Yaklaşık yirmi yıl önce bugün olduğu gibi, yine İzmir’i mekân tutmuştum…

Üniversite de dikiş tutturamamış ve soluğu İzmir de dayımların yanında almıştım... Hayatımızı devam ettirmek için çalışmamız gerekiyordu. İşte bu çalıştığım işyerlerinden birinde bugün bile hatırlayınca tebessüm ettiren bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum… 

Çalıştığım yer, lüks ev eşyası satan bir mağaza. Benim gibi 10’a yakın delikanlı çalışıyoruz.

İçlerinden bir tanesi ile özel sohbetler de yapıyoruz. Yaşça benden küçük, benim anlattıklarım merakını çekiyor!

Bu arkadaşla yine sohbete koyulduğumuz bir Cuma akşamıydı. Çalıştığımız iş yerinin önündeydik ve tam karşımızda ki sokakta, bir grup insan nevalelerini hazırlamış keyifli içki içiyorlardı. Ben sohbetin bir yerinde, gayri ihtiyari, “bunların gidecek yeri yok’’ dedim. Sohbet ettiğim arkadaşım münzevi münzevi gülerek bana söylediklerini bugün bile hala unutamıyorum!… 

Bana dedi ki “ Abi sen ne diyorsun! Bak şu kravatlı olan,  ilerdeki lokantanın sahibi, bir diğeri şu caddedeki kuyumcunun sahibi, öteki bilmem şu kadar dairenin sahibi, sen kendini düşün, bunların gideceği yeri düşüneceğine!…” 

Ben ona bu söylemiş olduğum cümlenin izahını yapınca, yüzüme acı acı bakarak şöyle cevap verdi; “Abi biz dinden-minden uzak yaşamışız, öğrenmemişiz, anlayamayız böyle şeylerden…” (gerçi bu günün anlayışına göre benim bu delikanlıya izah etmeye çalıştığım gerçekler “mahalle baskısı” kapsamına da girer ya, o da ayrı bir yazı konusu tabii!) 

Tabii şunu da ifade edeyim yeri gelmişken; ben elbette kimsenin hayat tarzıyla, yaşayışıyla alıp veremediğim bir şey yok. Sadece inandığımız gerçekleri anlatma gibi bir sorumluluğumuz olduğuna inanan ve bu inançla hayat sürme gayesinde olan birisiyim… Yoksa kendi günahlarımın ağırlığını taşımaktan bile aciz bir kulum, değil başkalarının günahlarını araştırmak ve dilime dolamak, aklıma getirmeyi bile zül sayarım!...

Yazılarım dolaysıyla bazı dostlar benim yazdıklarımı sert buluyor ve özellikle iktidarın icraatlarını eleştirdiğim noktada,”çok sert ve acımasızsın” diyebiliyorlar! Hal bu ki bendeniz, prensipler üzerine kalem oynatmayı kendime ilke edinmiş bir insanım.

Ve ben, aslında hiçbir kimsenin kötü olmasını istemiyor, inancımızdan, inandıklarımızdan dolayı “haksızlıklar karşısında susan değil, haykıran” olmaya çabalayan bir kardeşiniz oldum her yazımda… 

Bakın, inanıyoruz eyvallah… İnancımızın bize vaaz ettiği değerlere ne kadar sahibiz ve kendi kendimizi hesaba çekebiliyor muyuz?

Asıl sorgulamamız gereken konu budur! 

Bugün yaşadığımız cemiyetin insanları, maalesef reflekslerini kaybetmiş. Necip Fazıl’ın “bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu” dediği gibi, insanımız neden birbirlerine karşı hürmetini, sevgisini, merhametini azalttı?

Neden birbirimize düşman olduk? Hiç düşünmeyiz mi? 

Bugün geçmişimizden bihaber, geleceğimizden endişe eder hale geldik. Bu tespitleri ve soruları çoğaltabiliriz elbette… Ama her ne yazarsam yazıyım, asla ve kata hakaret kastım asla olmadı ve olması da mümkün değildir!

Birileri hangi konu olursa olsun ”elini taşın altına koyuyorsa” bize düşen ona el vermektir, köstek olmak değil! 

Merhum Seyyit Ahmet Arvası, “ şuuru idrakın idrakı olarak” tarif eder…

Eğer, basmakalıpta olsa, idrak ettiğimiz meseleleri “ şuurlandıramıyorsak”, bizim düşündüklerimizin hiçbir önemi de kalmıyor!

Allah (c.c) şöyle buyuruyor “ Ey iman edenler! Allahtan korkun ve sağlam (doğru) söz söyleyin” ( Ahzab 70) .. “ Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz” (Mü’minün 115) 

Hiç kimseye, mevki makam sahibi olana da, parası pulu olana da, hele hele siyasetçi titri olana da, sırf bu özelliklerinden dolayı değer vermeyeceğiz!

Eğer itibar edeceksek, bu “adamlığından dolayı” olmalıdır! Yoksa bugün ki perişanlığımıza kılıf bulmak için onlarca takla atmaktan başka çaremiz de kalmaz! 

Sonuç olarak şunu ifade ederek yazımı nihayetlendirmek istiyorum. Bu konudaki “şuur” noktamız,“ Orda O varken, bur da terk edilmez ne var ki” düsturu kulağımıza küpe, kalbimize de yol arkadaşı olsun!

Ben yirmi sene önce de, o kardeşimle bu sorumluluk şuuru içerisinde diyalog kurmuştum. Bugün sizlerle paylaştığım bu yazımı da lütfen bu bağlamda değerlendirin…

Unutmayalım ki; mesuliyetimizi anlamak, uyanmamızdır! 

Eski başbakanlarımızdan, Rizeli hemşerim,köylüm, Mesut Yılmaz’ın değerli anneleri Güzide Yılmaz, zatürre teşhisiyle kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti,merhuma Allah'dan Rahmet,Yılmaz ailesine de baş sağlığı diliyorum...

Görüşmek dileğiyle Allaha emanet olun…