22 Temmuz seçimlerinin ardından 2 ay geçti. 60. Hükümet eylem planını belirlemeye çalışırken, AKP iktidarının neredeyse kesimlerin sempatisini kazanmış belki de tek ismi, bu hükümette yer almadı. Seçim öncesi herkesi ters köşeye yatırarak milletvekili adayı olmayacağını açıklayan ve 16 yıl sonra akademik hayatına geri dönen Başbakan eski Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, bugün Türkiye siyasetini dışardan izliyor. Bakanlığı döneminde bile “iktidardaki muhalif” olarak anılan Şener, Türkiye’nin bugünkü fotoğrafını bizim için yorumlarken, bir kez daha kendini hatırlattı. Şener’in yeni hükümetten, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na, aktif siyaseti bırakma kararından, Başbakan Erdoğan’a ilişkin değerlendirmeleri tartışma yaratacak gibi görünüyor.

Koordİnasyon görevİnİ BaŞbakan durdurdu

* Sizin üstlendiğiniz dönemde koordinatör bakanlık sistemi işlemedi. Şimdi Hükümet yeniden bir koordinatör bakan görevlendirdi. Bu sistem işler mi?

Bizim dönemdeki koordinasyon kurulu, sözlü kuruldu. Başbakan tarafından yazılı hale getirilmesine, “Başbakanlık genelgesine gerek yok” denildi. Başbakan, “bakanlar olarak biraraya gelir söylem birliği oluşturursunuz” dedi. Bu ifade edilmiş olmasına rağmen ben uzunca bir süre çok formel ve düzenli çalıştırdım kurulu. Her hafta topladım. Bürokrasiyi de dahil ettim. Bakanlarla gündemdeki konuları olgunlaştırmaya çalıştım. Sonunda Başbakan tarafından, makul bir şekilde bu kurulun böyle formel bir anlam taşımadığı ifade edildi. Daha çok söylem birliği oluşturmak için bakanların zaman zaman bir araya gelip gündemi değerlendireceği bir yapı olarak düşünüldüğü ifade edildi. Şimdi bu hükümette farklı bir şey olmuştur. Doğrudan doğruya Nazım Ekren’in koordinatörlük görevi yazılmıştır. Bu artık yazılı bir metne geçmiş, formel bir yapıdır. Daha düzenli ve işlevsel olarak sürdürülebileceğini düşünüyorum.


HalkIn talebİ olursa yenİ bİr sİyasİ oluŞum düŞünülebİlİr

* Parlamentodan ayrılma kararınızla ilgili, “cumhurbaşkanı olmak için” vb. iddialar gündeme geldi.

Bu iddialar, en azından şöyle bir etki yaptı bende. Halen “ben aday değilim” sözünü niye anlatamadım diye üzmüştür beni. Bu, “bir hesabı var” anlayışı. Ama ben inanın hiçbir hesap yapmıyorum şimdi de yapmıyorum. Siyasette hiç yer alamam demiyorum. Günün birinde aktif ve yoğun bir siyasete de yeniden girebilirim.

Halkın zihni çözümlenmeli

* Aklınızda, yeni bir siyasi oluşumun başına geçmek var mı?

Böyle bir şeyin olabilmesi için bir toplumsal talebin olması lazım. Böyle bir talebin olduğunu halk kendisi ortaya çıkarmışsa, göstermişse, o takdirde bunu düşünmeye başlayabiliriz. Şu anda olduğu gibi halk böyle bir talebi yansıtmıyorsa, herkes siyasi eğiliminden, oy verdiği yerden gayet memnun devam ediyorsa, bana da bir başkasına da düşen bir görev yoktur. Anketler yaparsınız, mevcut siyasi kurumlara ne kadar değer verdiğini görürsünüz. Halkın zihninde ne olduğunu çok sessizden ve derinden de çözümlemek mümkündür.

* Yeni kabineyi ve 60. Hükümetin 2 aydır verdiği fotoğrafı nasıl değerlendiriyorsunuz?

22 Temmuz seçimlerinden sonra hükümetin fazla ortada olmadığını görüyorum. Gündem Sayın Cumhurbaşkanı ve sivil anayasa tartışmalarıyla doluyor. Ama bakanlar, kabine, herhangi bir hükümet icraatı da gündemde değil. 2 ayı aştı. Dünyada, ekonomi ve siyasette çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönemde hükümet, geçen döneme ilave yeni bir şeyle ortaya çıkamadı. Hükümet günü birlik işlerle şu ana kadar yoluna devam ediyor. Bakıyorsunuz ne Başbakan, ne bakanlar sözleriyle, programıyla ortada yok. Oysa seçim sonucundan böyle bir oranla iktidara gelmiş bir Hükümetin, şu anda çok başka türlü olması beklenirdi. Hükümet yeni bir heyecan ortaya çıkarmamıştır. Yüzde 47 oyla seçimden çıkmış bir Hükümet olarak yeni bir çıkışla, heyecanla başlayamadı.

Köşk geri çevirmez

* Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı boyunca Başbakan’la arasının nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Örneğin Gül, anayasayla ilgili ’yetkilerimi kullanırım’ dedi. Bunu sahici görüyor musunuz?

Sayın Abdullah Gül’ün yetkilerini hükümetin aleyhine kullanacağını hiç düşünmüyorum. Zaten herkes bulunduğu yerde yetkilerini kullanır. Ama hiçbir zaman yetkilerini hükümetin aleyhine kullanacağını zannetmiyorum. Ben Sayın Gül’le hükümet arasında herhangi bir çatışma çıkacağını düşünmüyorum. Hükümetten gelen herhangi bir talebin Cumhurbaşkanı’ndan döneceğini de düşünmüyorum. Kişilik olarak da böyle. Cumhurbaşkanı’nın hükümetin önünde bir baraj olabileceğine, zaman zaman hükümetle Cumhurbaşkanı arasında sorunlar çıkabileceğine hiç ihtimal vermiyorum.

* Basında Gül’ün cumhurbaşkanı olması nedeniyle Başbakan’ın rahatsız olduğu yorumları yapıldı. Sizce Başbakan rahatsız mı? Aralarında bir çatışma olabilir mi?

Cumhurbaşkanı’nın gündemde yer almasının Başbakan’ı gündemde 2. plana düşürebileceğini, bu nedenle aralarında bir rekabetin oluşabileceği gibi düşünceler var. Doğrusunu söylemem gerekirse, böyle bir şey ortaya çıkabilir. Şunu kastediyorum; sayın Cumhurbaşkanı daha fazla gündemde yer alabilir, böyle olursa Sayın Başbakan da, karakter olarak bildiğim için söylüyorum, gündemde en çok kendisinin olmasını istiyor. Başbakan, kendisinin gündeme koyduğu ağırlığı bir başka yer azaltıyorsa bunu değerlendirir mutlaka. “Benim gündemdeki ağırlığım artmalıdır” diye düşünür. Ben bunu hep böyle hissetmişimdir. Geçmişte de böyle hissetmişimdir. Başbakan, “Kardeşim çok çıktın, biraz dur” falan diye söylemez. Ama hissettirir. Yani reflekslerinden hep ön planda, hep gündemi tamamiyle kaplayan bir tarzla siyasete devam etmek istediğini anlarsın. Daha doğrusu ben bunu hep hissederdim.

* Size nasıl hissettirdi?

Benim sürekli basında kalmak gibi bir stilim yoktu. Ben doğru yerde doğru görüntü vermeye çalışırdım. Basının haftalarca benden bahsetmemiş olmasını, kendi açımdan bir eksiklik olarak görmezdim. Ben, doğru göründüm mü, diye sorardım. Başbakan’ın benimle ilgili bazı yayınlardan, benim bazı açıklama ve değerlendirmelerimden çok da mutlu olduğunu söyleyemem. Rahatsızlık duyduğu olmuştur. Örneğin ekonomiyle ilgili, bankaların yabancılaşması, yabancı yatırımların Türkiye’de hizmet sektörüne girdiği yönünde yaptığım açıklamalar onu mutlu etmemiştir. Bunu hissettirmiş hatta telafuz da etmiştir. Galataport süreci de Başbakan’ın benim tavrımdan dolayı mutlu olmadığı süreçlerden biriydi.

* O dönem de size uyarı niteliğinde bir şey söyledi mi? Çünkü siz ısrarla tavrınızı sürdürdünüz.

İki kez “niye imzalamıyorsun” şeklinde söyledi. Benim de bazı açıklamalarım oldu. Ama tüm süreç boyunca benimle ilişkileri normaldi. Siyasette bu önemlidir. Dışardan bakıldığında, bakanlar veya başbakanla problemli bir konu varsa, hararetli tartışmaların geçeceği düşünülür. Bu her zaman doğru değildir. Hatta problemlerin olduğu zamanlarda zaten arada bir konu var, bir de konuşmalardan dolayı kırgınlık olmasın diye nezaket ölçülerine aşırı derecede yer verilir. Tavrımı sürdürmeme gelince, kendi kişisel konumunuzla ilgili hesaplarınız varsa her yaptığınızda dengeleri nasıl etkilediğinizi, kendi konumunuz açısından zararlı olup olmadığını ölçer biçerseniz, hiçbir zaman da tavır adamı olamazsınız. Kişisel konumunuz veya elde edeceğiniz makamlarla ilgili bir kaygınız, mücadeleniz yoksa rahat hareket edersiniz. Bende bu vardı. Ben istediğim zaman siyaseti de Bakanlığı da bırakabileceğimi, köşemde kendi başıma yaşayabileceğimi hep düşünürüm. Marks’ın kullandığı Spartaküs’e ait bir söz vardır: “Bir insan zincirlerinden başka kaybedecek hiç birşeyi olmadığını hissederse, özgürdür.” Ben hep kendimi böyle hissettim.

* Milletveki adayı olmamanızın açıklaması gibi bu sözleriniz. Verdiğiniz ilk derste “insan çabalarının etkin sonuç vermediğini görürse siyasetten çekilebilir” dediniz. Sizin için de böyle mi oldu?

Türkiye koşullarında doğru olan siyasetin ne olması gerektiğiyle ilgili 3 ana çerçeve belirledim. Bundan sapmaların siyaset kurumuna da, ülkeye de zarar vereceğine inandım. Birincisi: Geleneksel siyasetin kutuplaşmaya dayalı söyleminden vazgeçmesi gerekir. Geleneksel siyaset çok kolay konuşur. Önce kendinizi översiniz, arkasından diğer partileri yerin dibine geçirirsiniz. Hatta dinleyenlerin gönlünde diğer partililer hakkında kin ve nefret duyguları yerleştirirsiniz. Böylece etkili ve başarılı kabul edilirsiniz. Ben böyle bir konuşma üslubunun ve bu yapılan tarz siyasetin Türkiye’nin başına bela olduğunu düşünüyorum.

Bekçilik yapılmalı

* Bu sözleriniz neredeyse tüm siyasileri, Başbakan Erdoğan’ı, Deniz Baykal’ı, hepsini kapsıyor...

Kapsasın. Evet hepsini kapsıyor. Hepsi yanlış yapıyor çünkü. Ben bu anlayışa karşılık kucaklayıcı şeyler söylüyordum. Belki ben de aşırı davranıyordum ama bazen bir uç siyaset yapma biçimini göstermek için, olması gerekenden de daha geriye çekiliyordum. Şarap muhabbeti yapıyordum, hepimiz Aleviyiz diyordum. Dini bütünler de, ateistler de beni kendilerinden biri olarak görüyorlardı. Siyasetin de zaten böyle olması gerek.

Diğer bir unsur, ben siyasetin dürüst yapılması gerektiğini, siyasetçinin kamu malına bekçilik yapması gerektiğini düşünüyorum. Bu mekanizmayı gayrimeşru zenginleşme aracı olarak görmek, bana kalırsa ahlaksızlıktır. Diğer bir çerçeve de, siyasetin kurumsal ve toplumsal kültürün prim verdiği şeyi, iyiye doğruya çekmesidir. Torpille işe adam alırsanız o kurumsal yapı içerisinde başarıya prim verilmez. Gayrimeşru kazançlar eğer, insanların zenginleşmesi için geçer akçe haline gelmişse insanlar üretken olmazlar. Örneğin bir parti içindeyseniz, parti içi kültürün neye prim verdiğini tüm partililer bilmelidir. Örneğin, “Bu partide dürüst olmak, işini iyi yapmak, çalışkan olmak prim yapar. Böyle çalışan insan yükselir. Belediye başkan adayı, il genel meclisi üyesi olabilir, milletvekili seçiminde aday tespitinde bunlar değerlendirme olarak dikkate alınabilir” olmalı. Eğer böyle bir şeye, parti içi kültürün verdiği bir prim yoksa, tam aksine parti içi kültür abur cubura daha çok prim veriyorsa burada ölçü kaçmış demektir. Sizin orada varlığınızı devam ettirmeniz çok da önemli değildir.

Rutinleşirdim...

* Parlamentodan ayrılık kararınızın temeli bunlar mı oldu?

Geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye’de seçime girerken seçim sonrası kutuplaşmanın arttığını görürsünüz. Seçim öncesinde toplum bu kutuplaşmanın etkisiyle sandığa gitti. Buna göre taraf oldu. İşsiz, çiftçi, esnaf kendi sorununu düşünerek ve tartışarak oy vermedi. Köylerde bile herkes bir anayasa profesörü oldu. Ve cumhurbaşkanlığı seçimini tartışarak oyunu belirledi. Ben bu kararımla, siyaset tarzımın daha iyi algılanıp pekişmesini arzu ettim. Devam etseydim rutinleşirdim, bu yaptığım şeyler kaybolurdu. Ayrılık kararımla son 5 yıl boyunca siyasetin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili çizdiğim çizgiyi pekiştirdim. Bu kararla, çizgime imza atmış oldum.

Hükümet IMF ile yeni stand-by yapmamalı

* Stand by önümüzdeki aylarda tamamlanıyor. Hükümet bir kez daha IMF ile ilgili karar verme noktasında. Sizce ne yapmalı?

Ben 18. stand by biterken de bakan sıfatıyla şunu söylemiştim: IMF ile ilişkilerin bir stand-by düzeyinde derinleştirilmesine ihtiyaç yoktur. Bir süre sonra yeni bir stand-by yapılacağını anladığım andan itibaren de bu lafı kullanmadım. Gerçekten de eski stand-by yerine yenisi imzalandı. Şimdi aynı noktadayız. Hükümetin yeni bir stand-by yaparak IMF ile ilişkileri sürdürmesinin doğru olduğu kanaatinde değilim. Yani eğer ekenomi yönetiminin bir çıpaya ihtiyacı varsa, o çıpayı kendisi oluşturur. Doğruyu bildiğiniz zaman dışardan bir çıpaya ihtiyacınız olmaz. Dışardan bir çıpaya ihtiyacı olduğunu düşünmek, kendi yönetim tarzına güvenmemektir.

vatan

Editör: HABER MERKEZİ