Güneşin farklı doğduğu yerler vardır… Efsanelere, romanlara, şiirlere, masallara ve aşklara konu olan… Ama bir de güneşin doğduğunu değil de sevgisini hissettiğiniz yerler vardır, ışığını değil de bereketini  verdiği, ama kavuruculuğunu göstermediği, yağmuru, sisi, bulutları kendisine dost ederek yaşamı ve doğayı beslediği… Tıpkı sevilisini gizleyip de evlatlarına kol kanat olan bir baba gibi veya ana gibi veya bir devlet gibi, peygamber gibi ve mütevazidir kendisiz bir şey olmayacağını bilir ama gizlenmek vermek için en iyi yoldur bazen, görünmez olmanın tüm gücünü kullanır…

Belki gün batımı tadında, aşıklara veya hayranlarına, kendini seyredebileceği fırsat vermiyor vadinin derinliklerine ama gökkuşağıyla bir hediye sunuyor, varlığını hatırlatarak dağlarla gökyüzünün ara boşluğunda…

Ayder’in güneşi gölgeydi bu yüzden veya yağmur veya sis, güneş gölgede, siste, yağmurda, karda, gökkuşağın da gizlemişti kendini ve ayaklarının altına halı gibi çimeni yaymıştı Ayder’in.!! Zaman durmuştu sanki yıl gene iki bin otuza ulaşıyordu. Her taraf medeniyet denen ilericilik adına yapılan abuk sabukluklarla doldurulurken Ayder gülümsüyordu herkese. Peki nasıl böyle kalabilmişti.? Diğer ilçeler, medeniyetin dişlilerine takılıp ilerlemişte de burası nasıl böyle gerici yobaz ve bir o kadar da güzel kalabilmişti.! Sırrını gülümseyerek bir gökkuşağı gönderen güneş vermişti. Burasını sevgisiyle beslemişti ve yöredekilerin kalbini fethetmiş göstermediği sıcak yüzünü kalplerine akıtmış ve bu güçle bu insanlar mücadele etmiş değiştirmemişlerdi ve değiştirmeye çalışanları engellemişlerdi azimle sabırla sevgiyle…

Yöre halkı öncelikle kültür seviyesini yükseltmiş, ziraat mühendisleri, botanistler, zoologlar ve çevreci zihniyete sahip mimarlar ve mühendisler yetiştirmişlerdi. Yapılan ortak çalışmalarda, Ayder’in ekolojik dengesini, mimarisini, toprak yapısını bozmadan neler yapacakları üzerinde yaptıkları grup çalışmasıyla aldıkları kararları, yörenin yerlilerine, düzenledikleri seminerlerle duyurmuşlar yapılacakları oya sunmuşlardı, hep beraber aldıkları bu karar doğrultusunda işle başlamış Ayder’i inanılmaz güzellikte Avrupa da bile sözü edilir bir yaşam beldesi haline getirmişlerdi…

Evleri ve pansiyonları  doğanın yapısına uygun oyma ahşaptandı, dükkânları bile dış görünüşü otantik ve ahşaptı, Pansiyonerlik önem kazanmış, yaz kış gelen yerli ve yabancı turistlere büyük bir titizlikle hizmet ediliyordu. Turist rehberinden tutun, fotoğrafçıya kadar her yönden istediğinizi bulabiliyordunuz.  Yörenin en büyük gelir kaynaklarından biride kurulan kooperatif aracılığıyla doğal ve organik olarak üretilen gıdaların satışıydı. Yaşlı genç Ayder’de düzenlenen eğitim seminerleriyle yerli ve yabancı turistlere nasıl davranmaları gerektiğini, nasıl Ayder’e uygun projeler geliştirip uygulayabileceklerini, reklâmcılığı, ürünlerini tanıtmayı, satış uzmanlığı, ahlaklı rekabet anlayışını ve imece kavramı üzerine uzmanlarından bilinçli eğitim alıyorlardı. Çabalar daha çok hırsla açgözlülükle para kazanmak, toprak kotarmak için değil de oluşturulan sağlıklı alt bilinç yapısıyla: Yaşamlarına anlam katarak, el emeği göz nuru ürünlerini sevgiyle müşteriye sunuyorlardı. Hırsları yoktu, aç değildiler, açıkta değildiler. Allah’ın onlara sunduğu muhteşem bir nimetleri vardı ve bu nimeti iyi değerlendirmeyi öğrenmişlerdi. Ne erkekler boştaydı ne kadınlar, hatta çocukların bile çalışmayı oyun olarak algıladıkları bir ortam oluşmuştu…

Aslında akıllarında olan oldukça farklı şeyler vardı yapmak istedikleri, mesela kış için kurdukları kış sporları merkezinin birde teleferiğe ihtiyacı vardı, arama kurtarma ekipleri henüz tam ciddi bir teşkilatlanmaya sahip değildi ama gönüllü gençler profesyonel olmasa da yavaş yavaş aldıkları ufak eğitimlerle amatörce ellerinden geleni yapıyorlardı.

Evet, burada güneş gizliydi… Dağlar, geçit vermemiş veya  gelmek istememişti doğrudan ama kendini, siste, yağmur da, kar da, çiğ de ve en önemlisi de  insanların yüreğinde gizlemişti. Geleceğe pırıl pırıl bakan aydınlık yüzleri, sevgi dolu kalpleri, bilinçleriyle Ayder’i medeniyetin kısır döngüsünde boğmamış oyuna gelmemişlerdi, her istedikleri vardı ve medeniyet nasıl kullanılırdı öğrenmiş herkese örnek olup öğretmişlerdi…

Kızları, gelinleri hala puşili dolaşıyor, düğünler “erhamla”,” horon ve türküyle “ yapılıyordu… Yağı yayıkta, peyniri  gadinada, karayemişi dalında yeniyordu… Yaşlılar yurdu yoktu veya çocuk ıslah evi, kadın ve erkek sığınma evleri de. Çünkü ne yaşlılar yurduna verecekleri yaşlıları ki onlar başlarının tacıydı; çocukları ve gençleri, hırsızlık veya yolsuzluk bilmezdi çünkü çalışkandılar ve sokakta bir çocuk görüldü mü veya sıkıntısı olan biri, herkes, o kişinin düşmesine fırsat  vermeden yardım eli uzatıyordu, sorunlar çözülmek için vardı ve olan sorunları çözdükleri için ilişkileri de sağlamdı ve bozulmayacak derecede değerli olduğunu düşündükleri dostluklarını beslemek için çaba sarf ediyorlardı…

Ayder’de yaşam buydu ve sonsuza kadar sürecekti… Ve herkes biliyordu ki çaba gösterilmeden mutluluk olmaz ve eldekiler tutulamaz… Ve sır da buydu aslında, güneşin sevgisi gönüllere işlemiş. Kerametini göstermişti, neydi: bir tebessüm bin keder gömerdi… Verdiği bir tebessüm kalplere işlemiş Ayder tüm sevgiyi geleceğe taşımıştı…..