İlkokul yıllarımdan hatırlarım, yerli malı haftası etkinlikleri düzenlerdik okulumuzda. İlk kez 1946 yılından itibaren 12–18 Aralık tarihlerinde okullarda kutlanan yerli malı haftası aslında tarihi zeminini İsmet İnönü’nün 12 Aralık 1929 tarihli iktisadi bir konuşmasından almaktadır.

 

Bizler daha öğrenci iken ne anlam taşıdığını bilmezdik bu etkinliğin. Annelerimize, ablalarımıza evde hazırlattığımız pastalarla, böreklerle ve içeceklerle okulun yolunu tutardık.

 

Milli iktisadi açıdan yerli üretim ve buna bağlı olarak da tüketim ekonominin canlanması için önemli bir düşüncedir. Ama bizlere tasarrufu ve yerli üretimi teşvik eden cumhuriyetin ilk düşünceleri arasında yer alan yerli malı etkinlikleri aslında bir tezadı da karşımıza çıkarmaktadır.

 

Savaştan büyük ekonomik kayıplarla çıkan ülkemiz genç bir cumhuriyet teşekkülü halinde iken milletin tasarrufa sevk edilmesi gerekmekteydi. Bu tasarrufla yeni yatırımlara kaynak bulunabilecekti. Bu bakımdan dışarıya kapalı bir ekonomi içerden beslenerek ayağa kaldırılacaktı.

 

Nitekim bu amaçla Milli İktisadi ve Tasarruf Cemiyeti yarı resmi nitelikte kurularak 1930’lu yıllardan itibaren illerde teşkilatlanmalarına başladı. Amacı milletin tasarruf niteliğini artırmak olan cemiyet yerli malının kullanımını da teşvik eder nitelikteydi.

 

Fakat bu yıllarda toplumsal değişimin öncülüğünü yapan yeni Türk Burjuvazisi topluma neyi dikte ettiyse kendisi tam tersini yapmaktaydı. Bunlar arasında tasarruftan yerli malı kullanımına kadar geniş bir yelpaze bulunmaktadır.

 

1928 yılına kadar serbest olan gümrüklerden Avrupa mallarını ihraç ederek evlerinin her bir köşesini bu mallarla süsleyenler, yine batılılaşma (modernleşme) sürecinde de Batılı tarzı hayat standartlarıyla balolar ve geceler düzenleyerek israfın alasını ortaya koymaktaydılar.

 

Halkın bu israfı görmemesi imkân dâhilinde değildi ama oluşturulmak istenen Yeni Türk Burjuvazisi hızını artırarak bu eylemlerine devam etmekteydi.

 

Bu yıllarda yeni cumhuriyetimiz her taraftan düşmanlarla çevrilidir ve iktisadi ilişkilerde dünyaya açık hale gelirse sömürülecektir düşüncesi ağır basmaktadır. Yönetici elitler bu düşünceyi bir yandan halka dikte ederken diğer yandan da dışa açılmanın en uç örneklerini kendi dar seçkin ortamlardaki elitist alanlarda ortaya koymaktaydılar.

 

Halkı bu düşünce etrafında toplamak için 1930 yılında Milli Tasarruf Marşı dahi bestelenmiştir: Yurttan Çıkan Her Onluk Ya Tüfektir Ya fişek / Yarın Gelip Buraya Beynimizi Delecek (Fazıl Berki).

 

Sonuç olarak cumhuriyetimiz 85 yılını geride bıraktı ama ülkemizdeki yönetenler ile yönetilenler arasındaki dengeler değişmedi. Hala bir tarafta modern bir yaşam tarzı ile Batılı yaşayan elitistler ve diğer tarafta da tasarrufa sevk edilerek günlük geçimlerini zor şartlar altında devam ettirenler.

 

Cumhuriyetin ilk günlerinden bugüne kadar sosyal, iktisadi ve kültürel hayatımızdaki yenileşme (modernleşme) hamleleri halkımıza yukarıdan aşağıya doğru dikta edilmiş yeni hayat biçimleridir. Ne zaman ki halkın içinden bir hareket onu yeni bir yaşam tarzına sevk ettirici bir yol izlerse işte o zaman asıl varmak istediğimiz muasır medeniyet noktasına gelebiliriz.

 

Halkın içinden geçmeyen hiçbir düşünce halkın derdine derman olmayacaktır.