M. Şemsettin SARI

Büyük bir heyecanla 'Sarıkamış Yolculuğu' için Belediye Meydanında toplandık. İki araçtan oluşan kafilemizin Sarıkamış yolculuğu Belediye Başkanı Rıza Çakır'ın uğurlama konuşmasıyla başladı... Ruslar tarafından işgal edilmiş olan Türkiye'nin doğu cephesini kurtarmak amacıyla, Seferberlik adı altında 93 yıl önce Karadeniz ve Doğu illerinden toplanan askerlerin arasında Çayelililer de bulunmaktaydı. Dedelerinin Sarıkamış'ta şehit oluş hikâyelerini dinleyerek büyüyen Çayeli’siler ilk defa organize bir şekilde dedelerinin anıt mezarlarını ziyaret edeceklerdi. Bin üç yüz Çayelili yiğidin; hiç mermi atmadan, soğuğa ve açlığa yenik düşerek şahadet şerbetini içtiği Sarıkamış yolculuğumuzun;' sade ' bir anlatımını bulacaksınız bu yazı dizimizde...

Her haneden bir evladın bulunduğu Allahuekber dağlarını ziyareti amaçlıyoruz.93 yıl önce bizim dedelerimizin savaşmak için gittiği Sarıkamış'a biz de 92 kişi gidiyoruz. İki yolcu otobüsü ile Çayeli'nden 20 Haziran 2008 Cuma Saat l4.l0'da hareket ettik... Amacımız; Alman askerlerinden temin edilen yazlık elbiselerle -33 derecede donarak şehit düşen dedelerimizin 'mezar taşı bile olmadan' yattıkları o bölgeyi görmek ve onları hayır dualarıyla yad etmek... Yol güzergâhımız üzerindeki ilk uğrak yerimiz Rize'de bir benzin istasyonu oldu. Aracımız yakıt aldıktan sonra tekrar yola koyulduk... Yolculuğumuz 'boş' geçmesin diye, herkes kendi içinden ' ezber' bildiği sureleri okumaya başladı... Rize, Derepazarı ve İyidere'yi geçtikten sonra Kalkandere/İkizdere karayolu viyadükünden sola dönerek, çay diyarı Rize'den ayrıldık... Kendirli/Kalkandere/(Güneyce)İkizdere yol ayırımından bu kez sağa dönerek istikameti belirledik... İlk durağımız; hafız-ul kurraların yetiştiği Güneyce nahiyesi. Burası önceleri ilçeymiş… Daha sonra ilçe unvanı İkizdere'ye verilerek bu beldeden alınmış… Güneyceliler hala bunun burukluğunu yaşıyor... Buradan sonra İkizdere'ye varıyoruz. Coğrafya çok vahşi ve acımasız… Dere vadisi alabildiğince daracık..Yamaçlara konuşlandırılmış sıra sıra küçücük iki gözlü evler..Arazi eğimi, dağın tepelerine bakınca 'şapka düşürecek' kadar dik..Sindirim sistemine iyi geldiği ifade edilen Şimşirli içme suyunun karşısından ,asma köprüye bakarak geçiyoruz.İkizdere eski hantal görüntüsünden kısmen kurtulmuş.İlçenin arka tarafından açılan Ovit yolu; ilçe trafiğini oldukça rahatlatmışa benziyor.Buradan geçerken ,ilçenin girişine asılan 'Vadimize Dokunmayın' afişi dikkatimizi çekiyor..Meşhur Cimil ve Anzer yaylası tabelasını geçiyoruz...Yıllardır yapımı devam eden ancak bir türlü bitirilemeyen Çamlık mevkiindeki kar tünelleri inşaatını sollayıp,'Denizi kara,karayı para ' yapan Rize eski belediye Başkanı merhum Ekrem Orhon'un yaptırdığı Çamlık dinlenme alanının yanından geçiyoruz..

Özel idarenin eski para birimiyle trilyonlar harcayarak yaptırdığı,sonra da işletmeci aradığı Çamlık Dinlenme tesislerinin önünden geçerken içim burkuldu...l984 yılında Özel İdarenin yaptırdığı tesislerin fotoğrafını çekmek için o bölgeye gitmiştim.Tesisler yine aynı;bom boş..Otobüsümüzde bir anormallik var..Diğer otobüs hızla rampaları çıkarken bizimkisi neredeyse bayılacak.İkinci vitesle yol alıyoruz.Arka kısımdan otobüsün içine kesif bir balata/yağ kokusu gelmeye başladı.Doğrusu motor alev alacak korkusu sardı bizi...Diğer arkadaşlara çaktırmadan fotoğraf çekmek maksadıyla şoförün yanına giderek 'arkadan arabanın içerisine yağ kokusu yayıldı' dedim,o da;'farkındayım,endişeye gerek yok' dedi.Fakat;bir anormallik olduğu şoförün yüz ifadesinden de belliydi.Arabanın Ovit yaylası yokuşunu ikinci vitesle çıkması doğrusu benim bir bakıma işime yaradı..Otobüsün içine dolan ağır kokunun ve sıcağın dağılması için şoförden arka kapıyı açmasını rica ettik,o da açtı...İçeriye kar havası ile Ovit vadisinin çiçeklerinin kokusuyla karışık çok temiz; 'mis' gibi bir hava geldi...Hemen fotoğrafçılık iç güdüsüyle otobüsün merdivenine kurulup oturdum...Ovit vadisi nefisti.Güneş ışınları da tam fotoğraf için biçilmez kaftandı...Bir elimi otobüse tırmanma tırabzanına tutarak diğer elimle görüntü almaya başladım...Bellek kartım 2 GB olduğundan bol bol deklanşöre basıyordum...Yanımda biri 7 yaşında torunum,diğeri l0 yaşında yeğenim vardı...Onlar benim merdivende oturmamdan tedirgin oldular 'belki;dedemize bir şey olur,dedemiz aşağı düşer 'diye...

Ovit dağının tepesinde sol tarafta bir çeşme var..Suyu buz gibi akar...Akan suyun altında bir dakika elini tuta bilene aşk olsun...Yıllar önce İstanbul'dan gelen bir yakınımı Ovit dağına pikniğe götürmüştüm.O zaman bu suyun yanına uğradık..Ben çok soğuk olduğunu söyleyip 'bunun altında bir dakika el tutulmaz' dedim...Bizimle beraber olan bir bayan 'ben tutarım' deyince; iddialaştık...O tutarsa bir bilezik,ben tutabilirsem bir çift ayakkabı alacaktım...Kazanan bayan oldu..Yani sizin anlayacağınız bugünün parasıyla bir milyara patladı bize bu çeşmeden akan soğuk su....Şimdi bu suyun yanına gelmişken bu anekdotu sizinle paylaşmadan geçemedim...Şoförden suyun yanında durmasını istediysek de ,o;'otobüs düzlüğe (yani Rakım 2380'de) çıkıca duracağız' dedi...Öyle de oldu...Otobüs durunca biz karla kaplı alana daldık...Yolcular hemen fotoğraf makinelerine,kamera ve cep telefonlarına sarılarak fotoğraf çekmeye başladılar...Bu arada 'parmak sızlatan' çeşmenin suyundan şişelere dolduranlar da oldu..Daha sonra otobüsün yanına geldiğimizde şoförün motor kısmına bidonla su koyduğunu gördük...Anlaşılan yolculuğumuzun otobüsle alakalı kısmı 'sıkıntılı' geçecek...Öndeki otobüs ile irtibata geçen kafile görevlisi,diğer aracın 'Kan 'mevkiinde bizi beklediğini söyledi...Artık 2380 metrelik Ovit tepesinden aşağı Kan mevkiine inecektik..'Nahirce' mevkiinde arabayı kesif yağ kokusu tekrar sarıca şoför ,yolun solundaki boş alana aracı çekerek durdu..Biz çevreye yayılarak temiz havayı solurken,aracın motoru dinlendirildi...Böylelikle yola koyularak Kan'a indik...Burada bulunan 'Köprübaşı' camiinde saat l8'de gecikmiş olarak ikindi namazını cemaatle kıldık..Yolcular biraz soluklandı..Buradan İspir Dut'u ve Köme ile yolculuk esnasında atıştırılacak öte-beri alanlar oldu...İspir/Kan/Erzurum yol ayırımından itibaren Çoruh nehrini takip ederek 'servi”lerle donanmış; yemyeşil vadiyi takip ederek yol alıyoruz...Yol kenarındaki karayolları tabelasında 143 km yol aldığımızı yazıyor...Demek ki;Buraya 5 saatte gelmişiz.Burası Pazaryeri ilçesi… Gölyurt geçidini (Rakım:2380) saat l9'da geçtik… Burası' Leylek' boğazı olarak anılırmış..Elektrik direğinin tepesinde, taşıdığı otlarla yapılmış bir Leylek yuvası gördük..Leylek burayı her yıl yenilermiş..Bu yuvayı sizler için görüntülemek isterdim,fakat;görüş açıma uygun değildi...l9.40'da'Toprakkaleye geldik..Aracımız yine su koy vermeye başladı...Erzurum'a 60 km kala 'Zakir Gündüz' çeşmesinin yanında mola verdik..Aracın motoru tekrar soğutuldu...Erzurum soğuğu hissedilmeye başlandı..Hava kararıyordu..Öndeki otobüs Erzurum Hizmetiçi Eğitim Enstitüsü tesislerine varmıştı..Aracımızdan telefonla irtibat kuran kafile başkanı ,diğer araçtakilerden kendilerine yolu tarif etmelerini,şoförün tesisleri bilmediğini söyledi..'Zakir Gündüz' çeşmesinin yanından saat 20'de hareket ettik..Bir müddet yol aldıktan sonra,Trabzon/Erzurum,Rize/Erzurum yol sapağına geldiğimizde 'Arkadaşlar;işte Erzurum'un gece ışıkları göründü,önümüzdeki ova da(Erzurum Ovası) ' dedim...20.45'de kazasız,belasız tesislere ulaştık...Bizden önceki otobüstekiler akşam namazlarını kılmış,giriş kayıtlarını yaptırmış,yemeklerini yemiş ve odalarına ,istirahata çekilmişti..Lobide dolaşanlar da vardı...Biz de;kuyruğa girerek kimliklerimizi verip oda anahtarlarımızı aldık...Görevliler bir üst kata çıkıp yemek salonunda yemeğimizi yiyebileceğimizi söylediler..Valizlerimizi alarak yemek salonuna geçtik..Burada 'self servis' var...Tabiî ki bize yabancı bu işler...Biraz bocaladıktan sonra herkes yemeğini aldı..Yemekte;çorba,İzmir köfte,makarna ve yoğurt vardı...Bu akşam milli maç olduğundan herkes maçı izleyebilme telaşındaydı..Ben maçı izlemedim...Türkiye/Hırvatistan maçını ;Türkiye'nin aldığını sabah kahvaltısında öğrendim...Meğer Digitürk vasıtasıyla bizim odalardaki TV’lerden de maçı izleye biliyormuşuz...Akşam namazını zor yetiştirdik...Biz beş kişiyiz...Eşim,kayın babam,torunum,yeğenim ve ben...Çocuklar ile eşim üç kişilik bir odada üçüncü katta,kayın babamla ben iki kişililik bir odada dördüncü katta kaldık...Odaları çok konforlu bulduk..TV,telefon,duşa kabin,wc,yazı ve makyaj masası,gardırop,banyo havlusu ve normal havlu ile terliğe kadar her ince ayrıntı var...Yatsı namazını kıldıktan sonra hemen yattık...Nem oranı düşük olduğundan hemen uykuya dalmışım...Saat 3.45'de cep telefonumun 'namaz' alarmı çaldı.Alt kata inerek çocukları kontrol ettim..Eşimi namaza kaldırarak tekrar odama çıktım.Camı açarak biraz temiz hava soluklanayım dedim...Dışarıdan kuru ot kokusuyla 'ahır' kokusu geliyordu...Tesislerin çatsına tünemiş 'sığırcık' kuşu seslerı ;sabah sessizliğinde ortalığı çınlatıyordu...Namazdan sora tekrar yattık..Saat 6'da resepsiyondan 'efendim uyandırmamız için not bırakmıştınız' diyen görevlinin telefon zili sesiyle uyandım..Halbuki;ben böyle bir not bırakmamıştım..Madem ki uyandırıldım;bende notlarımı düzenleyeyim dedim...Dün gece Erzurum'a girerken Kars istikametinden 'şimşek çakma' ışıkları geliyordu...Acaba bugün hava nasıl diyerek cami açıp etrafı kolaçan ettim...Hava parçalı bulutlu gözüküyordu..Gerçi Ova havasından biz ne anlarız, ama;bizimki de Karadenizli merağı... Herkes uykudayken tesislerin doğu ve batı yönündeki salon pencerelerinden, henüz koridorlar tenha iken görütü alayım dedim… Koridorun başında yangın merdiveni vardı..Onun kapısını açabilirsem daha iyi görüntü ala bileceğimi düşünerek kilidi yokladım,fakat;dışarıdan güvenlik sürgüsü olmalıydı ki kapıyı açamadım.Hemen kapının yanındaki odaya daldım,odanın penceresinden görüntü aldım...Akşamleyin bilgilendirilmiştik..Sabah 8.30 gibi Sarıkamış'a hareket edecektik...O nedenle 7.30'dan itibaren kahvaltı verilmeye başlandı...Hemen valizlerimizi toparlayarak yemek salonuna indik...Herkes tabldot tepsileri elinde kuyruktaydı...Kahvaltıda;beyazpeynir,zeytin,reçel,tere yağı,domates,salatalık,yumurta ve çay vardı...Salondakileri topluca kameraya aldım,ayrıca muhtelif fotoğraflar çektim...

Kahvaltıdan sonra lobiye indik...Görevliler akşam alınan kimliklerdeki isimleri okuyup,para tahsilatı yapıyor ve kimlikleri iade ediyorlardı...Bu operasyon yaklaşık 45 dakika sürdü...İşlemini bitiren dış avluya inip bekliyordu...Bizi uğurlamak için Hizmetiçi Eğt.Enstitüsü müdür yardımcısı yanımıza geldi...Ben de tesislerin durumunu sordum...600 yataklı olduğunu,tesislerin 9 bloktan oluştuğunu bunlardan 5'inin misafir ağırlamada kullanıldığını diğerlerinin de idare binası ve diğer aktiviteler için kullanıldığını söyledi...Vedalaştık...Tesislerin merdivenleri fotoğraf çekimi için çok uygundu...'Haydi fotoğraf için toplanın' diye bağırdım..Toplu fotoğraf çekindikten sonra otobüslere bindik...Artık hedefimiz Sarıkamış'tı...Erzurum/Kars arası l36 km'imiş..Tesislerden 8.30'da hareket ettik...Erzurum'da yarım saat 'şehir turu' atılacağı anons edildi..Daha önceden kararlaştırıldığı üzere,Erzurum Üniversitesinden bir hoca 'Rehber' olarak alınacaktı...Tam Üniversitenin önünden geçerken otobüsün arkasından bir vatandaşın koştuğunu görünce,hocayı almayı unuttuğumuz anlaşıldı,meğer arkamızdan koşarak bize doğru gelen de hocaymış...Şans bu ya,hoca bizim otobüse bindi...Kendisini Yrd.Doç. Gürsoy SOLMAZ olarak tanıttı...

ÇİFTE MİNARE ve HÜDAVENT HATUN TÜRBESİ

Erzurum şehir merkezine girerek Erzurum'un sembolü olan tarihi Çifte Minareli Medrese'nin önünde otobüsümüz parketti... Selçuklu Sultanı l. Alâeddin Keykubat'ın kızı Hüdavet Hatun tarafından l253'de yaptırılan Medrese'yi rehberimiz eşliğinde gezmeye başladık...Ben fotoğraf çekmekle meşgul olduğumdan Medrese'nin tarihi serüveni hakkında anlatılanları duyamadım...Medrese'nin içinde açılan stantlarda Ermeni mezalimi fotoğraflarla teşhir ediliyordu.Erzurum'un düşman işgalinden kurtuluşunda kahramanca vuruşan Nene Hatun'un portresi dikkatimi çekti...Türk bayraklarıyla donatılan medresenin bitişiğinde,hemen arkasında Erzurum Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa tarafından inşa ettirilen 8 gen şeklindeki kümbetle karşılaştık...İçimden 'kim bilir bu kümbette ne ilimler tedris edilmiştir' diye geçirdim...Çünkü rehber hocamız o dönemlerde Erzurum'da 7 Üniversitenin bulunduğunu ifade etti..Bu 8 gen kümbetin altındaki yeraltı odasında Hüdavent Hatun'un sandukası bulunuyor...Zeminden bir kaç basamakla inilip,kemer bir kapıdan içeriye girildiğinde 'sanduka' hemen göze çarpıyor...Fatiha okuduktan sonra türbe girişinde sıra bekleyenlerin fotoğrafını çektim...Toplanma saatimiz gelmek üzere idi...Cadde başında satış yapan seyyar satıcıdan Şeftali alarak otobüse çıktık..Yolcular arasında 'zamanında otobüse gelmeyenler' için homurdanmalar başladı...Kimisi 'Taş mağazalar' a 'Kehribar' tespihi bakmaya,kimisi de Erzurum'un meşhur 'dolma kadayıf'ından almaya gitmişti...Sonuçta 9.30 da toparlanarak Palandöken'de yer alan Abdurrahman Gazi Hazretlerinin türbesini ziyaret için hareket ettik...Daha önce;' burayı ziyaret bize zaman kaybettirir' görüşünde olan kafile başkanına, itirazımız sonrası,rehberimizin de desteğiyle ziyarete karar verildi...Zaten yol yakındı...Saat 9.58 de Abdurrahman Gazi Türbesine vardık...Peygamber efendimiz (s.a.v) Ashabından olduğu ifade edilen bu türbe l796 yılında Erzurum Valisi Yusuf Ziya Paşa'nın eşi Ayşe hanım tarafından yaptırılmış...Türbe'nin içinde 4.85 m boyunda yerli taştan yapılmış bir mezar bulunmaktadır..Kardeşi de türbenin yakınında yatmaktadır.

Abdurrahman Gazi türbesinin yanında bulunan cami l847 yılında Erzurum valisi Hacı Ahmet İzzet Paşa tarafından yaptırılmıştır...Cami avlusunda ve türbe etrafında 'Sünnet' elbiseleri giymiş onlarca çocuk vardı...Aileleriyle türbeyi ziyarete gelen 'sünnet çocukları' için burada bu Türbeyi ziyaret ;adet ve gelenek haline gelmiş..Ziyaretten sonra cami avlusundan ayrılırken çocuklar sordular 'dede;bu türbedeki mezarın boyu niye bu kadar uzun.Diyorlar ki;Abdurrahman Gazi Hz. savaşırken başı kopmuş,başını koltuğunun altına alarak savaşmış' öylemi.'O zaman önünü nasıl görüyordu' diye sordular..Ben de onların susanmağını kesmek için dedim ki';O'nun boyu uzundu,çünkü elindeki kılıcı bir salladı mı,küffardan bir kaç kişi birden ölüyordu'.Elimi göğe doğru kaldırarak 'savulun bire kafirler,Allah,Allaaah' diye bağırınca,çocuklar ve orada bulunanlar hayretle bana baktılar...Çocuklara dedim ki 'oğlum;Allah onlara manevi güç verdiği için onların başı kesik dahi olsa kendilerine verilen görevi yaparlar.'O'nun o şekilde savaştığını gören bir kadının feryadı üzerine 'keramet'i bozulduğundan yere yığılarak şehit olmuştur..Buradan ayrılırken çocuklara dondurma sürprizi yaptım..Otobüs bu kez beni beklemiş, geciktiğim için...Palandöken'den aşağı inerken TV programlarına konu olan 'Manyetik alan'da arabaların şoförsüz hareket ettirildiğine tanık olduk...Erzurum Aziziye tabyalarını takip ederek yol alıyoruz...Tabyaların içinde yer alan bir dağda 'Önce Vatan' yazısı dikkatimizi çekti..Saat l0.22 ...Pasinler'den geçiyoruz ve Hasankale'yi görüyoruz...Bölgede rüzgarın aşındırdığı yamaçlarda oluşan Peribacalar gördük..Yol kenarındaki tabelada Ağrı l40,Kars l59 km yazıyor...Köprüköy 'Kemerköprüsü'nu izleyerek Aras nehrini takip ediyoruz...Bölgedeki 'demiryolu'nu görüyoruz..Dümdüz ovalar,ovalarda otlayan 'celep'ler...l6.200 nüfuslu Horasan’a saat l0.52 de vardık..Çocuklar 'çiş' için sıkışınca otobüs kenara çekerek 'çiş' molası verdi..

PARMAĞINDAKİ ALYANSI ALMAK İSTEYEN ' GÖMÜCÜ'NUN PARMAĞINI BIRAKMAYAN ŞEHİT ASKER!

Kars/Kağızman/Iğdır sapağında 'Karakurt' yerleşkesinden geçerken ,Sarıkamış'a 30 km kalmıştı...14 km kala kıraç alanlardan çıkıp Çamlarla kaplı dağ silsileleriyle karşılaştık...Dışarıdan 'Kozalak' kokusu geliyor..Kars/Selim yol ayırımından Sarıkamış'a döndük..Buranın nüfusu 18 bin...Rehber hocamız Gürsoy bey diğer araçla telefon irtibatı kurdurarak Sarıkamış girişinde otobüsleri 'bölge ile ilgili bilgi vermek' amacıyla durdurdu...Burası Sarıkamış Ovası'na hakim bir yer...Hemen yanımızda kayak merkezi var...Ovada hayvan otlatan çobanla selamlaşıp hal hatır soruyoruz...Rehberimize hem kulak misafiri olmaya çalışıyor ve hem de bölgeyi fotoğraflama çabasını bir arada sürdürüyorum...Kısaca;40 yıldır Sarıkamış'a yerleşen Rus kuvvetlerini bu alandan çıkartmayı hedefleyen Türk kuvvetleri 3 kolordudan oluşuyordu.Rakım 2092 olan bu Ovayı çevreleyen tepelerden birinden Enver paşaya ait kuvvetler ,diğerinden bacanağına ait Hafız paşa’ya ait kuvvetler inecek Allahuekber dağlarından ise iki kolordunun çevrelediği Rus birliklerini imha edecek kuvvetler inecekti.Ancak;üçüncü kuvvetlerin iniş noktası yanlış belirlenince doğu istikametinden taarruz edecek olan kuvvetler yanlışlıkla tam ters bir istikamette ve vadiye oldukça uzak bir tepeye konuşlandırıldı....'Buradan o dağlara baktığımızda,üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük.O çalılıkların kurda,kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık' Vaktiyle Sarıkamışlı bir ihtiyarın söylediği bu sözler,tarihimizde Sarıkamış Harekatı olarak bilinen 'facia''nın boyutlarını özlü bir biçimde ortaya koyuyor..Sarıkamış olayı Birinci Dünya savaşında yaşanmış,tam 90 bin insanımızın ölümüyle sonuçlanmış trajik bir serüvendi...Bu serüveni bilgisiz ve hırslı insanlar yarattı.. Bu konuda;.Olayın içinde yaşayan Kurmay Yarbay Köprülü Şerif beyin kitaplaştırdığı anılarını ilgiyle okuya biliriz...

19 Temmuz'u 20 Temmuz'a bağlayan gece taarruz edecek olan birliklerimizi, gece -33 derece olan bir' tipi 'yakalıyor.Açlık ve soğuğun hüküm sürdüğü bir ortamda ,ölen arkadaşlarının cesetlerini; korunmak ve onun vücut ısısından istifade etmek amacıyla aralarına giren,zaman zaman cesetleri üzerine çeken asker şehitler olduğu söyleniliyor.Horasan'dan un tedarik edilemeyince,ağaç kabuklarını,ayakkabılarının derilerini ve buldukları yumuşak kumaşları yiyen askerler olduğu ifade ediliyor..Rehberimiz tam bir daramı canlandırarak anlatıyor...Hepimizin, gözlerinden yaşlar süzülüyor,dudaklarımızdan fatihalar dökülüyordu...Buradan tekrar otobüslerimize binerek Anıt mezarın bulunduğu alana gidiyoruz...Köylü çocukları ürkek bakışlarla hemen etrafımızı sarıyorlar..'Amca buranın çevre temizliğini biz yapıyoruz,çöpleri biz topluyoruz.' diyerek...Biz de teşekkür ederek kendilerine bahşiş veriyoruz...Anıt mezarlığın giriş kapısının üzerinde 'Yukarı Sarıkamış Şehitliği' ibaresi yer alıyordu..Merhum Akif'in bir dörtlüğü de, bir levha üzerine yazılarak anıt kaidesinin yanına konmuştu ...O dörtlükte şöyle yazıyordu: 'Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker/Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer/Ne büyüksün ki;kanın kurtarıyor tevhid-i/Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.' .Anıt 10 Temmuz 1957 de yapılmış.Ana kaide üzerinde 'Birinci Dünya Harbinde 1914 senesi Aralık ayında yapılan Sarıkamış Meydan Muharebesinde Vatanları uğruna Ölen Aziz Türk Şehitlerinin Yüksek Hatıraları için' yazısı yer alıyor...Hep birlikte büyük bir heyecanla kaidenin önündeki parke taşlarıyla kaplanmış alana doluştuk..Kafilede yer alan cami imam hatiplerinden oluşan hoca grubu 'eğuzu-besmele' çekerek başladığı Yasin-i Şerif okunurken bizlerde duygu sağanağına yenik düşerek ağlamaya başladık...Nasıl ağlamayalım;yeni evli gencecik fidan gibi dedelerimiz,küffara tek kurşun atmadan,soğuğa ve açlığa yenik düşerek bu fani dünya'dan bir Melek gibi;' Avucunu açmış' Peygamber (Sav)'ın kollarına uçmuşlardı...Çayeli Merkez Hacıbaşı İmam hatibi hocamızın hıçkırıklarla yaptığı duaya,bizlerde içtenlikle 'Amin' diyerek Sarıkamış Ovasını inlettik...İçimiz buruk bir şekilde; ayrılmayı düşünürken,şehitliği çevreleyen duvarın dışında bir yığılmanın olduğunu gördük...Köylülerden birinin anlattığına göre,bu bölgenin aydınlatılması için dikilen elektrik direği bir şehit cesedi üzerine dikilmiş...Bunu rüyasında gören bir köylüye, şehit asker; 'direk beni çok rahatsız ediyor' demiş.Bunun üzerine bölgeyi kazan köylüler ,bir askerin elinde sıkı sıkı tuttuğu tüfeği ve kendi kimliğini belirten bir kağıt görüp,o yeri kapatmışlar ve kimlikte yazan bilgileri içeren mezar taşı dikerek üzerine de'1915 şehitlerinden Nazir Ömer' yazmışlar.

Bu alanda çok fotoğraf çektiren oldu... Ben Allahuekber dağlarına çıkacağımızı düşünüyordum... Rehberimiz orasının şimdi karla kaplı olduğunu ancak; Temmuz’un sonlarına doğru Allahuekber dağlarına çıkılabildiğini söyledi. Erzurum Belediyesi her yıl Temmuz ayının ortalarında bu bölgeye; yani 'Akbaba' dağına insanları çıkarırmış... Bölgede ot kesiminden önce bu dağlara çıkılıp kurban kesilip Kuran’lar okunup dualar yapılmaz ise o yıl ürünlerinin ve hasadın bereketli olmayacağı ve işlerin 'rast' gitmeyeceğine inanılırmış... Otobüslere binerek bu bölgeye yakın ikinci bir şehitliğe doğru yol alıyoruz... Burasının adı da' Allahuekber Dağı Şehitliği'...Buradaki çevre düzenlemesi ve savaşı sembolize eden heykeller çok daha anlamlı... Yaralı bir arkadaşını taşıyan heykelin kaidesinde şu dörtlük vardı:'Sana sesleniyorum ey şehit oğlu şehit /Ey göğsünde bin sancak açan yiğit /Aradım kabrini yaşlı gözlerle her an / Seni gördüm, öyle büyüktün ki; serapa vatan'...Ana kapıdan içeriye girince mermerden yapılmış bir kitap, kitabın arkasında şehitliği temsil eden kaide ve kaidenin üzerine 'Bu Vatan Kimin' şiiri yeralıyordu... Herkes şehitlerin isimlerinin bir kısmının bulunduğu isim panosunun başına toplandı... Diğer panoda da Savaşta görev alan kuvvet komutanlarının isimleri yer alıyordu... Çıkışta sol tarafta ise Süngü takmış, düşmanı gözetleyen temsili bir Mehmetçik heykeli var idi... Burada toplu bir fotoğraf çektirdikten sonra fatihalar okunarak dua edildi...

 

Artık Sarıkamış'a veda etmek zamanı gelmişti...Gönlümüz hep orada kaldı...Diğer otobüs şoförünün İstanbul servisi olduğundan gittiğimiz yerlerde fazla dolaşamıyorduk..O nedenle buradan ayrılmak zorunda kaldık..Sarıkamış ilçe merkezine gelirken şehir merkezinde o dönemde Rus'ların inşa ettiği her halinden belli, farklı mimarideki kışla binalarını gördük...Şimdi lojman olarak kullanılıyorlarmış...Rehberimiz beni uyararak 'Çara ait villayı çektin mi!O villa ahşaptan ve tek çivi çakılmadan yapılmış' dedi...Bize oldukça uzaktı...Ben de 'zum' kullanarak villayı çektim,fena da olmadı...Yazımın bu bölümünün başlığını teşkil eden anekdotu da yazmadan edemeyeceğim...Anlatılanlara göre 'Yukarı Sarıkamış Şehitliği''nde köylüler kazılan mezarlara üst üste dokuz asker cesedi yerleştirerek kabri kapatıyorlarmış...Bir askerin cesedini yerleştiren köylünün gözüne askerin parmağındaki altın yüzük/alyans takılmış.Askerin parmağından onu çıkartıp almak istemiş.Köylü yüzüğü çıkartırken asker parmaklarını kapatarak yüzüğü vermemiş ve köylünün parmakları askerin avucunun içinde kalmış ...Feryat ederek parmaklarını kurtaran köylü, yukarıdan asker veren arkadaşıyla yer değiştirerek canını zor kurtarmış...

Sarıkamış,ilçe merkezine gelerek otobüsü pakettik...Bir buçuk saat burada kalacak,çevreyi gezip,yemek yiyip namaz kılacaktık...Her kes serbest dolaşacaktı..O nedenle biz acıktığımızdan, önce buranın meşhur 'Cağ' kebabını yemek üzere bir lokantaya girdik...30/40 kişinin birden salona dolmasıyla lokantacı afalladı...Servisler bir birine dolandı...'Hani sıra bizdeydi' bağrışmalarıyla lavaş ile cağ kebabımızı ve salatamızı yiyerek lokantadan ayrıldık...Fiyatlar gayet uygundu...Buradan camiye yöneldik...Abdest alıp namazımızı kıldık...Kuru yemişçiden öteberi bir şeyler alıp, burada bolca bulunan Napolyon Kirazı ve Kaysı satın alarak otobüsümüze bindik...Bir buçuk saatlik istirahat sınırlarını aşanlar için söylenenler olduğu gibi 'kardeşim,sizi; keyfi işleriniz için beklemek zorunda mıyız' diyerek çıkışanlar da oldu...Saat l5'de dönüş yolculuğuna başladık...

DÖNÜŞ YOLCULUĞU BAŞLADI...

Rehberimiz Yrd.Doç. Gürsoy Solmaz bey buraya gelmişken( İpek yolu’nun son durağı 'Ani' harabelerine uğramadan )gitmek olmaz; dediyse de, diğer otobüsün özel durumu nedeniyle bu tarihi harabeleri göremeden bu bölgeden ayrılıyoruz..15.20 de Kars'a geldik..42 kilometre sonra bu 'Ani' harabelerine varılıyormuş, ama; kaderimizde şimdilik orayı görmek yokmuş...Otobüsümüz yanlış bir yola girdi...Yanlış 'U' dönüşü yapınca da, trafik ekibi tarafından Kars şehir girişinde durduruldu...Daha sonra trafik polisi bize eskortluk yaparak Kars kalesi önündeki köprü çıkışına kadar eşlik etti...Kars,şehir planlamacılığı yönünden çok güzel...Caddeleri çok geniş ve düzgün...Buradan ayrılırken Ermeni Mezaliminin yapıldığı 'Mezra' köyünu görüyoruz...Susuz/Ardahan/Akyazı yol ayırımından Ardahan'a doğru yol alıyoruz..Ardahan'a 69 km var..Saat 15.42...Güzel fotoğraf çekilecek yerler var,ama;arabamız hızlı yol aldığından pek başarılı olamıyorum çekimlerde...15.55 de dolu kalınlığında yağmur bastırdı..Yağmur damlalarının çarpmasıyla;Otobüsün kaportası tangır-tungur sesler çıkartıyor...ı.Göle/Erzurum yol ayırımındaki 25.Mekanize Tugay Komutanlığını selamlayarak geçtik...Askerlere el salladık...75 plakalı Ardahan vilayetine geldik...Şehir tenha...Merkez camiine giderek ikindi namazını cemaatle kıldık...Mevtaya hamdolsun; Ardahan merkez caminde ikindi namazının kılışına' imametlik' yapmak bize de nasip oldu...Kayın babam namaz sonrası 'bal' almak için ortadan kayboldu..Beni aldı bir telaş,yaşlı adam, çevreyi tanımıyor..Bir kaç kez sokağı bir baştan bir başa taradım.Terden su oldum...Nihayet otobüs kalkmak için toparlanırken o da çıka geldi...Ben de kendisini haddim olmayarak biraz azarladım...Şavşat'a 46,Artvin'e 112 km var...Bu tabela Ardahan vilayeti çıkışındaydı...Ardahan 'celep' diye adlandırdığımız hayvan besiciliği yapılan illerin başında geliyor..Burada et fiyatlarını soranlarda oldu...Kaşar peyniri alanlar da işin cabası...Şehrin dört bir yanındaki vadiler,ovalar hayvan sürüsüyle dop dolu...Ardahan çıkışında; üzerleri toprak damlarla örtülü ve çimlenerek yeşermiş evleri görünce her kes; 'vallahi biz Cennette yaşıyoruz da,kıymetini bilmiyoruz,günde;bir öğün yemek yesek ancak olur' değerlendirmesini yaptılar...Yazın ortasında çimlenmiş damlardan siyah dumanlar tütüyordu...Demek ki içeride yemek pişirme ihtiyacı için 'kuzine' yakılıyordu...Damlarda TV anteni hiç göremedik...Yoksulluğun gözü kör olsun...En çok 'vahlandığım' şey,evlerimizde fazlalık olarak koymaya yer bulamadığımız çocuk,genç ve yaşlılara ait giysilerden 'çuvallara doldurup' yanımıza almayışımız oldu...Otobüslerin bagajları bom boştu...Nasip...Bel ki yeni bir organizasyon olur ise katılımcıları teşvik ederek böyle bir 'hayra' vesile oluruz..

Rakım 2640...Saat l7.45 'Çamlıbel' geçidindeyiz...Artvin’e 90 km var...Sis bastırdı...Önümüzü zor görüyoruz...10 dakika sonra sis dağıldı...Gök yüzünü kaplayan bulutların arasından kararan yer yüzüne bir delik bularak süzülen güneş ışınları,izlemeye doyumsuz bir manzara oluşturuyordu...Çam ağaçlarıyla kaplı alanlara girdik...Çamların boyu belki de 40/50 metre var...Şavşat'a 14,Artvin'e 80 km var...Önümüzdeki manzaralar tam ressamlar için biçilmiş kaftan...Yeşillik,ışık,panoramik bakış perspektifi ve daha nice özellikler bir arada.... Bu alanı görüntülemek için fotoğrafçıları bekliyor...Aracımız özel değil ki,durdurup; bu tablo gibi manzaraları görüntüleyelim...Otobüsün camından,o da;virajları dönerken hızını azalttığı için bir kaç kare 'idare eder' mahiyetinde fotoğraf çekimleri yaptım...Şavşat 'yamaç' üzerine kurulu bir ilçe.Çok karmaşık bir yerleşim düzeni var...Ama yolların kenarlarından bize el sallayanlara bakılırsa 'insan özlemi' duydukları her hallerinden belli...Yamaçlardan kıvrıla kıvrıla Artvin'e geliyoruz..Solumuzda akan bir dere var artık..Suyu gördük ya;Rab im’e binlerce şükürler olsun...Yol boyunca çevrede yalçın kayalıklar var.Üzerlerinde bitki örtüsü 'yok' denecek kadar az...İki dağ arasında sadece bir köprülük mesafe açıklığı var...Saat l9'a geldi...Artvin'e 50 km mesafe kalmış...Otobüsün arka kısmından şoföre haber gönderenler oldu..'.Su olan bir yerde dursun' diye...Buralarda çeşme nerede bulursun...Dağların derin vadilerinden 'yılan' gibi kıvrılarak yol alıyoruz...Bakkal gibi yanında su akan tuvaletleri bulunan bir yerde 5 dakika ihtiyaç molası verdik...Hemen su şişesini doldurdum...Orada; rızkını arayıp Mısır kaynatan Mısırcıya 'kolivalar kaç para' diye sordum.Vatandaş '1,5 YTL' deyince ben de 'bir liraya almayanı dövüyorlar' dedim.Adam hazır cevap gibi 'O dediğin Rize'de olur' cevabını yüzüme şaklattı...Ben de gölünü almak için 'sar bakalım iki tane' dedim...Ve latife için 'helallik' istedim...Hareket ediyoruz...Otobüsün iç ışıkları yandı...Bakalım Artvin'e kaçta varacağız...Baraj alanını izlemek için tam zirve bir yerde, otobüsümüz durdu...Aşağı inerek Artvin'i karşıdan,barajı da tepeden izledik...Ben Artvin'in içinden geçeceğimizi düşünüyordum,o da bu gezimizde nasip olmadı... Artvin bayağı güzel bir yermiş... Kartal yuvası gibi önündeki vadiye bakıyor… Şimdi yeni yapılacak barajla birlikte daha bir cazip hale gelecek Artvin... Barajın içinde biriken suyun bölgeye ekolojik olarak da etki yapacağı kesin... Artvin gece ışıklarıyla cıvıl cıvıl... Hem kamera ve hem de fotoğraf görüntülerini aldım... Baraj görüntüsü müthişti... İnsanı ürkütüyordu...

Dağların tepesinden aşağı varyantları dönerek Borçka baraj alanına doğru yol alıyoruz... Burayı 3 yıl önce görmüştüm. Murgul müftüsü okul arkadaşım ilçemize gelerek yardım topladığında karşılaşmış, bize yapılan 'Murgul’a gelin, misafirim olun' davetine, biz de ailece iştirak edip bu bölgeyi ilk defa o zaman görmüştüm... Borçka'ya saat 21'de geldik... Borçka’nın içine, yani çarşısına girmedik... İlçe dışındaki cami yakınına parkeden otobüsümüzden inerek cami şadırvanına giderek abdest aldık, akşam namazını kıldık... Allah kabul etsin... Şu Cankurtaran dağını kazasız belasız bir tırmanıp inebilsek, yüzümüze gözümüze bir Karadeniz rüzgarı vursa;'Yolculuğumuz bitti' diyeceğiz ama Hopa’ya kalan 12 kilometre yol biterse tabii...'Elhamdülillah' artık Hopa'dayız. Bundan sonra uyuyabilirim... Gözlerimi kapadım ve derin bir uykuya daldım... Otoban sıfır asfalt olduğundan otobüsümüzde uyuyordu yorgunluktan... Arabadaki yolcuların telaşla sağa sola eşya toplamak için kalkmasıyla ben de uyandım... Önümdeki arkadaşa nerede olduğumuzu sordum.'Çayeli tüneline giriyoruz' deyince kulaklarıma inanamadım... Çevreye bakındım... Gerçekten söylediği doğruydu... Saat 23'de Askerlik şubesi önüne parkeden otobüsten inerek, yol arkadaşlarımızla vedalaşarak evlerimize gitmek üzere dağıldık...

Bir ;gecikmiş Sarıkamış gezimizin benim penceremden görünüşü böyle idi.İlk defa böyle uzun bir yazı dizisi yazdığımdan dolayı...Bazı atlamalar,seyir trafiğinde kopmalar ola bilir...Affınıza sığınarak kaleme aldığım 'Sarıkamış' yolculuk izlenimlerimi sabırla okuduğunuz için sizi kutluyor,teşekkürlerimi sunuyorum...Eksiklikleriyle birlikte bu organizasyona 'önayak' olan Çayeli Belediyesi'nden emeği geçenleri tebrik ediyorum...Genç neslimize tarihimizi mutlaka anlatmalı,okumalarını teşvik etmeli,yanlış anlaşılmalara kapı aralamamalıyız..Hepinizi sevgi,saygı ve muhabbetle selamlıyorum...

Editör: HABER MERKEZİ