Vira Dergisi kilometrelerce yol tepip Rize’nin Çayeli ilçesine gitti ve Balıkçı İsmail’in hikâyesini yazdı.

Güneş ışıldayan yüzünü henüz göstermeden yola koyulur balıkçılar. Kimsecikler uyanmadan, Karadeniz’in kıyıcığında, küçük kayıkların sığındığı limana doğru ağır aksak yürürler. Herkes düşlerine esir uyurken; onlar çoktan çizmelerini giymiş, barakalarında hazırlıklarını bitirmiş olurlar. Etrafta derin bir sessizlik kol gezerken, balıkçıların ayaklarıyla çiğnediği çakıl taşlarının gıcırtısı gelir kulaklara; bir de Karadeniz’in uzaktan ‘merhaba’ deyişi. Diğer balıkçılar içinde bu sesi duyamayan ise, sadece Balıkçı İsmail’dir. Farklıdır diğer balıkçılardan; ne duyar, ne de konuşur o. Arkadaşları bile gerçek ismini bilmez. Mahalledeki herkes, hatta en yakınları dahi “sağır” derler ona.

Karadeniz, yüzü ak deniz
Daha bebekken geçirdiği ateşli hastalık büyük bir sessizliğe gömmüş onu ve hiç konuşamamış sevdikleriyle. Zamanın kısıtlı koşulları onu eksiltse de, inadına tutunmuş hayata. Küçük teknesiyle açıldığı Karadeniz, onun yüzünü ak çıkarmış hep. Ekmeğini, aşını kazanmış, hırçın dalgalarla boğuşarak. Balıkçı İsmail daha çocukken başlamış balık tutmaya. Önceleri babasıyla çıkmış denize. Denizle ilgili her şeyi ondan öğrenmiş. Daha sonra babasının elinden hemen kapıvermiş mesleği. Büyüyüp bir yuvası olunca da, en iyi bildiği şeyi yani denizi meslek edinmiş kendine, babadan gelen Avcı soyadına yakışır bir şekilde. Kimi zaman oğluyla devam etmiş bu yola, kimi zamansa kızıyla. Ama çoğu zaman mağrur ve tek başına… Duymasa da dalgaların asi sesini, hep yüreğinde hissetmiş Karadeniz’in çırpınışını.

Balığa çıktığı günlerde, kayığını kızakların üzerinden suya indirerek başlar güne Balıkçı İsmail. Sonra kayığın motorunu çalıştırıp, Karadeniz’in maviliklerine doğru yol almaya başlar. Rüzgar yüzünü yalayıp geçerken, Karadeniz kucaklar onu. İşte dört bir yanı özgürlük kokan, kimine ayrılık, kimine sevda getiren köpük köpük Karadeniz… Balıkçı İsmail için hayatın en güzel yanı. Kayık ilerledikçe güneş de yavaş yavaş doğmaya başlar, Karadeniz’in ciğerinin tam ortasından. Yalpalana yalpalana akıp gider, “Reis” adlı kayığı Balıkçı İsmail’in. O gün tutacağı balığın türüne göre; kimi derin, kimi daha sığ sulara demir atar. Dalgaların dansı ile sallanan kayığıyla çapari atar denize ya da gecenin zifiri karanlığında serilen ağları sabahın ilk ışıklarıyla toplar. Denizin bereketi takılır oltalara, kol kuvvetiyle asılır makarasına, ağır ağır çeker ağlarını kayığına. Derya kuzuları horon tepercesine kıpır kıpır oynarlar sanki. Sonra gerisin geri limana… Aksamadan yapılan bu ritüel, alın teriyle karışıp, ürünlerini vermiş kısa zamanda.



Her sabah evinin önündeki küçük limana rızkını kovalamak üzere çıktığı bu yoldan, eli kolu taze balıklarla dolu gelir. Kimi zaman evine taşır bin bir emekle tuttuğu derya kuzularını; kimi zaman satmak üzere balıkhaneye, kimi zaman da konu komşuya. Ama hepsinden önce tuttuğu balıkları ağlardan dikkatlice ayıklayarak doldurur kovalara.

Elleri dili, parmakları kelimeleri olmuş
Balıkçı İsmail sık sık ziyaretine gelen torunlarını gösterip, ellerini kitap şekline getiriyor ve sanki hiç bilmediği alfabeyi okuyormuş gibi yapıyor. Torunlarının okula gittiğini anlatmaya çalışıyor bize. Engeli yüzünden hiç okula gidemeyen Balıkçı İsmail, onların okumasından çok mutlu. Büyüyüp hangi mesleklere yelken açacaklar kim bilir? “Onlar da balıkçı olur mu?” diye merak ediyoruz. Hani baba mesleği ya, unutmamak gerekir. Karadeniz nankörlüğü sevmez, kızınca hemen köpürür. O da kendi dilince, torunuyla ara sırada olsa balığa çıktığını söylüyor. “Devamı gelir mi torun-dede seferlerinin?”; başını sallayıp iki elini yukarı kaldırıyor, bilmediğini anlatmak için bize. Çapari ve ağ örmeyi kendi kendine öğrenen Balıkçı İsmail’in elleri dili olmuş, parmakları ise kelimeleri… Kendine özgü hareketleri, mimikleri onu daha da çok sevdirmiş insanlara. Hemen hemen herkesle kolayca iletişim kurabilen Balıkçı İsmail’in, en çok sevdiği şeylerden biridir muhabbet etmek. Kimi zaman denizde el sallar diğer balıkçılara, kimi zaman limanda dertleşir dostlarıyla, komşularıyla. En çok da, denizden konuşmayı sever. Kimi zaman tuttuğu boy boy balıkları anlatır, kimi zamansa geçirdiği fırtınaları, dalgalı denizleri.

Rize’nin Çayeli ilçesinde yaşayan İsmail Avcı bugün 74 yaşında. Bir balıkçı kasabasında çocukları, eşi ve geliniyle koca bir aile olarak yaşayan Balıkçı İsmail, balık yemeyi de çok seviyor. Ailesine göre, bu yaşa kadar gelip de böylesine sağlıklı kalmasını hemen her gün yediği balıklara borçlu. Tabi bir de yaşına rağmen hala çalışmasına. Çalışmak insanı dinç tutar ne de olsa. Balıkçı İsmail ne zaman emekli olur bilinmez, ama Karadeniz onu bırakmamakta kararlı görünüyor. Balıkçı İsmail hala çok sevdiği denizden kopamıyor. Daha uzun yıllar yine güneş eteklerindeki ışıltılı tozlarını Karadeniz’in üzerine dökmeden yatağından kalkıp, kayığını denize indirecek büyük bir aşkla. Kayığındaki motoru çalıştırıp çıkacak yine mavi bir yola.

Haydi, Balıkçı İsmail vira Bismillah…
Balıkçı İsmail’e denizi nasıl anlattığını sorduk. O da bize bir gülümseme ile karşılık vererek kollarını iki yana açtı. Havada kulaç attı mutlulukla, sanki yüzermiş gibi mavi mavi deryalarda. İşte bir engellinin dilinden, kim engelli dedirten hayat hikayesi... Her şeye rağmen inadına, Karadeniz’e yakışır bir şekilde… Gökten üç elma düştü, bize de bu öyküyü anlatmak…
 
CEVRİYE KİBAR/VİRA DERGİSİ
 
Editör: HABER MERKEZİ