Taşar, Yılmaz’ın evine gidip onayı aldı. 'Şimdi Yalım’la Uludağ’a uçup Çiller’e sonucu bildireceğiz' dedi. Taşar’ın Nene Hatun 113’ten ayrılırken görülmemesi gerekiyordu. Çareyi, Berna Yılmaz buldu. Oğlu Yavuz kar montunu Taşar’a giydirdi, başına da beresini geçirdi, eline de Daisy’nin ipini verdi. Kendisi de Taşar’ın yanında yürüyerek evden çıktılar. Daisy, hayatının en önemli siyasi yürüyüşüne çıktığının farkında değildi.

KAMUOYUNA
yansımalarına bakıldığında Anarefah kurulmak üzereydi. Bu tablo çeşitli kesimlerde büyük tepkiler yaratıyordu. Bu tepkiler ANAP ve Mesut Yılmaz üzerinde büyük baskılar oluştururken Necmettin Erbakan, 'Bayram sonrası düğün hazırlığı' yapıyordu.

Ancak aynı Erbakan, örneğin Müslüman ülkelerin büyükelçilerine verdiği yemekte İslam Dinarı’na geçileceğini söylüyordu. Oysa Yılmaz’la görüşmelerinde siyasi gelişmelerden ders çıkardıkları, uyumlu bir hükümet sürdürecekleri izlenimi yaratıyordu. Yılmaz’ın kafası giderek karışıyordu. Kendisine, 'Değiştik' mesajı veren Erbakan, dışarıda, 'Bir gün herkes bizim çizgimize gelecek' diyordu.

YA O ERBAKAN DEĞİL YA BEN BAŞKA ÜLKEDEYİM

Yılmaz, birkaç kez Türkiye’de hükümetlerin mutlaka kurumlarla uzlaşma, uyum içinde hareket etmesi gerektiğini; belli duyarlıkların dikkate alınmaması halinde rejimin sıkıntıya sokulacağını anlattı. Bu kurumların başında da ordu ile yargının geldiğinin altını çizdi. Ancak Erbakan, orduyu, bir albay üzerinden kontrol ettikleri noktasında duruyordu. Sonunda Yılmaz, kendi kendine düşündü: 'Ya karşımdaki Erbakan değil ya da ben başka bir ülkede yaşıyorum.' O noktaya geldikten sonra da Süleyman Demirel’in, Erbakan’a nasıl tahammül ettiğini hayretle anımsadı. Bu herhalde olsa olsa iktidar tutkusu ile olabilirdi. Bu arada RP ve DYP’den bazı isimler alternatif koalisyondan söz etmeye başladılar. DYP’de, seçim stratejisini RP’nin önünü kesmek üzerine kuran Tansu Çiller sessizdi; ama Yalım Erez’in bu olasılığı konuşması çok önemliydi.

95 SEÇİMLERİ CESUR HÜKÜMET ÇIKARTAMADI

Yılmaz’ın izlenimi, her iki tarafın da ANAP’ın, RP ile koalisyonu mutlaka istediği noktasından hareket ettikleri yönündeydi. Yılmaz o nedenle de bugün, 'DYP biraz daha bekleseydi, sonradan kuracağımız Anayol koalisyonunda daha kárlı çıkardı' itirafını yaptı. Yılmaz, bu noktada o günkü duruma yönelik bir tahlil yaptı: '95 seçimleri, maalesef, Türkiye’yi 4 yıllık koalisyon hükümetlerinin popülist politikalarının ardından şart haline gelen reformları cesaretle gerçekleştirecek bir hükümet imkánından mahrum bırakmıştı. Artık cesur ve kararlı bir hükümet çıkarabilmek mümkün değildi. Enerji ve sosyal güvenlikte çok ciddi adımlar atılması gerekirdi. Önceki hükümet emeklilik alanında Türkiye’yi ipotek altına koyan değişiklik yapmıştı. Enerji alanında da dört yıl, tamamen kaybedilmiş yıllardı. Bence 2000 yılındaki krizin en önemli nedenleri bunlardı. Bu nedenle reformist bir hükümete ihtiyaç vardı, ama bu çıkamıyordu. O nedenle hem devleti parsellemeyecek hem de zararı sınırlı tutacak bir koalisyon kurulması için çalıştım.' Erbakan ilginç çıkışlarını sürdürüyordu. Örneğin, bazen öyle şeyler anlatıyordu ki sanki karşısındakinin kim olduğunu unutur gibiydi. Yılmaz’a, AB’nin ne olduğunu uzun uzun anlatıyor, bunun tamamen bir Hıristiyan birliği olduğunu söylüyordu. Oysa AB’ye başvuran parti ANAP’tı ve Yılmaz da bunun en büyük savunucularından biri, Dışişleri Bakanı’ydı. Erbakan aynı dili Gümrük Birliği için de kullanıyordu. Yılmaz, Erbakan’ın söylediklerini sadece kendi içinde çelişkili bulmuyor; hayal álemindeki bir Erbakan’ın kurguları olarak görüyordu. Bu işe başlarken koalisyonun kurulamayacağını düşünmüştü; ama yine de RP’nin ayaklarının yere basıp basmadığını görmek istiyordu.
/_newsimages/5098929.jpg
YAVUZ’UN MONTUNU TAŞAR’A GİYDİRDİLER

Tam bu sırada Mustafa Taşar, Yılmaz’a bir haber getirdi. DYP’den Yalım Erez’le konuşup Anayol için uzlaşmışlardı. Tansu Çiller, dönüşümlü başbakanlık modelini kabul etmiş, ilk dönem de Yılmaz’ın olacaktı. Yılmaz, onay verirse hemen Uludağ’a gidip konuyu noktalayacaklardı. Yılmaz, kafasındaki modeli anlatıp önerilerini de sıraladıktan sonra onayı verince, Taşar hemen Nene Hatun 113’ten ayrılmak istedi. Ancak kapıdan çıkarken görülmemesi gerekiyordu.

Akşam karanlığı bastırmak üzereydi. Çareyi, gelişmeleri sevinçle karşılayanların başında gelen Berna Yılmaz buldu. Hemen oğlu Yavuz’un kar montunu getirdi, Taşar’a giydirdi. Yavuz’un beresi de Taşar’ın kafasına takıldı. Yılmazlar’ın köpeği Daisy’nin ipi de Taşar’ın elindeydi. Berna Hanım da giyinerek Taşar’la birlikte çıktı. Senaryoya göre Berna Hanım’la Yavuz, Daisy’i yürüyüşe çıkarıyordu. Daisy’nin bu yürüyüşü, Türk siyasi hayatının önemli, ama çok kısa süren koalisyonunun başlangıcını getiriyordu.

DAYAN YALIM, AZ KALDI ŞİMDİ BURSA’YA İNİYORUZ

Saat 17.00’de
Ankara’dan havalanan özel uçak Bursa’ya yaklaştıkça büyük bir fırtınaya yakalandı. Erez, tam anlamıyla, 'ölüm korkusu' içine girdi. Bursa Havaalanı da çok yetersizdi. Taşar, ikide bir 'Dayan Yalım, az kaldı', 'Şimdi iniyoruz' diyerek ortağına moral verdi. Uçak alana indiğinde Erez’in yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Şimdi çiftlikte

Donua cinsi Daisy, Yılmaz Ailesi’ne 1994 yılında katıldı. Daha çok oğulları Hasan’ın köpeği olarak tanınan Daisy, Yılmazlar’ın Ankara’dan taşındığı 2002 yılına kadar ailenin yanında oldu. Ancak Yılmazlar İstanbul’a taşınınca ve orada da bir köpekleri olduğundan Daisy, oğlu Rocky ile birlikte Yılmazların Denizli’deki bir arkadaşlarının çiftliğine gönderildi.

Önemli bir yerden geliyorum RP’yle koalisyon kurmayın

Tam da o günlerde MHP Genel Bakanı Alparslan Türkeş, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli’yi ziyaret etti. Telaşlı ve heyecanlıydı. 'Önemli bir yerden geliyorum, bana neresi olduğunu sormayın. Size bir mesaj iletmek istiyorum. RP ile ANAP koalisyon kurarsa bu memlekette hiç de hoş olmayan olaylar cereyan edebilir' dedi. Çay ikramını bile kabul etmeden çıkıp gitti. Kalemli bunları hemen Yılmaz’a anlattı. Türkeş, daha sonra konuyu Yılmaz’a da aktardı. Ama bu kez, 'bir yerlerin mesajı' diye değil, 'benim istihbaratım' diye. Aslında Türkeş, seçim öncesi ve sonrası Yılmaz’la birkaç kez daha görüşmüştü. O görüşmelerinde, Yılmaz’a, RP ile 1991 seçimlerinde ittifak yaptıklarını anımsatarak, 'Siz onları benim kadar tanıyamazsınız. Ülke yönetiminin onlara bırakılmaması gerekir' diye defalarca telkinde bulunmuştu.

Sabahın köründe Yılmaz’ı arıyordu/_newsimages/5098930.jpg

DSP’nin dışarıdan desteği ile kurulan Anayol’da ilk günler sorunsuz geçti. Ancak hükümette işler istenen hızda yürümüyordu. Nahit Menteşe, DYP kanadının Başbakan Yardımcısı’ydı; ama etkisi yoktu. Toplantıdan notlar alan, onları Çiller’e ileten kurye gibiydi. Çiller de Menteşe’den aldığı bilgilere göre Yılmaz ile görüşüyordu. Ancak, ilginçtir Çiller’in telefonları daha çok sabah erken saatlere denk geliyordu. Yılmaz geç vakitlere kadar çalıştığı için geç yatıyordu, Çiller ise erken. Böyle olunca bazen Yılmaz, daha uykudayken uyandırılıyordu. Görüşmelerin çoğu da aciliyet gerektirmiyordu. Telefon görüşmelerinde Berna Hanım’a da iş düşüyordu. Birkaç kez telefonlaşmalar Yılmaz’ın tıraş anına denk geldi. Berna Hanım, köpükler bulaşmasın diye ahizeyi eşinin kulağına tutarken, konuşmaları da dinlemek zorunda kalıyordu. DYP’li bakanlar imza atmadan önce Çiller’e danışma gereği duyunca sorunlar çıkmaya başladı; ama asıl sorun ANAP’lı Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın Tansu Çiller’le ilgili 500 milyar liralık örtülü ödenek skandalını ifşa etmesi oldu. Çiller, görevi koalisyon ortağına devretmesine rağmen bu harcama ile ilgili hiçbir bilgi vermemişti. Oysa başbakanların görev teslimlerinde bu tür bilgi paylaşımı gelenektendi. Çiller, 'Açıklarsam savaş çıkar. Hangi başbakan bu tür harcamaları açıkladı ki?' dışında bir şey de demedi. Bir seferinde Çiller’den bilgi rica etti; ama Çiller’in çok duyarlı olduğunu görerek, buna anlam veremese de üzerine gitmedi.

Anladığı kadarıyla bazı silah alımı için büyük para verilmiş, ancak silahlar usulüne uygun olarak envantere geçirilmemişti. 500 milyarlık çek Hürriyet’te çıkınca Yılmaz, Eyüp Aşık’a sitem de etti; ama iş işten geçmişti. Hürriyet’in haberi üzerine Çiller randevu istedi, hemen Başbakanlık Konutu’na gitti. Çok sert tartışmaya girişti iki ortak. Sesleri dışarıdan da duyulabiliyordu. Çiller, 'Bu koalisyon bitmiştir' diyerek noktayı koydu. Yılmaz da 'Tamam, o zaman' deyince tokalaşıp ayrıldılar. Ama Çiller kapıya gidince birden durdu, geri döndü. Elini yeniden Yılmaz’a uzattı, 'Hadi gel barışalım' dedi. Yılmaz, çok şaşırdı. Çiller’in örtülü ödenek yüzünden koalisyonu bitiren kişi olmak istemediğini düşündü. Yeniden oturup diğer konuları konuşup ayrıldılar. Ama Yılmaz, koalisyonun bittiğinin, artık suni teneffüs döneminin başladığının farkındaydı.

Gerisini size bırakıp Uludağ’a gidiyorum/_newsimages/5098931.jpg

Bayramın birinci günü GATA’yı ziyareti sırasında Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’ye telefon eden Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı şunları söylüyordu: 'Sayın Başkan, bu koalisyon kurulursa hiç hoş olmayan şeyler olur.' Karadayı, akşam da Kalemli’yi evinden aradı, yine netti söyledikleri: 'Üstüme düşeni ben yaptım; gerisini size bırakıp Uludağ’a gidiyorum.' Karadayı, aynı gün kendisi gibi Uludağ’a gidecek olan Başbakan Tansu Çiller’i de ziyaret etti. (NOT: Yılmaz, Kalemli ile ilgili bu bölümü, 'Kalemli’nin Kaleminden' kitabını bir kez daha okuduktan sonra, ’Tam hatırlamıyorum, ama doğrudur’ diyerek kendi bilgileri ile tamamladı.) Kalemli bu iki görüşmeyi de anında Yılmaz’a iletti. Yılmaz, askerin mesajının kendisine iletilmesini dikkate almaya zaten gerek görmüyordu; bunu çok iyi biliyordu. Ama tam bir ikilem içindeydi. Bir tarafta DYP ile uzlaşma sağlanamıyor, bir tarafta da RP ile olamayacağına ikna olmuştu. Erbakan da çıkışları ve özellikle eğitim konusundaki ısrarıyla işi zorlaştırıyordu. Yılmaz’ın ikinci ikilemi daha büyüktü. RP zihniyetinin iktidar olmaması kadar, siyaset üzerinde askeri bir baskı da kurulmamalıydı. Birini diğerinden evla görmüyordu; ikisi de demokrasi açsından zararlıydı. Şu noktaya da gelmişti: Türkiye’de RP’nin iktidar olması sadece askerler istemediği için kötü bir şey değildi, Türkiye’yi medeni dünyanın dışına yönlendireceği için kötüydü. Yine de bu işi kendileri çözmeliydi; çözüm de askeri karıştırmadan olmalıydı. Süreç boyunca askerle hiçbir irtibatı olmaması da bunu gösteriyordu. Askerler de Türkeş, Kalemli ve Çiller ile görüşmüş ama kendisine gelmemişti.

Hürriyet

Editör: HABER MERKEZİ