“Zamanım gelmedi mi artık?” diye düşündü, kabuğuna sığamayan bir halde. Köklerini toprağa salıp, başını gökyüzüne ulaştırmak istiyordu…

***

Bunca zamandır yalnızdı,”artık birileri olmalı” dedi. Kendi kendine. Kim bilir kimlerle tanışacaktı kimler olacaktı hayatında, hangi arıya bal, hangi kuşa “tünek”, hangi örümceğe ağ yeri kiralayacaktı yapraklarının arasında ve  kim bilir masmavi gökyüzünde dans eden hangi kuşları seyredecekti…

***

Annesi bahsederdi:  gökyüzünün maviliğinden, toprağın kokusundan, kuşların şarkılarından, bal yapmak için arıların kendisini ziyaret edişinden. O da hazırlıklıydı her şeye, korkmuyordu, kendisine yabancı gelen yeni hayatından ama çok ta heyecanıydı, biran önce tanışmak ve yaşamak istiyordu o güzellikleri yeni ülkesinde.

*** 

Yerini, yöresini seviyordu, çünkü çok besleyici bir toprakta dünyaya gelecekti, gıda sıkıntısı çekmeyecekti, yaşamını sürdürmek için. Ne kadar doğal ve sağlıklı gıda alırsa o kadar sağlıklı büyüyecek ve canlı olacaktı. Toprağın bereketi kendine geçecekti. Aslında annesi bazı tehlikelerden bahsetmişti ama kendini korumasını da öğretmişti, gerçi henüz bulundukları yere gelmemişti ama eğer herhangi bir tehlikeli durumla karşılaşırsa, kendi kabuğuna çekilip tehlike geçene kadar ortaya çıkmamaktı. Aslında buda tehlikeli bir yöntemdi (büyük olasılıkla uzun zaman saklı kalırsa içindeki suyu ve besini bitecek ve kuruyacaktı) ama en sağlıklı ve güvenilir yol da buydu…

***

Dinlediği masalları hatırladı: yeryüzünde hareket edebilen, insan, hayvan gibi canlılar varmış onların bebekleri de kendisi gibi doğarmış. Gerçi o diğer canlılar gibi annesinin içinde büyümüyordu, dölleniyor ve sonra toprak ananın içinde doğacağı günü bekliyordu…  Birde insanoğlu denen kâinata hükmeden varlıklar yaşarmış belki bir insanoğlunun yavrusuyla tanışabilirdi. Çok merak etmişti, kendisi gibi toprağa tutunan, bağlı olan değil de adına yürümek denen hareket halinde olan canlılarmış, ayrıca kendilerinden farklı olarak anlaşabilmek için konuşmak diye adlandırılan bir takım sesler çıkarıyorlarmış aralarında.

***

“Yeryüzünün efendileridir” demişti bir gün konuşurken babası insanlar için, “kâinattaki ne varsa onların emrinde, aslında tehlikeli  yönleri sahipler, hata bizim yaşam kalitemizin ve gelişimimizin sağlığını bile tehlikeye sokacak uygulamaları var” demişti  ama içlerinde iyi olanları da varmış ve bu zararların önüne geçmek için ellerinden geleni yapıyorlarmış yoksa halimiz nice olurmuş…

*** 

“Neyse, her şeye rağmen biran önce bahar gelse artık” diye söyledi kendi kendine herzamanki gibi… Hayalperest ti biraz, birazda melankolik ve baharda başını çıkarıp şarkılar söylemek istiyordu, rüzgarla, bulutla, yağmurla tanışmak istiyordu…

***

İçindeki suyu ve besini bitmek üzereydi, taze su istiyordu… Yanı başında içinde uyuduğu toprağı sulayan akarsu vardı. Ve bu akarsudan tatmak istiyordu. Aslında planı, patlayınca köklerinden birini bu suya salmak ve yorulmadan, yağmur beklemeden su ihtiyacını karşılamaktı. Annesi yeterince gıda da koymuştu beslenme kesesine ama azalmıştı bayağı, acaba toprakta nasıl gıdalar vardı. Çok merak etmişti  ve kendisinin de masalları, hikayeleri, fıkraları olacak mıydı çocuklarına, torunlarına anlatacak.?!

***

Şimdi, akşam olmuştu. Toprak, ninni söylemeye başlamıştı. Hep böyle yapardı, ne zaman akşam olsa, ninniye başlardı ve kendiside uykuya salardı tüm gövdesini…

***

Bu gece söylediği  “dağların türküsüydü”. “Yarın erken uyanmalıyım, gene hayaller kurmalıyım yeni dünyam….”  diye düşünürken, yarına uyumuştu bile…