İşin dışında çarşı pazar gezmeyi, insanları izleyip fırsat bulursam da onlarla sohbet etmeyi seviyorum. Hem böylece insanların hangi konularla ilgili olduğunu bizzat gözlemliyor hem de karşılaştığım kişilerle çeşitli konularda karşılıklı düşüncelerimizi paylaşabiliyoruz…

Hafta sonu dinlenmek için oturduğum bir çay bahçesinde kulak misafiri olduğum, sonradan da kendimi tam ortasında bulduğum sohbet bu yazımın konusu olmayı hak etti!

Yan masada oturan, biri yetmiş diğeri seksenine merdiven dayamış iki yaşlı amca kendi aralarında heyecanlı bir sohbete tutuşmuşlardı.

Kulak misafiri olduğum ve benim sohbetlerine fütursuzca katılmama kadar geçen zaman içerisinde ki tek konuştukları konu hükümetin emeklilere verdiği zam oranı ve pahalılığın nedenleriydi! 

İki yaşlı amcamızda verilen zamdan memnun olmadıklarını ama bunu rağmen büyük bir gururla “Reise güvendiklerini” ifade ediyorlardı.

Ben gayrı ihtiyari onlara dönerek; “ülkede maaşından ve verilen zamlardan memnun olmayanlar sadece emekliler değil ama zamlardan daha önemli meselelerimiz var bu ülkede o konular hakkında ne düşünürsünüz?” diye sordum. Daha genç olan amcamız, bütün bu olup bitenlerin aslında bizim gelişmemizi çekemeyen “dış güçlerin bir oyunu” olduğunu uzun uzun anlattı ben de hiç müdahale etmeden dinledim!

Daha yaşlı olan emekli amcamız beni önce bir kaç saniye süzdü sonrada ”evladım, yıllarca çalıştım çabaladım, çalışırken sıkıntılarla boğuştum. Çocuklarım yetişti onları evlendirdim, şimdide torunlarım var. Şu anda iki çocuğum da işsiz, torunlarım okuyorlar ama onların da yarınları aynen bizim olduğu gibi garanti değil. Bu sıkıntılardan sıyrılıp memleket meselelerini düşünecek halimiz mi var! Ülke meselelerini düşünmesekte kendi derdimizi yıllardır düşünüyoruz işte…” mealin de uzunca bir konuşma yaptı.

Diğer amcamız da başını sallayarak sohbet ve kader arkadaşını tastık ettikten sonra bana dönerek; “anlaşılan sen Reisimize muhalifsin ve tuzun kurudur! Onun için memleket meseleleriyle çok ilgilisin; soğanın, patatesin fiyatının ne olduğundan haberin var mı? Biz geçim derdine düşmüşüz, çoluk çocuğumuzun bir baltaya sap olması noktasında endişelerimiz var. Buna rağmen bütün bu sıkıntıların üstesinden gelecek olan bir iktidarımız var hamd olsun. Siz ve sizin gibiler iktidara köstek olmayın yeter ki. Bu konularda bize bir şey anlatman imkânsız, istersen kendini fazla yorma ne dersin?” diye sohbete nokta koymak istedi!

Yaşlı amcalarıma daha diyemedim ki; koca Anadolu Coğrafyasın da tarımsal ürünlerin üretimi neredeyse durma noktasına geldi. Ülkemizin büyük şehirlerinde “tanzim satış “ çadırları kurularak uzun kuyruklar oluşmasının müsebbibi “tuzu kuru” diye azarladığın ben ve benim gibiler değil diye!

Amcalara göre “tuzum kuru!” olduğu için onlarında çay paralarını ödeyerek yanlarından ayrıldım.

Yaşlı amcaların yanından ayrılırken düşündüm…

İnsanımızın, özellikle hayatının son demlerini yaşayan yaşlılarımıza bu sıkıntıları yaşatan ama “sütten çıkmış ak kaşık” gibi kendilerini pazarlayan ve bütün suçu yıllar yıllar önce iktidar olanlara atan bugün ki iktidara kim nasıl ne şekilde dur deyip hesap soracak!

Elbette hayatı okumak, anlamak ve sorgulamak, şuurumuzun seviyesine göre değişir.

Belki de insana verilen en büyük nimet şuurdur dersek yanılmış olmayız.

Doğumdan ölüme kadar bilmeye, öğrenmeye programlanmış insanoğlu doğruları bilmek mecburiyetindedir!

Hepimiz farkındayız; bu ülkenin gençlerinin kahir ekseriyetinin “vur patlasın çal oynasın” tarzında bir hayat sürdüğünün.

Artık yaşlı insanlarımız da bu açmazın içerisine dâhil edilmişlerdir!

İnsanımızın düşüncesine ve şuuruna kast edilmeye özenle devam edilmekte bu ülkede!

Dış dünyanın etkileri müspet olmayınca iç dünyasını zenginleştiremeyen insanımıza kabahat bulmakta vicdanımı sızlatıyor doğrusu!

İnsanı anlamaya zorlayan sadece kendi dışında ki olup bitenler midir o da irdelenmeye muhtaçtır tabii ki!

İnsanımızın etrafında ki olup bitenleri anlama noktasında ki zaafı gün geçtikçe kangren haline dönüşmüş, şuur dediğimiz kavram yozlaşmıştır.

Böyle olunca da neleri kaybettiğimizi ve kaybedeceklerimizi de anlamamızda zor olmamaktadır. Kendi meselelerinin asıl sorumlularını eleştirmek, sorgulamak şöyle dursun, onları baş tacı eden insanımızdan ülke meseleleri konusunda hassasiyet göstermelerini beklemek de abesle iştigaldir!

Bir yazımda ifade etmiştim. Bu ülkenin insanı zamanı geldiğin de iktidarı değiştiriyor bu çok güzel bir meziyettir insanımız için diye.

Ama bundan daha önemlisinin “iktidarı değiştirme yerine önce kendisini değiştirmesi” olduğunu anladığı zaman “şuurlu” bir vatandaş olacağını bilmelidir.

Yoksa, insanımız “benim iktidarım iyi, senin ki kötü” ikilemi içinde debelenir durur, bize de bu duyarsızlığın ve memleketin geldiği noktanın üzüntüsü düşer!

Anlatmaya çalıştığım bu meseleyi yıllar önce merhum Nurettin Topçu şöyle izah etmişti; "Bizi, hepimizi devlete konma vaatleri ile oyalayıp sarhoş ederek seçimler bekleten particilik rejimi değil; hakikati, sanatı, ahlakı, yükselterek insanlığı Allah'a doğru götürecek mes'ul insanların irade kudretine dayanan hâkimiyetler kurtarabilir."

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…