri yeniden düşünür ve tahlil edersek sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılır!

Öncelikle şunu belirtmemde fayda var. Hayatımın hiç döneminde hiçbir güce boyun eğmedim, bundan sonrada eğmeye hiç niyetim yok! Benim önünde eğileceğim ona ram olacağım tek güç Rabbimdir! Gücün karşında eğilip bükülen kim olursa olsun, benim gözümde sıradan olmaya mahkûmdur! Fakat bir arada yaşamak zorunda olduğumuz akrabalarımız, arkadaş ve dostlarımız var ve bazı şeyleri görmemezlikten gelerek nefes alıp vermeye çalıştığımızda bir gerçektir!

Bugün mevcut iktidarın ve ona ortaklık (payandalık) yapan bir siyasi partin topluma dayatmaya çalıştığı nokta; sadece bir kişinin düşüncesine dayanan ve o düşüncenin hayat bulmasının güç gösterisi ve o güce biat edenlerin varlığı etrafında üretilen siyaset anlayışıdır!

Bu olup bitenleri anlamak için, her hangi bir “güce” dayanmadan düşünmek, objektif ve vicdan sahibi olabilmeyi gerektirir!

İnsan aklı önemli bir değerdir. Bu değerin kıymetinin anlaşılır olması için bizzat kendi aklımız ve fikrimizle ortaya koyduğumuz düşüncelerin varlığı ehemmiyet arz etmelidir.

Yukardan aşağıya kurgulanan ve dayatılan düşünceler bir koro halinde binlerce kişi tarafından dile getirilmeye başlandığı an, ortada “ bu bizim fikrimiz” diyebileceğimiz bir anlayış söz konusu değildir.

İzah etmeye çalıştığım düşünceleri aslında hepimiz biliyor ve tasdikte ediyoruzdur. Asıl irdelememiz gereken durum, nasıl oluyor da bir insan inanmadığı düşünceler üzerinden meydan yerinde fikir beyan ederek güç gösterisinde bulunuyor olmasıdır!

Birilerinin “milli mutabakat” dediği ama benim en baştan beri “menfaat mutabakatı” diye yaftaladığım ülkemizin bugün ki durumunu resm eden “menfaat birlikteliğini” oluşturan temel neden şudur; yukarda biat ettiğiniz kişi ne derse desin doğru ve tartışılmazdır, o her şeyi sizden iyi düşünür ve bilir. Dün en ağır ifadelerle “söver, aşağılar”, bugün ise “över, tastik” eder. Kim ne diyebilir ki!

Hem siz kimsiniz ki, onun düşüncelerinin üzerinden sorgulama geliştirerek aklınızı kullanasınız değil mi?

Bu mesele sadece günümüzle sınırlı değil elbette ki…

Kendimi bildim bileli bu durumu gözlemliyorum. Özellikle siyasetçilerin ve cemaat liderlerinin söylemleri üzerinde asla düşünüp kafa yormuyoruz. Takım tutar gibi parti tutuyor ve tuttuğumuz partinin genel başkanının, işimize öyle geldiği için ağzının içine bakmaktan gocunmuyoruz!

Aslında birçoğunuzu duyar gibiyim!

Diyorsunuz ki şimdi; lafı ağzınızda eveleyip gevelemeyin, ne diyecekseniz deyin!

Hatta mümkünse birkaç örnek de ver ki de daha iyi anlayalım!

 Birçok örneğe gerek duymadan sadece bir tanesiyle meramımı sizlere ifade etmeye çalışacağım…

Ne demişti daha önce Devlet Bahçeli ;” Erdoğan’dan hesap sormazsam namerdim!” 

Doğal olarak liderlerine inananlar sevinmiş ve demişlerdi ki; “Devlet Bey’e de elbette bu duruş yakışırdı!”

Çünkü; bu iktidar zamanında, Türk’e ait ne varsa değersizleştirilmiş, ”Milliyetçilik ayaklar altına alınmış” üstelik “açılım” adı altında “bölücülerle” ve “Fetöcülerle” iş birliği yapılmış, kamuda milliyetçi düşüncede ki insanlar tu kaka edilmiş, hukuk katledilmiş, neredeyse tüm medya organları ele geçirilmiş, Cumhuriyetimizin tüm değerleri budanmış… vesaire vesaire.

Pekâlâ şimdi ne oldu da;

O sözleri söyleyen hiçbir şey yokmuş gibi, hesap soracağı yerde, “sarayın yolunu” tutmuş, dünü unutmuş bugün dünü hatırlatanlara “namert” yakıştırması yapmaya cüret edebilmektedir!

Peki, dünkü duruşu alkışlayanlar, siz ne diyorsunuz bu yeni duruma!

Hemen çark ederek “onun bir bildiği var” demediniz mi?

Pekâlâ,  saraya yüzünü “dönene” bir şey demiyorum o siyaset yapıyor koltuğunu korumak için! Ya size ne demeli?

Kendinizi bu kadar değersiz ve sıradan mı görüyorsunuz?

Ben yine de sizin adınıza üzülüyorum ama  kendinizi bu kadar değersizleştirmek istiyorsanız da sizin bileceğiniz bir durumdur bir şey diyemem elbette ki!

Ama ya bize, yani; bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne sıkı sıkı bağlı, dün sizinle aynı yolda yürüyenlere, özüyle sözüyle dimdik duruş gösterenlere attığınız iftiralara söylediğiniz sözlere ne demeli!

Bu iftira ve karalamaları da yine yukardan sizin kulağınıza üflenen sözlerle yapmanız yok mu, işte buna ses çıkartmamakta doğrusunu isterseniz benim susup görmemezlikten geleceğim bir durum değildir!

Hele dün ki yol arkadaşlarımızın, ”ülkenin beka sorunu var ve bu sorunun üstesinden gelse gelse Tayyip Erdoğan gelir?”  anlayışına muhatap olmak yok mu?

Sorasım  geliyor size; “hani Tayyip Erdoğan ve Ak parti, PKK’dan daha tehlikeliydi bu ülke için?”  

Doğrusunu isterseniz sözü daha fazla uzatmak istemiyorum!

Çünkü uzattıkça “zülfüyâra” dokunacağımdan korkuyor ve üzülüyorum!

Onun için son cümlem şu olsun; “eğer bir insanın Allah’a sadakati yoksa; başka kime sadakat gösterirse göstersin hiçbir hükmü yoktur!” benim gözümde.

Allahtan başka kimseye sadakati olmayanlara düşen görev şu olmalıdır bu saatten sonra; birilerinin kendilerine dayattığı yalanları her ne pahasına olursa olsun ellerinin tersiyle itmeli ve onların her türlü ihtiraslarını, duruşları ve kararlılığıyla bozmalıdır!

Asla unutmayalım ki; hepimiz için ölüm var, hesap günü var ve o gün çok yakındır da! 

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz…